Tarih: 15.04.2020 18:27

İmtihan günlerinde müslümanca yaşamak

Facebook Twitter Linked-in

Koronavirüs salgını nedeniyle tüm dünya sancılı bir dönemden geçiyor. Bedensel olduğu kadar ruhsal ve sosyal yönden de kendimize ve çevremize dikkat etmemiz gereken bu günlerin Müslümanlar için ayrı bir önemi var. Çünkü yaşadığımız musibetlerden maddi ve manevi dersler çıkarmakla, sonrasında bu muhasebeyi sözden fiiliyata taşımakla mükellefiz. Rasûlullah Efendimiz (sav)’in hayatı, bu imtihanı nasıl vermemiz gerektiğine dair sayısız örnekle dolu. Özellikle risaletin ilk yıllarında yaşadığı ağır sıkıntılara karşı gösterdiği emsalsiz sabrıyla; barışta, savaşta, darlık ve genişlik zamanlarında her zaman yaratanına karşı kulluk vazifesi olan duayı yerine getirmesiyle hayatımızın her safhasında olduğu gibi bu alanda da yegâne rehberimiz Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav)’dir.

Ruh Sağlığımız Beden Sağlığımız Kadar Önemli
(Yahyahan Güney / Yeryüzü Doktorları Derneği Genel Başkanı)

İnsanlık tarihinde bugüne kadar pek çok salgın yaşandı. Veba, kolera, İspanyol gribi… Ve şu an dünyamız bir kez daha küresel bir salgınla karşı karşıya. Ancak tarihin de gösterdiği gibi, insanlık her seferinde bu salgınları bir şekilde kontrol altına almayı başardı; ilaçları, aşıları üretti. Herkes müsterih olsun. Bu çözümler, bugünün teknolojisi ve ilerleyen tıp bilimi ile birlikte çok daha hızlı bir şekilde oluşturulacak. Şu anda dünyanın her yerinde bilim insanları, çeşitli tedavi yöntemleri ve aşı üretimi üzerinde çalışmakta. Hâlihazırda faydalarını gördüğümüz tedaviler de oldu, kullanılmaya başlandı. Aşının üretilmesi biraz zaman alacak bir süreç ama etkisi daha yüksek olan ilaçların günbegün kullanılmaya başlandığını göreceğiz.

Bu dönemde halkımıza düşen, bakanlığımızın yönlendirmelerine uyarak evde kalmak, sosyal mesafeyi korumak, hijyene dikkat etmek ve hepsinden önemlisi, ümitsizliğe kapılmamak; beden sağlığımız kadar ruh sağlığımızı da korumak. Medeniyetimiz bize sadece kendimizi değil, çevremizi de düşünmemizi söyler. Bu anlamda, bu dönemde ortaya çıkan mağduriyetlere dair halkımızın elinden geleni yapacağına; yaşlısına, hastasına, hasta yakınına, işsiz kalanına el uzatacağına hiç şüphem yok. Tüm bu zor günleri geride bıraktığımızda, kazanmış olduğumuz yeni değerlerle birlikte, sağlık ve sevgi dolu bir geleceğe yeniden kavuşabilmek ümidiyle…

Dua Akıbeti Değiştirir
(Amina Siljak-Jesenkovic / Türkolog - Yazar)

Bu karantina dönemi beni savaş günlerine götürüyor. Ne kadar düşünmemeye çalışsam da aklıma hep o günler geliyor. Savaşın son günlerinde her şeyden yorulmuştum, eşim çok yoğun çatışmaların olduğu bir tepeye gidecekti, görev haberi geldiğinden beri gözyaşlarımı tutamıyordum. Bosna’da süren savaş boyunca hiç ağlamamama rağmen elimde değildi artık. İlahiyatçı olan eniştem bunun üzerine beni karşısına aldı ve hiç unutmayacağım şu sözleri söyledi: “İyimserlik de dua, kötümserlik de dua. Malumundur ki sadece dua akıbeti değiştirebilir. Malumundur ki duaların kabul olduğu anlar var. Sen böyle kara kara düşünürken, ağlarken, o anda melekler senin gönlündeki düşünceye âmin dese, maazallah, kara düşüncelerin kötü bir sonuca sebep olabilir.” O anda gözyaşlarım durdu, her türlü kötümserlik gönlümden silindi. Şükür, eşim de cepheden sağ salim döndü.

