1967 Savaşı sırasında İsrail tarafından işgal edilen 1973´de geri alınamayan, ama sık sık pazarlık konusu olan Golan´ın 1981´deki ilhak kararı uluslararası toplum tarafından tanınmıyordu. ABD de yakın zamana kadar tanınmadığını teyit eden BM Güvenlik Konseyi kararlarına destek veriyordu. Bu eğilim geçtiğimiz yıl değişmiş, ancak ABD Perşembe gününe kadar pratikte kabul etse de ilkede ret tutumunu sürdürmüştü.
***
Ancak Dışişleri Bakanı Mike Pompeo´nun İsrail ziyaretinin hemen ertesinde Trump çıkışını yaptı, Golan bize göre artık resmen İsrail´indir dedi. Bazıları açıklamanın siyasi açıdan zorda olan İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu´yu kurtarmak, ona güç vermek, 9 Nisan´da yapılacak seçimlerden galip olarak çıkmasını sağlamak için yapıldığını, bazılarıysa asıl nedenin Mueller soruşturması olduğunu, Trump´ın kendisini kurtaramaya çalıştığını söylüyor.
Fakat sebep ne olursa olsun sonuç değişmiyor. Trump bir kez daha İsrail´in tek taraflı tasarrufunu destekliyor. Tıpkı Kudüs´e Amerika Büyükelçiliği´nin taşınması kararında olduğu gibi uluslararası sistemin üstüne oturduğu ilkeleri, anlayışı görmezden gelir bir tavır, yani siyaset sergiliyor. Böylesi bir siyasetin başka alanlarda sonuç doğurmaması çok zor. Tanıma emsal yaratacak, emsal de zaman içinde muhtemelen hukuk normuna dönüşecek.
Evet, Arap dünyası bölünmüş halde, Körfez ülkeleri İsrail´le işbirliği yapmanın yollarını arıyor. Suriye´nin Golan dışında bin türlü derdi olduğu da doğru. İç savaş yaşanmamış olsaydı da Şam rejimi büyük bir olasılıkla böylesi bir kararı yine kuru bir protestoyla geçiştirir, ilhakı kabulü karşılığında farklı alanlarda taviz elde etmenin yollarını arardı. Ama sorun sadece Suriye ya da Arap dünyası değil.
Asıl sorun ilkenin ihlalinde, Güvenlik Konseyi kararlarının görmezden gelinmesinde. ABD İsrail´in işgalinin doğurduğu sonucu, yani ilhakı tanıyorsa, başka işgalciler kendi eylemlerinin doğurduğu sonuçların tanınmasını istemezler mi? Böylesi bir beklenti Dağlık Karabağ gibi sorunların çözüm biçimini ve tarafların beklentilerini etkilemez mi? Azerbaycan Ermenistan´ın da aynı yöntemi deneyebileceğini düşünmez mi?
Ya da Kremlin bu kararın kendileri için doğurduğu fırsatı Kırım için değerlendirmez mi? Rusya ile yakın ilişkileri olan pek çok ülke açısından ABD´nin Golan kararı ve ilkenin erozyonu dikkate almak zorunda kalacakları bir değişim olmaz mı? İmzaladığı anlaşmalara, uluslararası sorumluluklarına, sistemin üstüne oturduğu normlara uymayan ABD´ye bırakın hasımlarını güvenmesini bir yana, müttefikleri güvenebilir mi?
Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkün. Lakin gidişatı durdurmak mümkün değil. Belli ki dünya giderek daha fazla kaba güce dayalı, siyasetin caydırıcılık ve tehdit üstünden daha fazla yapıldığı, Thucydides´in 2 bin 500 yıl önce tanımladığına benzer bir yer olacak. İlkeler ve normlar sadece güçsüzler için geçerli kalacak, güçlülerin müdahalelerine kılıf uydurmalarından başka bir şeye yaramayacak. Güç kullanımı ve savaşlar ne yazık ki daha çok yaşanacak.
***
Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ama Trump başkan seçildiğinden bu yana dünya siyasetinde ciddi bir eksen kayması gerçekleşti. Çok az ilkenin ve normun anlamı kaldı. Risklerin sayısı arttı, ebadı büyüdü. Bu yüzden Türkiye´nin sadece bölgesindeki değişimlere ve sarsıntılara değil aynı zamanda sistemdeki anlayış farklılaşmasına karşı da hazırlıklı olması, gücünü konsolide etmesi, sorunlarına yaratıcı çözümler üretmesi gerek.
Diğer yandan bu değişimin bizim için fırsatlar da yaratabileceğini görmezden gelemeyiz. İsrail´in Golan işgaliyle hukuken ve tarihsel olarak karşılaştırmak mümkün olmasa da, 50 yıldan fazla bir süredir müzakere edilen ama Türkiye´nin ve Kıbrıslı Türklerin tüm çabalarına rağmen çözülemeyen Kıbrıs sorununun var olan statüko temelinde çözümü için böylesi bir tanımanın emsal yaratacağını inkar edemeyiz?