Cumhurbaşkanı, iş dünyası örgütlerinden yargı reformu için hazırlık yapmalarını istedi.
TOBB ve MÜSİAD gibi, TÜSİAD da bu örgütler arasında.
Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, Adalet Bakanı Gül'le bir öngörüşme yaptı. Yakında iş dünyasıyla toplanıp görüşlerini alacaklarını duyurdu.
İnsan Hakları Eylem Planı da TÜSİAD'la görüşülecek.
TÜSİAD bu işe ne diyor, içlerinde ne tür fırtınalar kopuyor? Çok merak ediyorum.
Buraya gelineceğini çok önceden görmüşlerdi çünkü. İktidarı uyarmayı da denemişlerdi.
Ama ne zaman ağızlarını açıp haktan, hukuktan, demokrasiden bahsetmeye kalktılarsa hep işlerine bakmaları söylendi.
Azar işittiler, kötü niyetle suçlandılar, fena paylandılar.
Şimdi görüşlerini sormak için kapıları çalınacak.
Ne hissediyorlardır?
Bakanlarla toplandıklarında "Biz demiştik" mi diyecekler, yutkunacaklar mı?
Tuncay Özilhan'la konuşmak isterdim.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı olarak, uyardığına uyaracağına bin pişman edilmişti.
En son bir yıl önce, mayıs 2019'daydı.
Özilhan, iktidara şöyle seslenmişti:
"Dünyada yargının bağımsızlığında 111., kamu düzenlemelerine karşı yargıda hak aramada 109., basın özgürlüğünde 129. sıradayız. Bu nedenle diyoruz ki ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor."
Fakat ağzına tıkılmıştı yaptığı reform çağrısı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın cevabı ağırdı.
Şöyle terslemişti:
"Buram buram demokrasi hazımsızlığı kokan, üstüne bir de Türkiye'yi karalamak için istatistik cinliğine başvuran konuşmasını üzüntüyle dinledim. Bu tür istatistikler çoğunlukla ülkemize karşı yaklaşımlarının asla adil olmadığını bildiğimiz çevrelerin ürünüdür...
Bunu görmez. Halbuki bu kişi bizi hep ülkemizi 110'lu, 120'li sıralarda gösteren istatistik eğrileri üzerinden vurmaya çalışır.
Beyefendi; 17 yıl önce Türkiye'nin kişi başına milli geliri neydi, bugün ne? Sen o gün neredeydin, ekonomik olarak bugün neredesin? O günden bugüne sadece firman ne kadar büyüdü, arkadaşların ne kadar güçlendi, onu hiç masaya yatırmıyor musun?
Ben sizin 17 yıl önceki durumunuzu da biliyorum, bugünkü durumunuzu da. Yeri gelirse bunları da teşhir ederim ama şunu bilin ki Türkiye'yi dışarıdan vuranlar vurmaya çalışıyor ama içeriden vuranlara bunun hesabını sormasını da bilirim."
Erdoğan, Özilhan'dan beklentisini de bildirmişti.
TÜSİAD'ın, "politik tarafgirlikten daha ziyade, Türkiye'nin ekonomik bağımsızlık mücadelesine yaptığı katkılarla gündeme gelmesini arzu ettiklerini" açıklamıştı.
Nereden nereye!
Bir yıl sonra, TÜSİAD'ın sadece dediğine değil kapısına da geldi iktidar.
Demokrasi ve hukuk olmadan ekonominin toparlanmayacağını, şimdi bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan duyuyoruz.
Hak ve özgürlüklerdeki kötüleşmeler, iş dünyasını bire bir ilgilendiriyormuş, onların da işiymiş meğer.
İnsan Hakları Eylem Planı bile TÜSİAD'la görüşülmeden tamamlanamıyormuş.
'Van gölü hoşaf oldu amma bizim kaşıklar kırıldıktan sonra' demezler mi!
Cumhurbaşkanı ne dedi ne anlaşıldı?
İYİ Parti’li Lütfü Türkkan, imalı bir tivit attı.
Erdoğan’ın “Cumhur Ittifakı sürecek, reformları da MHP ile birlikte yapacağız” sözlerini paylaşıp üstüne şunu yazdı:
“Bunu ifade ettikten sonra dikkatli takip etmek lazım. Daha önce söylenenlere ve akabinde yapılanlara bakarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.”
Türkkan’ın ima ettiği şey açık. “Adetidir; dediğini yapmaz, yapacağının tersini söyler” demeye getiriyor.
Ve yalnız da değil. Böyle algılama eğilimi çok yaygınlaştı.
Hatta ‘Beştepeoloji’ diye bir kavram gelişti. Erdoğan’ın ne söylediği ama nasıl anlaşılması gerektiği, artık bir siyasi uzmanlık alanı olarak görülüyor.
Anayasa’nın 138. maddesinin muhalefete uygulanması için yargıya yaptığı çağrıyı alalım.
“Benim nasıl yargıya talimat verme hakkım yoksa, ana muhalefetin de yok” demişti.
Muhalefetin yargıyı etkileme, söz geçirme, talimat verme gücü, yetkisi olsa düz anlaşılabilirdi.
Zaten Kavala, Demirtaş, Altan ve benzerleri de çoktan bırakılmış olurdu.
Fakat AİHM’in tahliye, AYM’nin haksız tutuklama kararlarına rağmen bırakılmadılar.
Adalet Bakanı, onca tutuksuz yargılama ikazları yaptı, yine de bırakılmadılar.
Akla ve doğal işleyişe uymadığı için, bu sözler de söylendiği gibi anlaşılmadı.
Herkes, reform vaadinin başlamadan bitirildiğine yormadı.
Bilakis; şöyle anlayanlar oldu:
“Cumhurbaşkanı, mahkemelere karışamayacağını hatırlatıyor. Yargıya ‘serbestsiniz’, ortağına da ‘benden bilmeyin’ mesajı veriyor...”
Kavala ve Demirtaş yakında bırakılırsa şaşırmayacaklar da var yani.
Zaman içinde sözle eylem, söylenenle yapılan arasındaki artan tezattan kaynaklanıyor.
“Cumhurbaşkanı ne söylüyor, tamburası ona rağmen ne çalıyor” şeklinde yorumlanmıyor artık.