Şimdi bu karantina günlerinde düşünüyorum, ne kadar nankördük. Kaç defa içimizden ofladık eve misafir akıyor diye, ofise gitmek zorundayız diye, toplantılara katılmak zorundayız diye… Söyleniyorduk, en azından içimizden şikâyet ediyorduk. Ah vaktim olsa da evde dursam, şu kitapları okusam, hane ehliyle biraz daha vakit geçirsem diye içimizden geçiriyorduk. Kim bilir kimin gönlünden geçen dua kabul oldu ki Kovid-19 sebebiyle üniversiteye gidemiyoruz şimdi, nöbetimiz olsa da yalnız başına ofiste telefonlara bakıyoruz, iş arkadaşlarımızla görüşemiyoruz, dostlarla buluşamıyoruz, yemekli ziyaretlere gidemiyoruz, seyahat edemiyoruz, toplantılar internet üzerinden daha da bıktırıcı oluyor. Aklımızı kullansaydık, gönül gözümüz açık olsaydı, “neylerse güzel eyler” diye her hale şükür etseydik keşke.

Şimdi bu günlerde evde dururken özümle biraz daha tanışsam, barışsam ne güzel olur. Kitap okusam, birikmiş işleri bitirsem ne güzel olur. Şimdi bu günlerde, Güzel Olan’dan güzellikleri talep ediyorum sadece.

“Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar hastalık, endişe, keder, acı, kaygı gibi musibetleri onun günahlarına kefaret kılar.”
(Buhârî, Merda, 1)

Ümide Ancak Birlikte Ulaşabiliriz

(Mustafa Ruhi Şirin / Çocuk Vakfı Başkanı - Yazar)

Allah’ın yerine aklı ikame eden modern uygarlığın büyük krizinin tam ortasındayız. Çünkü Allah’ın koyduğu mizana uyulmadı ve sınırları aşıldı. Kovid-19 ise bütün insanlık için hem uyarı hem de ikaz oldu. Hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün insanlık sınavdadır. Allah, ümitsizliği yasaklamıştır. Korku ve kaygıyı derinleştirmek yerine, sabır ikliminde yaşamayı öğrenmeliyiz. İslâm Peygamberi (sav) “İmanın yarısı sabırdır” buyurmuştur. Sabır ve yakarış ümidi yeniledikçe kendimizle ve dünyayla yüzleşmemiz kolaylaşacaktır. Kanaatime göre Üçüncü Dünya Savaşı içindeyiz. Modern uygarlığın büyük krizi karşısında tam bir yol ayrımındadır insanlık: Kadim insanlık ahlakı ile adalet, kardeşlik ve barışın yaşanacağı bir dünya için mi yola çıkacağız, yoksa tüm insanlığın daha kolay kontrol edileceği yeni bir politik sistemin esiri mi olacağız? İnsanlığı büyük korku kuşatmasından kurtarabilmek, arınmak ve Allah’a yönelmekle mümkün olabilir. İnsanlığın ortak hareket etmesi hâlinde “İnsanlık Gemisi”ni ümit yolculuğuna çıkarabiliriz. Bunun için bir dileğim var: Kovid-19’a kadar insanlık, çocuğa ve çocuk onuruna saygıyı öğrenememişti. Çocukları dinleyeceğimiz ve soracakları büyük soruları ödev kabul edeceğimiz günlerin başlamasını temenni ediyorum.

