08.02.2020 Cumartesi 00:05 - Son Güncelleme: 08.02.2020 Cumartesi 00:08
17
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında, AK Parti cenahında epeydir olumsuz bir yaklaşım söz konusu değildi. Çünkü Başbuğ iktidarın “bugünkü çizgisine” pek ters düşmeyecek bir tutum sahibi zaten öteden beri. Yakın zamanda ise bilhassa FETÖ karşısında mücadeleye desteği ve hatta “Erdoğan bu mücadelede yalnız bırakıldı” gibi ifadeleri söz konusu kesimde ekstra sempati uyandırmıştı.
Cezaevinden çıktığı günlerde yaptığı bir konuşmada “TSK olarak bizim de hatalarımız oldu” diyen eski genelkurmay başkanının “Mesela şehidimizin başı örtülü annesinin elini öpüyoruz ama o anneler yemin törenine geldiklerinde başları örtülü diye içeri almıyoruz” şeklindeki sözleri ise aradaki buzları iyice eritti.
Peki, bu “aradaki buzlar” nereden hasıl olmuştu?
Muhafazakâr camiada İlker Paşa görev süresi boyunca “demode laiklik anlayışı yüzünden AK Parti iktidarlarına zorluk çıkaran bir bürokrat, eski Türkiye’nin temsilcisi, darbe heveslisi, İsrail yanlısı vs.” olarak görüldü... Özellikle “Ergenekon” yargılamaları sırasında gösterdiği tavır tepki ve öfke uyandırıyordu.
Çünkü o günlerde AK Parti tabanı -parti yönetimiyle birlikte- Ergenekon davasını darbecilere engel olma ve askeri vesayetten kurtulma çabası olarak görüp destekliyordu. 28 şubatta yaşananlar henüz unutulmadığı gibi bir de 27 Nisan muhtırasının tetiklediği askere karşı güvensizlik havası AK Parti cenahında Ergenekon operasyonlarına destek vermeyi normal hale getiriyordu.
Başbuğ ise o dönemde ulusalcı/Atatürkçü kesimlerin bayrağı olmuştu. Doğal olarak “karşı taraf”ın da nefret objelerinden biri. Darbeci -veya en azından darbecilerin koruyucusu- olduğu düşünülüyordu. Dolayısıyla -sonradan FETÖ’cü olduğu “anlaşılacak”- yargı kliğinin Başbuğ’a yönelik hamlesine CHP ve MHP tabanının itirazlarına mukabil AK Partililer genelde onay verdiler.
***
O zamanlar AK Parti medyasında da “bu iş yanlıştır” diyenler çok küçük bir azınlıktı. Daha ziyade Başbuğ’un tutuklanmasının haklılığını ispat gayreti öne çıkıyordu. Ancak bilahare Erdoğan kendisine sorulmadan yapılan bu hamleyi malum “yargı kliği”nin bir güç gösterisi olarak değerlendirip rahatsızlığını belli edince AK Parti cenahından da bazı zayıf eleştiriler geldi.
Dönemin başbakanının endişelerinin haksız olmadığı Başbuğ olayından yalnızca bir ay sonra, 7 Şubat 2012 günü aynı gruptan bir savcının MİT Müsteşarını ifadeye çağırdığında daha iyi anlaşıldı. Ama AK Parti iktidarının FETÖ ile karşı karşıya gelmesi için iki yıl daha geçmesi ve 17-25 Aralık sürecinin başlaması gerekiyordu.
5 Ağustos 2013’te birleştirilmiş Ergenekon yargılamalarında hüküm açıklandı ve bu arada Türkiye’nin eski Genelkurmay başkanı da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bundan dört ay sonra ise 17-25 Aralık süreci başlatıldı. FETÖ bütün engelleri aşarak adım adım ilerlemiş, şimdi sıra AK Parti iktidarına gelmişti.
Eğer hükümet daha evvel İlker Başbuğ’u Fetullahçı savcıların elinden çekip alabilseydi, hatta 7 Şubat MİT krizinde masaya yumruğunu vurup oynanan tiyatroyu bitirseydi FETÖ gibi bir örgüt Türkiye’nin Başbakanını hedef alacak cüreti gösteremezdi belki de.
***
17-25 Aralık sürecinde saflar yeniden düzenlenirken İlker Başbuğ da Anayasa Mahkemesi’nin adil yargılama ihlali kararına istinaden 7 Mart 2014’te serbest bırakıldı. 15 Temmuz’dan sonra ise toplumda Fetullahçılara karşı uyanan büyük öfke vaktiyle bu gruba karşı mücadele etmiş kişilere yönelik sempatiyi arttırırken bundan Başbuğ da nasibini aldı. Ancak geçtiğimiz günlerde bir televizyon programındaki sözlerine Cumhurbaşkanı’nın beklenmedik derecede sert karşılık vermesi ve milletvekillerini suç duyurusuna davet etmesi Başbuğ’la AK Parti camiasının arasını yeniden açtı.
Şimdi milletvekilleri suç duyurusunda bulunuyor, gazetelerde “Başbuğ FETÖ ile mücadele etmediği için 15 Temmuz oldu” mealinde yazılar çıkıyor. Bir sonraki aşamada FETÖ’cü ilan edilmesi kimseyi şaşırtmayacaktır herhalde!
Oysa 15 Temmuz darbe girişiminin ardından TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’na bilgi veren Genelkurmay eski Başkanı “2002’den darbe girişimine kadarki sürede en önemli olayın ne olduğu” yönündeki soruya cevaben “26 Haziran 2009’da Meclis’te çıkan yasa. Bu yasa değişikliği karşı tarafa büyük cesaret verdi, elimizi de bağladı” demişti. Yani milletvekillerinin suç duyurularına sebep olan açıklamayı daha önce milletvekillerinin yüzüne karşı yapmıştı.
O zaman problem teşkil etmeyen bu sözün bugün bu kadar tepki çekmesinin sebebi ne?
“İlker Başbuğ olayı”nın görünen kısmının haricinde başka bir boyutunun olduğunu düşünmek gerekiyor sanki…