Hayat ilkelerle yaşanırsa güzel ve anlamlı olur. İlke ve karakter birbirinin özdeşi ve tamamlayıcısı.
Günümüz siyasası karmaşık, alengirli, inişli çıkışlı, daha doğrusu tam anlamıyla pragmatist. Dengesi yok. Neredeyse bütünüyle yanılsatıcı. Karışık bir dönem dersek yeridir. Artık ideolojilerin olmadığı, ruh olarak batıdan gelen hayat anlayışının egemen olduğu liberal bir ortam. İster buna kapitalizm, ister sosyalizm, liberalizm veya faşizm diyelim. Aynı ruhtan gelmedirler. Hayata bakışları tamamen günün koşullarına göredir.
Müslümanların hayat anlayışı bütünüyle ilkelere bağlıdır. İlâhî olandan beslenilince bunda asla bir sapma ve değişim göstermez. Adalet, hak, hakkaniyet, insan değeri bir bütünlük. Bunlar birbiriyle doğrudan bağlantılı. Bunlar bir dogma olarak görülemez. İnsanlık tarihinin temel doğruları ve ilkeleridir.
İnsan dediğimizde yaratılma, sorumluluk, hayatı ilkelere göre belirleme bir gereklilik. Israrla üzerinde durduğumuz temel durum Batı düşüncesi insanını yeterince tatmin edemediğinden, hakkaniyet ve adaleti asla sağlayamadığından sürekli arayışlar içinde. Bu da kendilerini hiçbir zaman sağlıklı bir sonuca vardıramıyor. Genellikle Batı düşüncesinin adalet kavramı gündeme gelir. Oysa onlar kendi insanı için adil gibi görünürler. Ancak sömürü, ırkçılık, alkolizmin egemen olduğu bir toplumda adalet beklemek yersiz.
Milletimizin başına belâ olan, İslâm milletini parçalayan birbirine düşüren ırkçılık değil midir? İslâm bilinçli bir hayat tarzından, günümüz siyasal dalgalarına kapılma, yer edinme sağlıklı sonuçlar getirmiyor. Ödün ödünü getiriyor.
İlke olarak belli bir merkezde kalındıkça sağlıklı yol yürüyüşü devam eder.
İlkesizlik insanları inişli çıkışlı ve değişken yapar. Özellikle siyasada liberalizmin, jakoben ırkçılığın, ulusçuluğun, insanımızı medeniyetinden ve milletinden uzaklaştıracak her durum sağlıksız sonuçlara sürükler. Bugün siyasal anlamda en sıkıntılı durum budur. Kişiler ya da kimi siyasal kurumlar yerini sağlamlaştırma adına ödün verince, en kritik durumdakileri olumlamış olurlar. Şu son seçimlerde pragmatist yaklaşımlar ırkçıların yeniden merkeze oturmasına neden olmuşlardır. Onlara sempati beslenmiş kimi kesimler tarafından da destek sağlanmıştır. Bu sadece bir kesim için değil karşılıklı bütün ırkçı kesimler için geçerli bir durum. Nereden bakılırsa bakılsın oy oranları bakımından %30´un üzerinde karşılıklı ırkçı ayrışmalar olmuştur. Buna diğer ulusçuları da eklersek durum çok daha vahimdir.
Bir tarafa göre diğerlerinin, yani karşıtlarının kökünün kazınması gerekir. Bu doğal olarak çatışmaya sürükler. On yıllardır yaşanan budur. Bir çevrenin diğerine tahammülü yoktur. Gücü elinde bulunduranlar baskın olurlar. Karşı kesimi bastırır ve köklerini kurutmaya çabalarlar. Onlar da karşı direniş gösterirler. Bu coğrafyada hiçbir kesim diğer kesimin kökünü kazıyamaz ancak büyük zulüm ve işkenceler yaşanır.
Neden böyle oluyor gibi bir sürü sorular sorulabilir. Asıl sorun bu milletin millet olma merkezinde, geçmişte olduğu gibi birlikte yaşayabilme bilincinin oluşmasıdır. Buna da zor denilebilir. Zaten önemli olan zorlukları aşabilme değil midir?
İslâm milleti, devleti, ümmeti ve toplumu merkezli aşılamayacak sorun yoktur. O zaman hak ve adalet ve insan değeri yeniden merkeze oturur.
Bir ırkın diğer ırka üstünlük taslaması, gücü elinde tutması, diğerini baskılaması asla sorunları çözmez, işin içinden çıkılmaz hâle getirir. İyice kangrenleşen; Türklerin bakışında Kürt, Kürtlerin bakışında da Türk sorunu var. Ne ki ülkeyi yönetenler de ulusçu ve ırkçı Türkler. Şu andımız paranoyası yeniden hortladı. Ulusçuların tamamı tek ses oluverdiler. Sorun onların tek ses olması değil, sorun asıl ilkelerden ödün verip sürecin buraya varmış olmasıdır. Pragmatist bakışın sonu yoktur. Bir zamanlar FETÖ, şimdi ise ırkçı jakobenlik baş bela. Sonuç değişmiyor. Asıl sorumlu bunları güçlendirenler ve buraya kadar getirenlerde.