Etkileşim, yaşam dediğimiz şeyin varoluşunu besleyen en önemli etkenlerden biridir. İnsan, insan ile etkileşime geçtiği gibi doğa ile de etkileşime geçer. Etkileşim, kişinin varlığını belirgin kıldığı gibi, duygusal yapısını olumlu veya olumsuz etkileyerek onu yaşam karşısında güçlü veya zayıf kılabilir.
Bu bize etkileşimin iki boyutlu bir özelliği olduğunu gösteriyor. Etkileşim kişide olumlu etki yaptığında olumluluğa doğru bir seyir izler ve onu geliştirir. Ama aynı etkileşim kişide olumsuz bir etki bırakarak olumsuzluğu besleyerek onu şiddete meyyal hale getirerek bozgunculuk yapmasına neden olabilir.
Etkileşim, en nihayetinde bir olgusal düzlemi işaret eder. Etkileyen ve etkilenen varlık türünün en önemli temsilcisi insandır. İnsanın etkileşime konu olması bir yönüyle sağlanabilir. O da yapıp ettiklerinin hem kendisinde hem de çevresinde oluşturduğu olumlu veya olumsuz etkileşimdir.
İnsan, hem etkilenen bir varlıktır, hem de etkileyebilen varlıktır. Bu etkileme ve etkilenme insanı yaşamın odağına taşır. Bu etkileşim zemininde varlığın olumlu veya olumsuz yapılanması açığa çıkar.
Böylece insan, etkileşme sürecini doğru yapmadığı zaman kötüye aracılık ederek varlığın ve yaşamın kötüleşmesine katkı sunar. Bu kötülük dönüp o insanı da vurur.
Ama insan, iyiye yönelik bir etkileşim gösterdiğinde ise insan ve varlık olumsallığın içinde huzur bularak iyiyi egemen kılacak bir vasatın inşasına zemin oluşturduğu için hem dünya’da hem de ukba’da hayra taşır.
Vahiy şöyle formüle eder bu meseleyi (anlam itibarıyla): ‘Kim kötü bir örneklik gösterirse, o kötü örneği takip edenlerin kötülüklerin ceremesini çeker, kim de iyiye örneklik gösterirse, o da o iyiliği takip eden kişilerin adedince o iyiliğin ecrini alacaktır.’
Bu temel tespit, bize etkileşimin öyle sıradan bir olgu olmadığını, bilakis varlığımızın temelini oluşturduğunu hissettirmelidir.
Varlığın bir bütünsellik içinde var olduğunu ve sürekli birbirleri ile ilişkili oldukları yeni felsefi düşüncenin en önemli yaklaşımıdır.
Ki bu görüşü eski kadim kültürlerde de bulmak mümkündür. Varlığın birliği meselesinin bu bakış ile ilişkisinin farklı kültürlerde farklı yaklaşımlara neden olduğu söylenebilir.
Yaşamın kendisine dikkatle bakıldığında bu bütünselliği görmek mümkündür. Sistemde neredeyse hiçbir açık bulunamamaktadır. Kozmos, kaos içinde düzeni taşımaktadır. En derununda düzenin izlerini görmek ilahi meşiyeti görmek önemli ve vahiy bizi buna davet etmektedir. Farklı örneklerle ve farklı bağlamlar içinde…
Kendi hayatımıza baktığımız zaman bunu gözlemleme imkânı buluruz. İnsan olarak, öfkemizin, sevincimizin, nefretimizin, saygımızın, bağlılığımızın veya inkârımızın nedenini aradığımızda etkileşimin ve bu etkileşimi sağlayan inancımızın etkisini rahatlıkla gözlemleriz.
Olup biten her şeyin Allah ile bağıntısını doğru anlamak ve sürekli varlıkta barışı ikame etme adına doğru şeyler, iyi şeyler ve hakikatli şeyler yapmak için çalışmak bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getiren kişi örneklik teşkil eder.
Bu örnekliğe bakarak başka insanların iyi ve güzel şeyler yapmasına zemin oluşturur. İyilik çoğaldıkça, temsiliyeti güçlendikçe kötülük geride kalacak ve insanlar sadece iyiliğe yönelecekler ki bu da varlıktaki barışı ikame konusunda güçlü bir etki yapacaktır.
