Şair, ‘İnsan ortamdır’ der. İnsanı var kılan ve belirleyen ortamın özelliklerinden beslenmesidir. İnsan, içinde yaşadığı olgu tarafından belirlenir. Bu belirlenim ile düşünsel ve davranışsal zemini kurulur.
İnsan, iradesi ile mevcudu eleştiriye tabi kılmadığı sürece belirlenimini devam ettirir. Sosyolojik olarak ‘İnsan kimdir’ sorusuna cevap, içinde var olduğu kültürün kodlarına göre betimlenir. Ama aynı soruyu eğer metafizik üzerinden sorarsak; o zaman da mevcut kültürün ürettiği bir metafizik algısı üzerinden cevap verilir.
‘İnsan kimdir’ sorusuna verilecek cevaplar, aynı zamanda metafizik, sosyoloji veya siyasal tercihlerle birebir ilişkili olarak ortaya konur.
İnsanın, etkileşim içinde var olduğu bilinen bir gerçekliktir. Bu etkileşim ise sahip olunan düşünce biçimlerinden bağımsız değildir. Bu yüzden sorgusuz sualsiz mevcut olana teslimiyet insanı onun sınırları içine hapseder ve tanımlamaya müsait kılar.
Sorun, mevcut kültürün temel kodları içinde doğru ve yanlışın iç içe var oluşu ve doğrular üzerinden yanlışlara meyyal bir bakışın izlerinin varlığıdır. Çünkü kısmi doğrular, kısmi yanlışları kendi doğrusu üzerinden betimleyerek onu meşru zemine taşır. Bu da kültürün kirlenmesini ve hastalıklı bir karakterin oluşumuna sebebiyet verişi kolaylaştırıyor.
İnsan, içinde yaşadığı keşmekeşlik içinde genellikle kaybolur. Bu da kendi insanlığını azaltan bir şeydir. İşte kişi, içinde mevcut olduğu durumu, içinde yer alması gerektiği durum ile değiştirme çabalarına aralıksız devam etmeli ve bu konudaki iradesini sürekli beslemelidir.
İnsan, istemediği bir şeyi yaşamaya mecbur kılındığında veya olduğunda güçlü bir yabancılaşma hissi tarafından sarmalanır. Bu yüzden, anlamsızlık gelip boğazına saplanır. Bu da ilişkilerini sorunlu hale getirir. Meselenin özü, yaşadığın gibi değil, yaşamayı düşlediğin gibi olmaya çalışmak insanı daha çok insan kılar...
İnsanın kendi ‘koza’sından çıkmayı istemesi, ilk başlangıç adımıdır. Çünkü insan muhakeme sahibidir. Ancak muhakeme yapabilmek için iki olguya sahip olmak, iki düşünce ve düşünme biçimini görmeyi ve sahip olmayı zorunlu kılar.
İki olgu olmadan bir muhakeme ve mukayese imkânı oluşmaz. Salt kendi kültürü içinde yaşayan ve kendi kültürünün dışındaki kültüre dair bir bilgisi, tecrübesi olmayanın, kendi kültürüne yönelik teslimiyeti, tek seçeneği olacaktır.
Bir kültür, insanı bu kadar tahakküm altına almamak için kendi içinde reel ile ideal olan, bir başka isimlendirmeyle ‘olan’ ile ‘olması’ gereken arasındaki ayrımı aktarması şarttır. Çünkü reel ile ideal olan arasındaki gerilim, kültüre yönelik oluşacak eleştiri için şüphenin zeminini kurar. Bu zeminden hareketle insan, içinde bulunduğu kültürü eleştiriye ve muhakeme ile mukayese yapma imkânına kavuşur.
Mevcudu oluşturan kültürün kodlarını tartışmaya açabilmenin yolu ise farklı bir kültürün kodlarına dair bilginin varlığına sahip oluşumuzla ilişkilidir. Bir karşılaştırma iki farklı şeyin varlığını zorunlu kılar. Aynileşmiş bakış, düşünce ve yaklaşım biçimi ise muhakeme ve mukayese yeteneğini felç eder. Bu da insanı kendisinden uzaklaştıran bir süreci inşa eder.
Bir kültürün eleştiri adabını inşa etmesi, kendisinin gelişim dinamiklerini süreklileştirerek var oluşunu sağlama alması adına çok önemli bir olgudur. Bu olgu kültürün dinamizmini göstereceği gibi onun sürekli kendisini yenilemesine de imkân sunar.
İnsan, sorgulamasını bilen ve uygulayan bir varlıktır. Bu özelliğini kaybettiği andan itibaren ise tahakküm altına alınmaya ve sömürülmeye açık bir yapı arz eder. Mevcut kültürün iyi veya kötü oluşu kadar, olumlu veya olumsuz niteliklere sahip oluşu da önemlidir. İşte bu durumu netleştirecek olan şey eleştiri ahlakıdır.
Eleştiri, bir şeyin olması gerekenle ile irtibatını sağlamaya matuf oluşu, hakikatin açığa çıkarılmasına vesile olur. Tabii ki eleştiri salt hakikatin ortaya çıkarılmasına matuf bir eylemlilik değildir
Bilakis, iyiyi, güzeli, doğruyu, olumsuzu, kötüyü, çirkini, gereksiz ve anlamsızı da ortaya koyma adına önemli düşünme zeminidir. Hatta daha iyi ve daha kötü kadar, daha doğru veya daha fazla yanlış gibi ara katmanlar açısından da vazgeçilmezdir.
Mevcudun dışına çıkmak derken kastedilen, mevcudun olaya, olguya, varlığa verdiği anlamın yeterliliğini veya yetersizliğini yeniden tartışacak bir zemine yaslanmadır. Örneğin, bugün modern batı kültürünün baskın karakteri mevcudu oluşturmaktadır. Bu mevcut durumun dışına çıkma olasılığı çok azdır.
Ancak, modern kültürün kodlarının oluşturduğu bir yaşamı tecrübe ile bilmekteyiz. Tarihi olanda ise bu tecrübe dışında bir kültürün varlığı ve o kültürün kodlarının farklılığını da biliyoruz. O zaman yapılması gerekli olanın iki kültürü ve kodlarını karşılaştırmalı bir şekilde, ama mevcudun baskısına yenik düşmeden, insanın neliği ve olması gerekenin ne olması gerektiği hususunda bir mukayese ve eleştiriye tabi kılmaktır.
Bunu gerçekleştirmek için hem tarihi olanın neliğini, hem içinde var olduğumuz modernliğin neliğini, hem de an açısından kendimizi doğru bir şekilde tanımlayarak mukayese yapıldığında bizi doğruya, gerçeğe ve dolayısıyla hakikate taşıyacaktır. Bu arada insanın neliğine dair bir bakışımızın kaçınılmazlığını da kaydedelim buraya…