Başka Bir Dünya İçin
(Yıldız Ramazanoğlu / Yazar)

Korona virüsü, mikroskopta güçlükle görülecek kadar küçük. Fakat kocaman gözleri var ve insanları ayırt etmeksizin hepimize karmakarışık duygular içinde bakıyor, sesleniyor ve bir şey anlatıyor. İnsan dışındaki bütün yaratılmışlar gibi günahsız ve masum. Belki de “Yerler ve gökler adaletle ayakta durur” hadisini hatırlatmaya gelen bir elçi. Küresel eşitsizliğe, adaletsizliğe ve kan dökücülüğe karşı bir uyarıcı. Yeryüzünde başka bir dünya mümkün diyenleri tevhid etmesini umuyorum. Bunun için insaf, merhamet ve adaleti ayakta tutmaya yönelik yoğun bir emek lazım. Ne mutlu bu hedef için yaşamını, vaktini, nakdini, enerjisini, emeğini seferber edenlere. Ne mutlu dibe inmiş dünyanın yukarı tırmanmasında benim de tuzum olsun diyenlere.

Kaos zamanlarında imkânın tohumları ekilidir, hayata yepyeni ve kuşatıcı bir mana verecek olan yeni bakış açıları, benliğimizi sigaya çeken bir nefis muhasebesi böyle zor zamanların meyvesi olarak ortaya çıkar.

Ölüm Farkındalığı Hayatı Besler
(Kemal Sayar / Psikiyatrist - Yazar)

Bu ölümcül salgın, içimizin ta derinlerinde bekleyen bir endişeyi uykusundan sesledi: Ölüm endişesi. Ne güzel onu unutarak yaşıyorduk. Oysa ölüm farkındalığı derin bir biçimde hayatı besler. Ölümün nefesini ensesinde hisseden kişi, hayatın onu anlama çağıran davetine bir cevap vermek zorundadır. Ölümü fark etmek, bizi hayatın her alanını değerlendirmeye, bugünü daha dolu dolu yaşamaya iter. Ölümü dikkate almak, bizim için varlığı da dikkate almaktır. Ölüm yönelimli bir varlık olduğumuzun idraki; hayatlarımıza bir mana, bir duygu ve yönelim katar. İnsanın kendi ölümlülüğüyle yüzleşmesi, yaşadığımız salgın gibi büyük felaketlerde sıklıkla olur. Kaos zamanlarında imkânın tohumları ekilidir, hayata yepyeni ve kuşatıcı bir mana verecek olan yeni bakış açıları, benliğimizi sigaya çeken bir nefis muhasebesi böyle zor zamanların meyvesi olarak, bir bağış gibi, uzun bir kuraklıktan sonra yağan yağmur gibi, yağmurun ardından tüten toprak kokusu gibi ortaya çıkar. İnsan, faniliğiyle yüzleşerek büyür, olgunlaşır. Virüs salgını dışarıdaki hayatın tekinsizliğini, insanın mutlak acziyetini adeta gözümüzün içine soktu. Ne kadar yaralanabilir ve kırılgan olduğumuzu bihakkın idrak ettik. Hepimizin içinde yüzen endişe, sokağın başladığı yerde emniyetsizliğin de başladığını, hayatın adeta pamuk ipliğine bağlı olduğunu bize gösterdi. Ölümden saklanamayız, saklandığımız her kovukta bizi bulur. Salgın bize bu tekinsizlik ve incinme deneyimini ilk elden yaşattı.

İnsanı Ölümden Ancak Eceli Korur
(Hakan Alvan / Bestekâr - Neyzen)

Yıllar önce, uçakla Ankara’dan İstanbul’a gelirken, iniş sırasında sert fırtınadan dolayı türbülansa yakalanmıştık. Türbülans o kadar şiddetliydi ki uçak deprem olurcasına titremeye başladı; hava maskeleri açıldı, insanlar kusmaya başladı. Ben de herkes gibi korktum ve endişelendim. O anda kendi kendime sadece şunu söyleyebildim: “Keşke şu hayatı biraz daha dikkatli yaşasaydım.” Bu olayı ve o anda kendi kendime söylediğim sözü unutmamaya çalışıyorum. Bugünlerde içinde olduğumuz Korona salgınında da aynı düşünce tekrar tekrar hatırlatıyor kendini bana. Çok sevdiğim bir zatın şu sözü de en büyük tesellim olarak zihnimde dönüp duruyor: “İnsanı ölümden ancak eceli korur.” Dinleyen anlatandan arif gerek, vesselam.

“Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksilterek imtihan ederiz. (Ey Peygamber) sabredenlere müjdele!”
(Bakara, 155)

Sabır Tek Başına Yetmez
(Mehmet Ali Büyükkara - Akademisyen)

İmtihan, sadece iman etmek-inkâr etmek, şeytana uymak-uymamak, ibadetlere devam etmek-etmemek şeklindeki seçimlerle karşımıza çıkmaz. Yer yer başka türden imtihanlara da maruz kalırız. Mesela düşman işgaline uğrayıp yurdumuzdan oluruz, doğal afetlerle karşılaşır büyük acılar yaşarız, ekonomik çöküntü içine girer malımızı mülkümüzü kaybederiz veya kötü hastalıklara duçar olup çaresiz kalırız. Bu çeşit imtihanlar öncelikle sabırla karşılanmalı: “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksilterek imtihan ederiz. (Ey Peygamber) sabredenlere müjdele!” (Bakara, 155)

Sabır imtihanı, başarmak için tabii ki tek başına yeterli olmaz. Bezgince bir tevekkül ve teslimiyet doğru bir tutum değildir. Badireleri aşmak, insanî bir çabayı, cehd, gayret ve tedbiri icap ettirir. Buna sabrın aktif biçimi diyebiliriz. İşte ellerin Allah’a açılması bu durumda mana kazanır. Ayet-i Kerimedeki müjde, baş etme ve şifa olarak acilen bizi bulur o zaman. Ve mümin hem madden hem de manen vaat edilen mükâfata ulaşır.

Hakk’tan Korkan Halktan Emin Olur
(Savaş Barkçin / Yazar - Şair)

Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz, Hazreti Lokman’ın (as) oğluna verdiği öğüdü bize beyan eder: “Yavrum! Namazı kıl, ma’rufu emir ve münkerden nehiy ve başına gelene sabret, çünkü bunlar azmolunacak işlerdendir.” (Lokman, 17)

Hakkı, yani doğruyu söyleme ve yapma hususunda da maalesef ölçümüz şaşmış durumda... Ölçüyü şaşırdığımız için değeri de değer yargımızı da şaşırmış durumdayız. Doğru-yanlış, iyi-kötü ve güzel-çirkin hükümlerini verirken genel modanın, mezun olduğumuz okulun, Batı’nın ölçülerine yaslanıyoruz. Kendi tuttuklarımızın yanlışlarını doğru, tutmadıklarımızın doğrularını ise yanlış gibi görüyoruz. Oysa hak ölçüsü, Cenâb-ı Hakk’ın ve O’nun elçisinin ölçüsüdür.

Kendi nefsimiz başta olmak üzere insanlara iyiliği emretmekte ve kötülükten caydırmakta pek cesur değiliz. Oysa “bana bir şey olmaz” diyerek hastalıklara karşı cesuruz. Trafikte kelle koltukta araba kullanırken çok cesuruz. Doğruluğun dedikodusunu yapıp onu esas almamamızın sebebi ya rızık korkusundan veya baskı görme endişesindendir. İki asırdır mikroplardan, Batılı güçlerden, servet ve kudret sahiplerinden korktuğumuz kadar Allah’tan korkmuyoruz. Hakk’ın kınamasından çok, halkın kınamasından korkuyoruz. Hâlık’tan çok mahlûktan korkuyoruz. Hâlbuki Hakk’tan korkan, halktan emin olur.

Kaynak: dunyabulteni.net




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —