Sosyal bilimler günümüzde devasa gelişmeler kaydetti; hem içerik hem de yöntem olarak sürekli kendisini geliştirdi. Sosyal bilimler alanına yoğun ilgi ve yönelimlerle birlikte, açık ve örtük biçimlerde ilahiyatla karşılaştırmaları dikkat çekmektedir. Hatta bu durum ilahiyat ya da teolojinin kimi çevrelerde küçümsenmesini getirmektedir. Sosyal bilimler anında uğraşan birisi olarak hemen söyleyeyim ki, ilahiyatın derinliği ve kapsayıcılığı karşısında sosyal bilimler daha yüzeysel kalmaktadır.
Gerçi ilahiyat ta bugünkü tasniflerde sosyal bilim olarak ele alınmaktadır. Fakat ben ilahiyatın ayrı bir kategori olduğunu düşünüyorum. Bizim klasik ilim tasniflerimizde de böyledir. Şimdi bu iddiamızdan yola çıkarak, ilahiyat (teoloji) ile sosyal bilimler arasındaki ilişkileri ele almaya çalışalım.
İlahiyat metafizik ve dünyayı da içine alan kapsama alanı geniş bir ilimdir. Leszek Kolakowski, ideolojiyle birlikte dinin de mutlak şamil kategoriler olduğunu belirttikten sonra bunların istiap haddinin geniş olduğundan bahseder. Aslında ideolojiler dinleri taklid ederek, insan hayatını büyük teorilerle açıklama denemesinde bulunurlar. Dinler ise insan hayatını bütün boyutlarıyla kapsayıcı açıklamalar getirdiklerinden, insanı içine ve dışına doğru derinleştirebilen bir boyuta sahiptirler.
Pre-modern dönemde Tanrı merkezli bir evren ve dünya görüşünde, insanın ve Tanrı´nın konumu, insanın kökeni, burada bulunuş amacı, dünyadaki yaşamın sebebi vb. her şeyin bir açıklaması vardı. Söz gelimi; insan Tanrı´dan bir nefha olarak görülürken, Tanrı´nın yarattığı bir varlık olarak cennetten dünyaya düşmüştü. Dünyada bir sınanma amacıyla bulunmakta idi. Öldükten sonra da bu sınanmanın nihai sonuçlarını yaşayacaktı.
Batı´da kilisenin hegemonyasının kırılması, insan merkezli bir evren ve dünya görüşüne geçişle birlikte, daha önceki açıklama biçimleri geçersizleşirken insan, kendisi de dahil olmak üzere her şeyi yeniden açıklamaya girişti. İnsan nedir sorusu gündeme geldi. Söz gelimi; İnsanın kökeni ve Darwin´in araştırmaları aslında bu tanımları sağlamaya yöneliktir. Toplum, insan davranışları hasılı tüm insani ve sosyal alanda yeniden tanımlama kendisini gösterdi. Sosyal bilimler bu arada devasa bir bilgi birikimi gerçekleştirdi.
Fakat bu geçişle birlikte birkaç sonuç ortaya çıktı. Birincisi, insanın tüm bu araştırmalarda yegane sınırını dünya oluşturuyordu ki, biz buna aynı zamanda daha geniş boyutlarıyla sekülerleşme diyoruz. Artık insanın aşkın boyutları, sosyal bilimler içerisinde bir anlam taşımazken içkinleşmekte ve dünya ile sınırlı bir varlık haline gelmekteydi. Anlaşılacağı üzere, bu ilahiyata göre bir daralmayı ifade etmektedir. Bu durum aslında giderek sosyal bilimlerin krizini de oluşturacaktır. Çünkü bu daralma, insanı kapsayıcılıktan giderek uzaklaşacak ve insanı salt bir dünyevi varlık olarak tasarlayacaktır. Benim ?Hikmet Sosyolojisi? ismini taşıyan kitabım özelde sosyoloji alanında zikredilen bu krizi aşmaya yönelik bir çabayı ifade etmektedir.
İkincisi de, teolojinin konum yitimi ile oluşan vakum sosyal bilimler ile doldurulmuş ve nihayetinde bu durum sosyal bilimlerin teoloji gibi işlev görmesini sonuçlamıştır. Bir başka deyişle, sosyal bilimler tıpkı dinsel hakikatler gibi düşünülmüştür.
Bugün gerçekten sosyal bilimler devasa bilgiler üretmiştir. Ondan uzak kalarak bu bilgileri yok sayarak sağlıklı bir düşünce dünyası inşa etmek mümkün değildir. Ancak ilahiyat tüm bunları da içine alan kapsamlı bir ilim alanıdır.