AKP’nin HDP’ye çok kızgın olduğunu biliyoruz. Mart seçimleri tekrar edildiğinde HDP seçmenini dönüştürmek için Öcalan’dan yardım istenmişti.
Tam o anda Bahçeli bile müdahil olmuş ve onun: “Öcalan HDP’nin istismarına müdahale etti” ifadesi gündeme damga vurmuştu.
Herkesin bildiği sırlardan biri HDP’nin ve Demirtaş’ın 7 Haziran seçimlerinden sonra gözden düşmesiydi.
Çünkü 7 Haziran seçimleri AKP’nin ilk yenilgisiydi.
MHP seçimlere muhalefette girmiş, seçimi kazanmış ama seçimden sonra muhaliflikten müttefikliğe geçmişti.
2015’in sıcak yazında yaşananlar 1 Kasım’da yinelenen seçimler ve akabinde hızla dönüşen bir Türkiye.
Darbe girişiminin ülkenin bir dönem el üstünde tutulanlarını yerin dibine sokması ile yaşanan süreç ise, gerçek üstü bir gündem olarak tarihe not düştü.
Bundan sonra zembereğin tamamen dağılması ve akabinde siyasetin suç haline dönüşmesi aşamasına geçtik.
Evet fazla lafı çevirmeye gerek yok. Burada geldiğimiz aşama siyasetin suç olarak tanımlanmasından ötesi değildir. Meclis toplantısında Meral Danış Beştaş’ın anımsattığı gibi bir zamanların 312. Maddesinden yargılandığında Erdoğan için de siyaset suç olmuştu.
Bir şiir okumak Erdoğan’a hapse mal olmuştu.
[O sıralar Kanal 6’da muhabirdim. “Erdoğan’ın siyasi hayatı dumura uğradı” başlığıyla ana haberde 4 dklık bir haber yapmıştım. Çok beğenilen bir haber olmuştu.]
Gerçi o zamanın yasaları hem hızlı hem de daha insaflıydı. Erdoğan jet hızıyla girdiği hapisten aynı hızda çıkmıştı. Bugün giriş hızlı, çıkış ise gayet müşkül.
Halkın özgür iradesi ile seçtiği vekiller ve belediye başkanları günlerdir ya da aylardır değil yıllardır hapiste.
Yasalara uygun biçimde seçimlere iştirak eden yerel yöneticiler hem koltuklarından hem özgürlüklerinden oldular.
Siyaset yapmak bedeli mahkumiyet olan bir sürece dönüşmüş durumda. Üstelik yasaların müsaade ettiği bir partinin başkanlığını ya da büyük şehir belediye başkanlığını yapan isimler için sıradanlaşan bir hal aldı bu durum.
Parti isimleri ile PKK birleştirilerek partiler itibarsızlaştırılıyor. Oysa bu itibarsızlaştırmayı yapanların çözüm sürecindeki konumları ya da yukarıda belirttiğimiz Öcalan’a (PKK Kurucusu) dair tavırları ise zihinlerde canlı biçimde duruyor.
Aslında bir af olduğunu herkesin bildiği ama çifte standartlı tutum nedeniyle infaz indirimi olarak lanse edilen yasanın, fikir beyan edenlere karşı toleranssız tavrının savunmasında hep bu kavramlar yer alıyor.
İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i kazanamamış bir iktidar böylesi kritik bir konuda dahi muhalefetle müzakere etmekten geri duruyor. Meşru bir zemin olarak Meclis öne çıkarılıyor ancak Meclis’in yarısını, halkın ise (son seçimler itibariyle) çok daha azını temsil eden iki partinin dışındaki görüşlere yok hükmü uygulanıyor.
AKP’li Özlem Zengin hukuku mantık olarak tarif ederken bundan yüzyıllar önce yaşamış Aristo’yu da günümüze taşıyor. AKP’nin karşıtlarını dışarıda tutan yasayı “yandaşları kayırmakla” suçlayan muhalefetin, “bu yasa ile zamanında Erdoğan’a reva görülen hukuksuzluk dahi önlenemezdi” ifadesi bile eleştiriden nasibini alıyor.
Özlem Hanım : “Bakın biz Erdoğan’ı bile savunmayan yasa yaptık” diye tezini ortaya koyuyor.
Tarihi bükerek ve zamanda yolculuk yaparcasına birbiriyle alakasız dönemleri üstüste koyarak senteze ulaşan AKP’li siyasetçi, gücü bütünüyle temerküz ettiği için kendini haklı görebilir. Ancak bir itirafa dönüşen mantık yürütmenin özünde kendi gerçekliğinden de kopma yer almaktadır.
AKP sadece kendi savundukları ile değil bizatihi kendi varoluşu ile bile ters düşen bir anti hale geçmiştir. Partisinin ebedi liderinin sadece düşünce ifadesi nedeniyle hapse düştüğünü unutmakla kalmamış, bu unutmayı savunacak kadar da gerçeklik duygusunu yitirmiştir.
Aristo mantığı deyince akla tekerlemeler gelir. “Hayat acıdır, biber de acıdır, öyleyse hayat biberdir” en ünlü versiyonudur.
AKP’nin Aristo mantığı ile yürüttüğü af projesinin, Aristo’dan çok yıllar sonra yaşamış İtalyan siyasetçi Makyavel’e daha çok yakışacağı kesindir.
Makyavelizmin düsturunda tam da Özlem Hanım’ın geçmişi unutması ya da aslında geçmişi yeniden yazması şu cümleyle ifade olunur:
“İnsan, yönetim için bir araçtır. Yöneticiler, kendisini dini bütün, dürüst, güvenilir, iyi yürekli, adil, yansız olduğuna inandırmalıdır. Ama yönetenin bu nitelikleri kendinde bulundurması gerekmez. Liderin amacına ulaşması için uygulayabileceği her yöntem ve davranış yasaldır. Başarıya ulaştığında yöneticinin uyguladığı yönetim ve eylemleri tartışılamaz, yasa sayılır."