İnsanın ontik yapısı çok katmanlıdır. Sadece beden ve ruh ikilemi değil, beden, nefs/kişilik ve ruh gibi katmanları yanında o katmanları besleyen, zekâ, akıl, kalp, sezgi, duyarlılığı sağlayan hafıza, meseleyi kavramayı sağlayan tefekkür, hatırlamayı sağlayan tezekkür ve tedebbür ile soyut kapasitesini artıran hayal etme katmanları ile düşünce mekanizmasını besleyen bütün bu katmanlar insanda tezahür eder.
Eğer insan bu farklı katmanları birbirinin yerine kullanırsa veya yanlış yerlerde faaliyete zorlarsa ya da ikisini yan yana getirip diğerlerini göz ardı ederse işte o zaman sorun baş gösteriyor.
Yani her hangi bir meselede fikir üretirken veya yorum yaparken dikkate alınacak şeyin, o meselede geçerli olacak insandaki hangi katmanı olduğu bilgisi ve bilinci ile hareket edilirse iyi sonuca ulaşılabilir.
Yanlış konumlandırma yanlış sonuçlar doğurur. Örneğin, bir bebeğe annenin gösterdiği fedakârlığı görerek ona kızmak ve niye sen kendini düşünmüyorsun diyerek onu kendini düşünmeye sevk etmek bir yanlışa kapı aralamak olacaktır.
Ya da hayatını birlikte yaşayarak geçiren bir kişi ile hayatının dışında kalan ve az görüştüğü bir kişiye yönelik ilginin aynılığını istemekte de sorunlu bir yaklaşım olacaktır. -Bu bakış, soyut düzlemde varlığa gösterilecek sevgiyi dışarıda tutmadan değerlendirilmelidir.-
Farklı örnekler çok aslında. Ama her insan kendi örneklerini oluşturarak meseleyi daha doğru bir zeminde kavrama yeteneğini geliştirmelidir.
Etkileşimin doğasında iki temel etken belirleyici olmaktadır. Birinci unsur, her varlığın kendi doğasında var olan özellikleri sayesinde varlıkla kurduğu iletişim ve ilişkinin varlığıdır. Bu doğa ‘ilahi tabiat’ gereği oluşturulduğu gözlerden uzak tutulmamalıdır. Yani her varlık bir fıtrata/doğaya sahiptir. Ve bu doğası gereği yekdiğeri ile bir ilişkiye ve iletişime geçebilecek bir donanıma sahiptir.
İkincisi ise özne olarak insandır. İnsan, irade ve bilgi sayesinde hem kendi varlığına etki edebilmekte, hem de diğer varlık türlerine ve katmanlarına etki edebilmektedir. Bu etkileşimin doğası çoklu yapıya açık olduğu için her insan adedince etkileşim söz konusu oluyor.
Ancak insan, iktidarlar oluşturarak bu iktidarlar eliyle müdahil olduğunda kalıcı etkiler bırakmaktadır. Ya da akli yetisini kullanarak kendisine musahhar kılınmış varlığı dilediği gibi şekillendirmeye çalışmaktadır.Varlıkta boşluk olmadığı için bu müdahaleler insana yeni varoluşlar olarak geri dönmektedir.
Tarih ve tarihin sürekliliğini sağlayan şey ile tarih tekerrür eder dedirten olgunun nedeni, bu iktidar ve bilgi üzerinden elde edilen gücün kullanımı ile varlığı kendi doğasının dışına taşıma arayışı ve arzusudur.
İlahi müdahale bu iki etkileşim sürecinde meydana gelen çatlakları yeniden tanzim ederek normalleşmeyi sağlamaya matuf etkilemelerdir. Çünkü gücü elinde tutan iktidar ve insan yıkıcı bir rol aldığında yaşamı kendi doğasının dışına taşırma hamleleri yaparak kendi bencilliğini doyuma kavuşturma emeline sahiptir.
İşte bu noktada diğer insanların ve yaşamın kendi doğasına geri dönüşünü sağlama alma ilahi iradenin olaya müdahalesini gerekli kıldığında bu müdahale kaçınılmaz oluvermektedir. İnsanlık tarihinde bu tip kırılmalar ve ilahi müdahale örnekleri hem dinin vahyedilmiş metinlerinde hem de mitolojik anlatılarda bulmak her zaman mümkündür.
