Sorunun cevabı basitmiş gibi duruyor. Yaşayarak öğreniyoruz.
Elbette dünyaya insan olarak mı yoksa başka bir varlık olarak mı geleceğimiz, bizlerin elinde değil. Ama insanlığın da hakkını veremediğimiz ortada.
İnsanlıkla yollarımızı ayıralı dünyayı çamura dönüştürdük.
Bu soruyu bana sorduran ise son günlerde akıllara durgunluk verecek hadiseler yaşıyor olmamız.
Kur’an-ı Kerim’de İsrâ Suresi 70. Ayette “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” deniyor.
Maalesef insanoğlu bu üstünlüğünü, yakıp yıkmak, yok etmek ve zulüm yaparak kullanıyor.
Tîn Suresi 4-5 ve 6. Ayet ise şöyle: “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Yalnız inanan ve iyi işler yapanlar hariç. Onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de “Mümin onurlu ve kerem sahibidir.” diyor.
Hal ve davranışlarımızla bunu gösterebiliyor muyuz?
Tüm bunları üst üste koyduğumuzda gerçek insanlıktan ne kadar da uzaklaştığımız ortaya çıkıyor.
Kur’an ifadesiyle “aşağıların aşağısı”na düştük.
İsmini zaten bildiğiniz biri, “15 Temmuz kursağımızda kaldı, istediklerimizi yapamadık. Boş bulunduk… Yanlış anlaşılmasın, doğru anlaşılsın; bizim aile 50 kişiyi götürür. Bu konuda çok donanımlıyız maddi ve manevi olarak. Liderimizin yanındayız ve asla yedirmeyiz bu ülkede, onu söyleyeyim. Ayaklarını denk alsınlar. Bizim sitede hâlâ 3-5 var, benim listem hazır” diyor.
Kısaca insan öldürmek için liste yaptığını, komşularının çetelesini tuttuğunu ifade ediyor.
Oysa Mâide Suresi 32. Ayette şöyle deniyor: “Bunun içindir ki, İsrâiloğulları’na: “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” hükmünü yazdık (farz kıldık). Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.“
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; Ben, Allah-ü Teala komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.”
Bu açıklamaya karşı çıkması gereken bir başkası da, “talihsiz” denilebileceğini, yani istenirse onun dahi ifade edilmeyebileceğini, çok büyütülecek bir konu olmadığını belirtiyor.
Liyakatle değil siyasetle gelinen makamların düştüğü bir hal.
Bulunduğu partiyi evladı gibi gören ünlü siyasetçimiz ise yukarıdaki açıklamanın içeriğinden ziyade mensubu bulunduğu partiye bir zarar gelme ve başörtülülere olan bakış açısının değişebilme ihtimalinin korkusunu yaşıyor.
Meseleye ahlaksal, evrensel bakamıyoruz.
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.
Tekvîr Suresi 26. Ayette Allah soruyor: “Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz?“
Bu soruyu, başımızı iki elimizin arasına alarak düşünüp cevaplamamız gerekiyor. Gerçekten yaşanılanlara bakınca gidişatımızın hiç de iyi olmadığını görüyoruz.
Sakın bunların münferit olduğunu söylemeyiniz. Ahlaksal olarak ciddi anlamda bir çöküş yaşıyoruz.
Darbe konusunun ayyuka çıktığı şu günlerde bataklığın ana karargahlarından sosyal medyada, insan dediğimiz canlı, iyice ölçüyü kaçırmış vaziyette.
Üzülerek belirtmeliyim ki “şu kadın benim”, “bu kadını ben almam” tarzında hem de isimler verilerek paylaşımlar yapılıyor ve kimseler bu duruma ses çıkarmıyor. Bir işlem yapmıyor.
Bir televizyon kanalında ise konuşmacılar, 12-17 yaş arasındaki kadın vücudunu tartışıyor. Bir fakülte dekanının ağzından dökülen cümleler, geldiğimiz noktayı özetliyor. Daha vahimi de sosyal medyadan bu şahıs etiket yapılıp “Arkandayız” denilerek destek çıkılmaya çalışılıyor.
Bozacının şahidi şıracı.
Bir hakim, bir insanın yaşaması gerektiğini söylüyor ve bunu da paylaşıyor. 3 ay görevinden uzaklaştırılıyor. Doğal olarak hakim de soruyor:
Böyle hukuk olur mu?
Ünlü filozof Terry Eagleton, “Erdem sıkıcı hale geldiğinde kötülük de cazip hale gelir” diyor.
Erdemimizi tamamen kaybetmek üzereyiz.
Kötülükleri yaymaya çalışanlar daha rağbetteler. Sözleri daha dikkate değer bulunuyor. Münâfikûn Suresi 4. Ayette şöyle buyuruluyor:
“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?”
Kendini güncellemeyen insanoğlu, inandığı dini güncellemeye çalışıyor. Herkes kafasından yorumladıklarıyla amel ediyor. Herkes “kendi doğrusunu” “en doğru” kabul ediyor.
“Hayat ekme yeridir, biçme yeri değil” diyoruz ama insanoğlu biçmek için iyilik ekmiyor ki.
İnsanlığı toprağa verdik.
Bundan daha büyük zulüm mü olur?
Bu ülkede haksızlığa uğrayanlar var.
Bu ülkede adaleti siyasete harcatanlar var.
Bu ülkede anneleriyle cezaevlerinde büyüyen çocuklar var.
Kadınlar var, yetimler var.
Hastalar var.
Bu ülkede açlar var.
Bu ülkede patlamaya gelen toklar var.
Bu ülkede yöneticilerden nefret edenler var.
Bu ülkede kin var, nefret var.
Bu ülkede haksızlık var.
Bu ülkede helalleşme değil bir sözden ayrılık çıkaranlar var.
Bölenler, parçalayanlar var.
Bu kadar varların içerisinde şimdi bir de ahlaksal sorunlarımız var.
Nerede inandığımız Kur’an ahlakı?
Nerede inandığımız Nebi ahlakı?
Peygamber Efendimizin (s.a.v) bahsettiği günleri yaşıyoruz:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, Kur’ân bir vadide, onlar başka bir vadide olacaklar.”