İnsanı küçük görme, küçümseme, aşağılama eyleminde bulunanların kişiliğinden yansıyan hâller kişiyi tanımlar. Kendini üstün görme gurur ve kibri başkalarını küçümsemeye neden. Kişinin soyu, sopu, doğumu kişinin kendisinden kaynaklanmıyor. Bu, Allah´ın her kula verdiği bir lütuf. Kişilerin gelişim ve oluşumları ortamlarıyla ilgili. Bu, aile, okul, sokak, kişinin kendi çabasıyla edindikleri başlıca nedenler.
İnsanlar belli konumlara gelebilirler. Geldikleri andan itibaren sınırlarını bilme, ona göre davranma ve eylemde bulunma da bir karakter ve kişilik.
Merhamet ve şefkati tükenmiş olanlardan adil olmaları beklenemez. Adaletsizlik ve hakkaniyetsizlik zaten bir kişilik sorunu. Kendisini, çevresini, bağlılarını öncelemelere bu kişilik yapısının bir sonucu.
Hayatı bu dünya ile sınırlı bilme, aşırılıklara neden. İnsanda bir korku ve ürperiş yok ise yakınması da olmaz. O kimse kendini en üstün ve ayrıcalıklı görür. Korku ve yakarış insan doğasında var olan bir durum. Büyük felâketler karşısında çaresiz kalanları saran korku bir sığınma gerektirir. İman etmemiş olanların sığınması olmaz, korkusu geçicidir. Bu, insanı bunalımlara sürükler. Bir süre sonra eski hâline bürünür.
?Güç´ün karşısında teslimiyet ve bağlanış zorunluluk. Bağlanma, insana değil, insana ve kâinatı Yaratan´a. Bütün güçlerin üzerinde O var.
Dünya mülkü, insana, cin ve hayvanlara bağışlanmış. Her varlık kendi sınırları içinde yaşar ve edineceklerini edinir. Ancak bütün varlıklar insana bağışlanmış. İnsanlık ise bu dünya mülkünde emek ve çabasının karşılığını alır. İnsanlık dünyanın soluyan ruhu. Hakkı olmayanı almak hak gaspı. Yani başkalarının hakkına girmedir. Zalimlikler hak gaspı ile başlar. Kendisine ait ve hakkı olmayanı edinme zulümdür, hangi yöntemle olursa olsun fark etmez.
Güç, adaletin önüne geçiyorsa, hemen her şeyi kendine ait biliyorsa orada hak ve adaletten söz edilemez. Paylaşımlarda adil olunmazsa bu hak gaspıdır. Kişiyi kendi meşrebinde görmeyenler başkalarının haklarını engelleme ya da gasp haksızlık. Yaratılmış olan her canlı varlık yeryüzü mülkünden nasiplenme hakkına sahip. Kişilerin yanlışları kendilerini bağlar.
Müslümanların tarihinde adil sultanların sayısı çok. Bunlar hem kendileri için hem de mensubu bulundukları çevre için örnektirler. Sicilya´da yönetimde bulunan İbn Zafer bunlardan biri. Onun sıfatı Âdil Sultan´dır. Sicilya ve İtalyanların kimi kesimlerini ciddî anlamda etkilemiştir. Endülüs sultanları, Osmanlı sultanları da böyledir. Sultan Selahaddin öldüğünde geriye mülk saltanatı bırakmadı.
Dünya mülkünün saltanatına kapılanlar oluşturdukları mülklerle güç gösterisinde bulunurlar. Gücü adaletli olmada değil baskı ve hak gaspında görenler korku salarlar. Sevgi ve merhamet onlardan uzak olur. Giyimleri, kuşamları, yürüyüşleri, sofraları, insanların arasındaki durumları kendilerini tanımlamaya yeter.
Müslüman olduğu iddiasında bulunanlar İslâm´ın kurallarını, hayat anlayışını benimseme ve özümsemeyle yükümlüdürler. Kendileri iyi ve özgün örnek olamıyorlarsa, başkaları üzerinde olumlu etki bırakmaları beklenemez. Kişi önce kendi nefsi ile sınanır ve tanımlanır.
Kişi kendisini hem Hz. Ömer gibi celalli görür onun azamet tarafını örnek alır hem de onun adalet ve hakkaniyet yönünü benimsemez ise asla kendini ona benzetmesin. O, onu örnek kişilik olarak benimsememiş demektir. Sadece kararlı ve celâlli yönünü bir güç olarak kullanıyorsa bu bir çıkar duygusudur. İşine alanı benimseme, gelmeyeni gözetmemedir.
İnsan onuru insana saygı ve sevgidir. Onu olduğu gibi kabullenme ve hakkını teslim etmedir. Kişiyi kendi çizgisine çekme baskısı zulümdür. Müslüman´ın görevi anlatma, tebliğ ve yaşama örnekliğidir. Bunun içindir de ısrarla Peygamber ahlâkı ve örnekliği temel vurgusunu yapmak durumundayız. Bir bedevi ile en yakın arkadaşları arasında fark gözetmeyen bir Peygamber ahlâkıdır bize örnek olabilecek