Fakat bütün bu tip müdahaleler varlığın kendi tabii akışını sürdürmesine halel getirmeden olup bitmektedir. İnsan, sürekli yeni arayışlara yönelerek hem fesat/yıkıcı, hem salihat/yapıcı eylemlere yönelmekten vazgeçmemektedir.
Artık insanın rüştünü ispat ettiği dile getiriliyor. Yalnız, bu rüşt, insanın kendi sonunu hazırlamaktan imtina etmiyor. Etkileşim sürekli sos vermektedir, tehlike çanları çalmaya devam ediyor.
Öyle bir hayatı yaşamaya başladık ki her adımda insan yabancılaşıyor; hem kendine, hem Rabbine, hem varlığa, hem ilişkinin mahiyetine, hem yaptığı işe, hem duygunun ve rasyonun kendisine…
İnsanın gürültüye boğularak düşünmesinin önüne geçildiği bir zeminde etkileşimin doruğa çıktığı söylenebilir.
Bugün insan, bir an bile yalnız bırakılmamaktadır. Her anı doldurulup onu gürültüye boğmaktadır. İnsan, bu kalabalığın içinde yalnızlaşarak kendi vicdanında mahkûm ediliyor.
Kendi kendisini cezalandıran insan, başkasını cezalandırmada normalleşme buluyor. Böylece insanın yıkıcılığı çoğalıyor.
Etkileşim burada çok yüksek bir frekans üzerinden iş görüyor. Bir taraftan sağır ediyor, diğer taraftan sadece kendi sesini duyuracak bir mekanizma kuruyor. Gözleri köreltiyor, sadece kendisinin gösterdiği şeyi görecek bir düzenlemeye sahip oluyor.
Böylece insan, gözü var, göremiyor, kulağı var, işitemiyor, kalbi var, ama hissedemiyor. Dolayısıyla bugün etkileşim tek yönlü işletiliyor…
Ancak, etkileşim kendi doğasına ihanet etmez. Bu noktada insanın devreye girerek etkileşimin bozulan kodlarını yeniden düzeltmesi elzemdir. Bu düzeltme arayışında eğer insan takat getiremezse bilmeli ki ‘ilahi müdahale’ yardıma gelecektir.
Burada asıl olan şey; insanın bu kötü gidişatı görmesi, giderilmesi konusunda irade beyanında bulunması, iradeden sonra nasıl yapması gerektiği konusunda düşünce zeminine sahip olabilmesi ve birlikte paylaşarak bu sorumluluğu ifa edecek bir topluluğun varlığıdır.
Sabır, güneş gibidir diyen Peygamberin takipçileri olarak, aydınlatmalıyız, hem kendimizi, hem varlığı ve hem de etkileşimi…
O zaman yeni bir etkileşim zemini kurularak yeni bir ilişki ve etkileşim sağlanabilir. Kötüye giden her şeyin yeniden iyiye yönelmesinin vasatı kurulabilir.
Bunu sağlayacak insanların ise Allah’ın sevdiği kullar olacağı ve kendi kulluklarını büyük bir aşkla yerine getirme arzuları kabul edilecektir.
Son olarak insan, iyi etkileşime kapısını sonuna kadar açmalıdır. Kötü etkileşime ise kapısını kapamalıdır. İnsan, kötü etkileşimi ortadan kaldıracak bir fıtrata/doğaya sahiptir. Bu insana verilen en büyük lütuftur.
İnsan etkilendiği kadar etkileyebildiği oranda insan olur. Bu etkileşimi tek yönlü değil, çift yönlü gerçekleştirdiğinde kendini bulacaktır. Bütün hikâye ise insanın kendisini bulması ve bu buluş üzerinden etkileşimi derinleştirerek etkileşimin kendi doğal seyrine kavuşmasını sağlamaya çalışmasıdır.
Bu etkileşimde ise insan ne kadar etkin olabilirse o kadar insan olur… Etkilenmesi ise kendi iradesi ile gerçekleştiğinde insan, kendi olabilen ve kendi olarak varlığı iyiye yönelterek kendi sorumluluğunu ifa ederek vuslata kavuşan olacaktır.
Kaynak: turkish.aawsat.com