İnsan sâdece eylemekle kalmaz. Eyledikleri üzerine düşünür de. Bu, felsefede, praxis ve theoria olarak kavramlaştırılır. Mesele, medeniyet örüntülerinin karmaşıklaşması karşısında, zihnî faaliyetlerin mevzuu olan theoria’nın sınırlılığı veyâ kapasite zayıflığıdır. Daha basit olarak ifâde edecek olursak, hayat zihnî kavrayışların imkânlarını fersah fersah aşacak derecede karmaşıklaşmıştır. Bu açığı kapatmak için başlıca üç yolun tâkip edildiğini düşünüyorum. İlki, zihnî faaliyette bulunan bir kısım insanların, metinlerin şehvetine kapılarak, târihsel bağlamlarından koparak teorik dünyâlarda, anlaşılmaz metinlerde, jargon ve kavram fetişizmi içinde kaybolmasıdır. İkincisi ve hayli az olarak, târihsel temelde sebât edip, yaygın ve derin bir ilişkiler ağı içinde daha ihatalı kavrayışların imkânlarına doğru istikamet kazanmaya çalışmaktır. (Bu çevrelerin çalışmalarını çok değerli bulduğumu söylemeliyim). Ama en yaygın olan üçüncü yoldur. Bu yol; ilkinin tam aksine somutluk adına praxis’e teslim olmuş, indirgemecilik olarak bilinen bir basitçiliğe sürüklenmiştir.
Misâl verelim.. Meselâ ekonomizm bunlardan birisidir. Yaşanan her hâdisenin mutlak surette ekonomik sebeplere bağlanması indirgemeci bir basitçiliktir. Kültüralizm veyâ kültürizm aynı zaafın, indirgemeciliğin başka bir yüzüdür. Her hâdisenin siyasâl bir sebebi olduğundan hareket edenler de vardır. Buna da siyâsal indirgemecilik diyebiliriz. Misâlleri çoğaltabiliriz. Sosyolojizm, psikolojizm diğer indirgemecilik örüntüleridir. Uzmanlaşma çağında, indirgemecilik için daha müsâit zeminler ortaya çıktığını da kaydetmeliyiz.
İndirgemecilik kaçınılmaz olarak bir yüzeyselleşmeye de sebebiyet vermektedir. Yaşanan hâdiseleri tek bir sahaya hapsetmek ve o sahanın jargonu üzerinden değerlendirmek modern, hele ki postmodern dünyânın zihin tembelliğini ve yüzeyselleşmesini karakterize eder. Ekonomi düşüncesinin ekonometri ve işletme disiplinine (business administration) evrilmesi, siyasal bilimin uluslararası ilişkiler disiplini tarafından ezilmesi, psikoloji düşüncesinin terapik-klinik ihtiyaçlar doğrultusunda popülerleşmesi, târih düşüncesinin atölyelere dağılması, hikâyeleşerek turistikleşmesi burada anlattığımız meselenin işâretleridir.
İnsanlığın zihnî evreni, bütünlüklü kavrayışlardan uzak, uzmanlıkların desteğinde parçalı, kopuk kopuk bir mâhiyet sergiliyor. Onu, her derde şifâ dağıtmayı vaad eden bir eczahâneye benzetmekten kendimi alıkoyamıyorum. Deprem mi oldu, gelsin jeologlar, yer bilimcileri… Pandemi mi oldu, gelsin hekimler ordusu… Dinî bir mesele mi var, gelsin ilâhiyatçılar..Savaş mı çıktı, dizilsinler uluslararası ilişkiler kompetanları, emekli askerler, boy boy stratejistler… Medya da, kendisini aynı basitçilik akımına kaptırarak bu mâlûmat aktarımının ana mecrâsı olmayı vazife edinmiş durumda…
Doğrusu, uzmanlıkların hâdiselerin anlaşılmasındaki katkılarını toptan inkâr edecek değilim. Elbette onların anlattıkları da kıymetlidir. Ama bu mâlûmat bombardımanı karşılığında bir azalan verimlilikler yasasının işlediğini; bunun da bir kavrayış körlüğü doğurmakta olduğunu da görmezlikten gelemeyiz. Cehâlet sâdece bilgisizliğin fonksiyonu değildir. Çok şey bilerek, öğrenerek de câhil kalınabilir.
Rusya ile Ukrayna arasında çıkan savaşta da aynı filmi izlemeye başladık. İnsanlık durumlarının kavranmasında dil, târih ve coğrafyanın ehemmiyetini, Türk maarif sisteminde bu hususta yaşanan zaafları sık sık dile getirirdik. Bunun bir parçası olarak, Türklerin harita bilgisinin ne kadar kıt olduğundan da yakınarak konuştuğumuzu hazin hazin hatırlıyorum…Ama savaş esnâsında yaşadıklarımız bu lâfları ettiğimize bizi pişman etti. Her kanalda, arka plâna yansıtılan harita bolluğunu görünce şaşırdık kaldık.. Uzmanlar Ukrayna haritalarının ıcığını cıcığını çıkardı. İrili ufaklı sayısız kasabanın adını beller olduk. Hânelerimizin mütevâzı odaları, Genel Kurmay Strateji ve Plânlama merkezlerine döndü. Haşmet Babaoğlu’nun köşesinde, haklı olarak ve esprili bir şekilde vurguladığı üzere, şimdi anladık neden her Anadolu kasabasına bir Uluslararası İlişkiler Fakültesi açılmasının hikmetini… Gelin görün ki iki haftalık bu bilgi bombardımanının neticesinde kimin bu savaşın neden veyâ çıktığına dâir bir fikri oldu mu acaba? Hiç zannetmiyorum. Kavrayış boşluğunu ise komplo teorisyenleri doldurdu..Her zaman yaptıkları gibi savaşın içinden gizli târikatler, şeytan ayinleri çıkardılar…
90’ların entelektüel iklimini hatırlıyorum... Koca koca adamlar, büyük anlatıların sonunu ilân ediyorlardı. Hakikât o soyut büyük hikâyelerde değil, küçük ve somut hikâyelerdeydi. Theoria’nın, praxis karşısındaki yenilgisinin, iflâsının bir beyannamesiydi bu açıklamalar… Öyle olunca işte böyle oluyor…