İlahiyat niye suskun?

Taha Akyol, yenilenmesinin gerektiğini, dini yapıların özgürlük alanında yararlanmalarını, ama dini eğitimin bu yapılara bırakılmamasını ve ilahiyatların bu anlayışlara karşı suskun kalmaması gerektiğinin de önemine dikkat çekiyor

İlahiyat niye suskun?

Altı yaşında küçücük bir kız çocuğunun, babası ve annesi tarafından ‘kocaya verilmesi’, aysbergin dışa vuran bir parçasıdır. Böyle bir facia olmasaydı sorun yok muydu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 8 Mart Kadınlar Günü münasebetiyle yaptığı konuşmada, kadınların ve kız çocuklarının sorunlarına temas ederek asli sorunu şöyle ifade etmişti:

“Bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada, farklı bir asırda, zamanda yaşıyorlar, çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar…” (8 Mart 2018)

Burada “güncellenme” kavramı yanlıştır zira “yenilenme”nin İslam düşüncesinde derinlikli kavramları vardır, o kavramlarla konuşmak lazımdı. Kavram bir tarafa, Erdoğan yaraya neşter vurmuştu.

Fakat bir daha bu sorun üstünde durmadı. Son olayı “facia” olarak niteledi ama 2018’deki gibi asli soruna değinmedi, öyle bir sorun yokmuş gibi konuşuyor uzun süredir.

Erdoğan politikacı, siyaseten gerek gördüğü gibi konuşuyor… Ya ilahiyat hocaları, fıkıh profesörleri neden suskun?

FELSEFE DERSLERİ

Eylül 2013’te YÖK ilahiyat fakültelerindeki felsefe grubu dersleri kaldırmıştı. Bizzat ilahiyat hocaları büyük tepki göstermişti.

Bugünkü suskunluk yoktu…

İlahiyatçı Prof. Ömer Özden şöyle diyordu mesela:

“17. Yüzyılda ‘medreselerde felsefeye gerek yoktur’ denilerek felsefe dersleri dışarıda bırakıldı. 17’nci yüzyıldan itibaren maalesef artık Osmanlı Dünyası gelişmeleri takip edememiş, önce gerileme, akabinde duraklamaya başlamış ve netice itibariyle Osmanlı Devleti Tarih sahnesinden silinip gitmiştir…”

Prof. Özden felsefe derslerinin kaldırılmasının İlahiyatları “ileride sadece ezber yapılan bir fakülte olmasına neden olacağını” hatta “yüksek Kuran kursu” haline geleceğini söylüyordu. (16 Eylül 2013)
Hala PISA sınavlarındaki sürekli başarısızlığımızın sebeplerinden biri, uzun asırlarda zihnimizde neden, niçin, nasıl soru reflekslerinin yeterince gelişmemiş olmasıdır.

YİNE KALİTE SORUNU

Din tedrisatında ciddi kalite problemleri var. Bunu diyanet bile kabul ediyor.

Üç buçuk sene önce Prof. İbrahim Turan’ın organizatörlüğüyle Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde “Yüksek Din Öğretimi Çalıştayı” düzenlendi. Yayınladıkları sonuç bildirgesinde “sayıları 105’i bulan” İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin “sayı ve kontenjan olarak haddinden fazla açıldığı” ve “öğrenci niteliğinde düşüş” olduğu belirtiliyor. Kaliteye öncelik verilmesi isteniyordu.

Bildiride çok önemli bir uyarı daha vardı, “çeşitli dini yapıların ve cemaatlerin” ilahiyat fakültelerde egemen olmaya çalışmaları… (19 Nisan 2019)

Felsefe grubu derslerin makaslanması bunu kolaylaştırırdı ve maalesef gidişat da bu yönde…

Felsefe grubu derslere karşı çıkmak hem tarikatların hem ‘müteşerri’ Selefilerin buluştukları hazin bir durumdur. Taliban’ı eleştiren bir ses duydunuz mu o kesimlerden?!

Varoşlardaki tarikat ve cemaatlerin İmam Hatip ve İlahiyat’lara şiddetle karşı, hatta düşman olduklarını da gözden kaçırmamak lazım.

NE YAPMALI

Halk TV’de sorduklarında da söyledim; “tekke ve türbelerin seddi” türü yasaklamalar bu çağda düşünülemez. Öyle bir güç sivil özgürlükleri de bastırır, o zaman da öyle olmuştu.

Hukuk devleti diyorsak, bu 85 milyonun tamamı içindir. AİHM kararlarına göre din ve vicdan hürriyeti kavramının içinde cemaatleşme, eğitim ve tanıtım faaliyetleri de vardır; tabii kamu denetiminde…

Türkiye; şu tehlike, bu tehlike diyerek ana doğrultusunu kaybetmemelidir; bu doğrultu modern hukuktur, kişi hak ve hürriyetleridir.

Bugünkü iktidar üniversiteye nasıl bakıyorsa din öğretimine de öyle bakıyor, yani “bizden” olmaları! Hayır, eğitiminin her türlüsünde birinci ilke kalite ve liyakat olmalıdır.

Özgür basın, aktif ve siyaset üstü sivil toplum, denetim ve özellikle genç evliliklerin devlet gücüyle önlenmesi ve kızların eğitimine özel önem verilmesi, devletçe takip edilmesi…

Türkiye gelişmiş ülke düzeyine çıktığında, birçok sorunuz kendiliğinden çözülmüş olacak.

6 yaşında nikahlandırılan zavallı kız çocuğu yüzyıl önce yaşasaydı, kurtulur muydu?! Zavallının başına gelenler yadırganmazdı bile!..

İslam düşüncesi bir rönesans yapacaksa, hür düşünceyle, bilimle ve demokrasi içinde mümkün olacaktır; siyasetle de olmayacaktır, zihinleri mühürleyerek de.