Geçen hafta bir iş edinme kursu olarak üniversite okumanın zararlarına değinmiştim.
Özellikle ülke ihtiyacından daha fazla olan alanlarda yapılan eğitimin beyhudeliğine vurgu yapmak istiyorum. Zira sosyal bilimlerden siyasal konulara kadar ülkemizdeki yüzlerce üniversitenin bine yakın fakültesinde bu konularda eğitim veriliyor.
Ancak bu alanlardan mezun olan insanlar 20'li yaşlarının ortasında eğitimlerini bitiriyor ve kendi alanlarında bir mesleğe atanamadıklarında da, yeni bir meslek edinme şansından yoksun olarak hayata atılıyorlar.
23-24 yaşında okulu bitiren bir genç, öncelikle kendi alanında bir iş arıyor. İki-üç yıl bıkmadan usanmadan KPSS'ye giriyor, değişik yerlerde iş arıyor. Ama bulamayınca 30'lu yaşına yakın bir zamanda aldığı onca eğitimin hayatını idame etmesine yetmediğini fark ediyor. Bu kez daha düşük bir işe meylediyor ve onu da bulamayınca bunalıma giriyor.
Bunalımlı haliyle sosyal medya mecralarında müstear isimlerle etrafa saldırıyor. Ne yapsın? Zira kendisince kimse kendi kıymetini bilmiyor. Kendisini değersiz ve işe yaramaz bir insan hissine kapıldığından itibaren de artık iflah olamıyor. Etrafımızda bu türden yüzlerce insan dolaşıyor. Ama biz farkında bile değiliz.
Elbette ki bu ahval sadece sosyal bilimler için geçerli değil. Aynı şey mühendislik ve diğer alanlar için de geçerli.
Mesela bizim memleketimizde en gözde mesleklerden biri avukatlıktır. Kürtler arasında avukatlık çok değerli bir meslek idi. Çünkü cumhuriyetle yaşıt bir şekilde Kürtler asimilasyon ve değişik şekillerde baskıya maruz kalmışlardır. Uğradıkları bu haksızlıkları mahkemede savunacak avukatlara ihtiyaçları vardı.
Dikkat ederseniz bir kaç yıl öncesine kadar en zeki Kürt çocukları hukuk fakültelerini tercih ediyorlardı. Hakları da vardı. Çünkü en basit bir suçtan mahkemeye düşen biri yıllarca hapiste kalabiliyordu.
İşte haksızlıklara karşı gelişen bu rağbet bu gün itibarıyla baş belası olmuş durumda. Konuyu daha iyi anlatabilmek için basit bir örnek vereyim.
Ben Hakkarili olsam da bir kaç yıldan beridir Van'da yaşıyorum. Kayın biraderim ve bir yeğenim başta olmak üzere onlarca avukat tanıyorum. Onlardan aldığım bilgilere göre; Van Barosu'na kayıtlı 1100 (yazı ile bin yüz) avukat varmış. Hali hazırda stajyer olan avukat adayları da 250-300 civarında imiş.
Bu demektir ki bir kaç yıl sonra sadece Van'da 2000 (iki bin) den fazla avukat olacak. Çünkü Memleket de 109 adet Hukuk Fakültesi var. Bu fakültelerden yılda binlerce insan mezun oluyor. Hepsinin hakim veya savcı olması için Türkiye gibi 5 tane daha devlet lazım.
Bu kadar devlet de olmadığına göre bu hukukçu gençlerin küçük bir kısmı başka mesleklere yönelecek olsalar dahi büyük çoğunluğu avukat olmak üzere yazıhane açacaklar.
Peki, bu kadar avukata yetecek dava nerede?
Üstelik bir avukat sadece kendinden ibaret değil. Her avukatın bir sekretere, bir katibe ihtiyacı var. Ancak o şekilde işini yapabilir ve mesleğini icra edebilir. O zaman bunca masrafı çıkarabilmesi için kaç dava tutması gerekir? Sayısını kendileri daha iyi bilirler. İsterlerse cevap verebilirler.
Ancak, bilmemiz gereken şey bu sorunun kökeni hukuk fakültelerinin çokluğunun yanı sıra son dönemde oluşturulan vakıf üniversitelerinin merdiven altı hukuk fakülteleri oluşturmasıdır.
Kıbrıs'ın eğitim düzeyi belirsiz paralı üniversitelerinden, Türkiye'deki merdiven altı hukuk fakültelerine kadar mantar gibi çıkan avukatlara kim yeterince iş bulabilir ki?
Avukatların durumu için yazdıklarımı mühendisler, mimarlar içinde söyleyebilirim. Aynı argümanlar onlar içinde geçerlidir.
Peki iktisat, işletme ve ekonomi ile ilgili diğer alanlar?
Mesela bir iktisatçı, bir maliyeci çıkıp daha önce Aydın Doğan ve diğerlerinin bu gün ise Cengiz Holding ve benzerlerini sık sık affedilen vergi borçlarının Türkiye'deki fakirliğe olan etkisi ne kadardır, diye bir araştırma duydunuz mu?
Gerçekten zaman zaman affedilen bu tür vergilerin ülkedeki işsizlik ve fakirlik üzerine etkisini ölçmek, kamuoyuna sunmak, halkı bilgilendirmek, seçmenin oy tecihine yansıyacak kadar önemli olan böyle konularda çalışmalar yapmak üniversitelerin ilgili alanlarının görevi değil mi?
Vergileri affedilen o holdinglerin patronları fakir fukaranın, garip gurebanın, doğmamış yetimlerin hakkı olan o paraları vermeyip de ne yapıyorlar peki? Gidip yat, kat ve jet alıyorlar.
Basından duyduğum kadarı ile vergileri affedilen bazı patronlar jet almışlar. Yahu sen cumhurbaşkanı mısın, başbakan mısın, dışişleri bakanı mısın ki bir toplantıya katılıp diğerine yetişmek için jete ihtiyaç duyuyorsun?
Azıcık da olsa dünyadan anlayan bir insan olarak söyleyebilirim ki Türkiye'deki hiçbir işadamının özel bir jete ihtiyacı yoktur. Amerika'ya üç saat erken gidecek de ne yapacak? Beş saat geç gitse ne olacak?
Öte yandan bakanların, genel müdürlerin ve hatta bilumum devlet görevlilerinin kullandığı makam, makam aracı, makam sarfiyatı, makam korumaları, makam hizmetçilerinin ülke bütçesine olan negatif etkisi ne kadar?
Bunu hesaplayan iktisatçımız, maliyecimiz var mı? Bu gün içinde bulunduğumuz sıkıntıların bir sebebi de bu israf değil mi? Bunu hesabını yapmak, çetelesini çıkarmak bu ülkedeki iktisatçılarının, maliyecilerinin görevi değil mi?
Bütün bu soruların cevapsızlığının sebebi ülkedeki üniversitelerin çokluğu, bu çokluktan kaynaklanan liyakatsız insanların iş bulma umuduyla suya sabuna dokunmadan akademisyenlik, entelektüellik, aydınlık taslamasından kaynaklanıyor.
Dolayısıyla bizim için elzem olan üretime dayalı bir ekonomi ile devletin resmi kurumlarına muhtaç olmadan toplumsal bir hamle ile yaşamımızı idame etmeğe çalışmaktır.
Nasıl mı?
Bir sonraki yazımızda da ona değinelim.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.