Tarih: 25.03.2021 00:39

İlke ve Değer Merkezli Siyasetin İmkânları-10

Facebook Twitter Linked-in

Yerellikte Türkiye Örnekliği-Sosyolojik Analiz

Geleneksel İslami çevrelerin modernleşme sürecinde apolitik bir içe kapanma ile karşı/korunmacı bir duruş sergiledikleri görülür. Bu durumun tipik göstergelerini kadın üzerinden gözlemlemek mümkün. Tevhid-i Tedrisatla tek tipçi zorunlu ve karma eğitim dayatmalarına karşı kızların okullara gönderilmemesi şeklinde bir tavrı yaygınlaştırdı. Özellikle tarıma dayalı feodal ilişkilerin baskın olduğu Kürdistan coğrafyasında bu tavır daha keskin ve katı bir şekilde yaşama yansıdığı görülür. Anadolu coğrafyasının diğer kesimlerinde de dozajları faklı seviyelerde aynı tutumu görmek mümkündü. Karadeniz ve İç Anadolu’da bu düzey daha yüksek, Akdeniz, Ege ve Trakya bölgelerine gidildikçe daha düşük düzeylerde kadın üzerinden bu protest tavır kendini gösteriyordu.

Zorunlu eğitime yönelik bu protest tavır doğal olarak kadının sosyal yaşamda, bürokraside, ekonomi ve iş dünyasında rollerini etkisizleştirdi. Nazım Hikmet’in dizelerinde yer alan; ‘Sofradaki yeri ahırımızdaki öküzden sonra gelen’ tanımlaması tam da bu durumu resmettiği söylenebilir.

Çocukluk yaşlarında mahallenin camisinde resmi bir karşılığı/diploması olmayan Kuran ve ilmihal bilgisi almakla yetinilen kadın tipinin görece şanslı olanları tarikat ve medrese ile organik ilişkileri olan ailelerde daha ileri düzeyde kendini yetiştirme imkânına ulaşabiliyordu. Bu kapalı protest gelenekçi toplumsal yapıda kadın kimliği ev kadını rolünü aşmayı başarabildiği tek alan kırsalda tarım ve hayvancılığa yönelik iş gücü üzerinden üstlendiği roller oluyordu. Ebelik, terzilik vb. kadının merkezli ihtiyaçlara cevap veren işler çoğunlukla Anadolu bilgeliği diyebileceğimiz süreçlerin seçiciliği üzerinden bu alanlarda yetenekli ve ilgili olanları seçerek alaylı bir süreçle devredilen tabiri caiz ise uzmanlık alanları oluyordu.

Yeni Türkiye modernleşmesinin jakoben tutumu Anadolu halklarının feodal/yarı feodal yapısını kadının sosyalleşmesi üzerinden ajite ederek ataerkil/erkek egemen bir toplum yapısının oluşumuna yol açtığı görülür. Yaşamın birçok alanında toplum-devlet/statüko çatışması, kopukluğu ile oluşan bu psiko-sosyal mesafe günümüzde bile etkilerini hala sürdürmektedir.

Daha kötü olan ise statüko bu toplumsal yapının artık değişiminden çok onun ürettiği zaaflardan yararlanma stratejileri üretmesidir. Bir feodal beyle ve tarikat şeyhi ile anlaşarak tüm oyların satın alınması, gönüllü koruculuk ve benzeri uygulamaların iyice müzminleştirdiği kontrolsüz silahlanma kültürü, bir türlü uygulanamayan veya uygulansa bile formalite olmaktan kurtulamayan toprak reformunun oluşturduğu mülkiyet problemleri ve sebep olduğu kan davaları ve bunun ürettiği kontrolsüz göçler gibi durumların temelinde derin devlet ilişkilerinin meşrulaştırdığı örtülü gerçeklikler vardır. Yakın geçmişte yaşanan Susurluk skandalı bu ilişki ağının süreçle nasıl toplumsal genetiğin bir parçası haline geldiğini gösteren küçük bir kesittir.  

Kadın boyutunda bu trajik serüveninin açtığı sosyal sorunlar ise hala devam emektedir. Çalışan kadının bile ekonomik özgürlüğünün baskılandığı, yer yer olmadığı bir toplumsal ilişki karakteri bunun tipik bir göstergesidir. Mirastan mahrum bırakılan kız çocukları, berdel (kız çocuklarının değiş tokuş edilerek evlendirilmesi) ve çocuk evlilikler problemi bu toplumsal ilişki sisteminde adeta kadının adının yok sayıldığı gerçekliğini resmetmektedir.

Kız liselerinin çeşitli düzeylerde açılması ve özellikle kız imam hatip okullarının yaygınlaşması, 1960 sonrası yaşanan kentleşme ile beraber kadının eğitim üzerinden sosyal yaşam içerisinde özne olmasının yolunu açtığı söylenebilir. Eğitim Bir Sen tarafından 2017 Yılında hazırlanan “Yüksek Öğretime Bakış” raporundaki verilere göre 1950 yılında ortaöğretimde 100 erkek öğrenciye karşılık 35 kız öğrenci oranı varken yıllar içerisinde bu oranın arttığı görülür. Bu oran 1960 50 kız öğrenciye, 2002 de 65 iken 2016 da 90 seviyelerine sıçrama göstermesi ortaöğretimde kız okullarının artışını tetiklediği görülür. Cinsiyete göre ortaöğretim oranlarının OECD ülkeleri arasında Türkiye son sırada olan Meksika’nın önünde sondan ikinci sıradadır.

Kadının eğitim üzerinden iki farklı boyutta niteliksel değişimini getirdi. İlki eğitimli kadının ekonomik bağımsızlığını kazanması ile beraber sosyal yaşamda etkinliğinin artması. İkincisi psikolojik boyutta özgüven ve birey olma sürecinde yaşadığı değişim. Bu durum özellikle mütedeyyin olmayan seküler aile kültürü içinden gelen kadınlarda kısmen daha sancısız yaşanırken mütedeyyin aile kültürü içinden gelen kadınlarda daha zorlu şartlarda gerçekleşti. Statükonun baskıcı uygulamalarını en dramatik olanlarından biri kuşkusuz bu bağlamda yaşanan başörtüsü yasaklarıdır.

Başörtüsü mücadelesi Türkiye’de hak ve özgülükler alanındaki mücadelelerinde önemli bir sayfa oluşturur. Hala mevzuat anlamında sağlıklı bir zemine, anayasal düzeyde güvence altına alınamamış bir boşlukta durmaktadır.

Bu mücadele sürecinin mütedeyyin kadın kimliğinde önemli değişimler, öğretici ve geliştirici etkiler gerçekleştirdiği görülür. Geleneksel ve gelenek dışı tüm İslami çevrelerde farklı düzey ve boyutlarda yansımaları oldu. Başörtü mücadelesi kadının örgütlü gücünün fark edilmesini beraberinde getirdi. Bunun ilk etkisi 1994 seçimlerinde refah partisinin yerel yönetimlerde elde ettiği başarıyla ortaya çıktı. İstanbul, Ankara, Konya, Sivas, Kayseri, Şanlıurfa, Diyarbakır ve Van gibi büyükşehir belediyelerinin kazanılması Türkiye siyasi tarihinde bir dönüm noktası oluşturdu. Bu seçimlerde en güçlü dinamik Müslüman kadının örgütlü gücü oldu. O dönemki hatıratlarda belirtildiği üzere seçim çalışmalarında nerdeyse girilmedik ev kalmamıştı kadınların etkili seçim çalışmalarında. Bu seçimi kadınların kazandığını söylemek bu bağlamda abartı olmaz sanırım.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —