“Olası baskın seçime karşı tüm örgütlerimiz hazırlıklı olacak. Önümüzdeki dönem Türkiye’yi biz yöneteceğiz. Hazırlıklarınızı buna göre yapın.”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin 26 Ağustos 2021’de toplanan MYK toplantısında yaptığı konuşmada işte bu sözlerle ‘baskın seçim’ alarmı vermişti. Kılıçdaroğlu tahminini, iktidarın, zamanında ya da ondan biraz önce yapılacak bir seçime iyice çökmüş bir ekonomiyle girmek zorunda kalacağı ve bundan kaçınmak isteyeceği hesabına dayandırıyordu.
Acaba o çöküşün, Erdoğan’ın ‘ekonomistin daniskası’ olduğunu bir an önce göstermek için attığı adımlarla beklenenden çok önce gelmesi nedeniyle mi Kılıçdaroğlu ve muhalefet, asıl şimdi çok ciddi bir ihtimal halini alan ‘baskın seçim’den söz etmiyor?
Muhalefette şöyle bir mantık mı işliyor acaba: Son iki ayda halk, hiçbir zaman görmediği ağır bir hayat pahalılığı ile karşı karşıya kaldı. Bu koşullarda yapılacak bir seçimi iktidarın kazanması mümkün değil, kaybetmesi kaçınılmaz. Dolayısıyla ‘baskın seçim’ artık gündemde değil. İktidar asla böyle bir tercihte bulunmaz.
Eğer muhalefetin hesabı buysa, bu hesap ölümcül bir yanlışı içeriyor olabilir.
Evet, mevcut koşullar iktidar açısından bir çaresizlik tablosuna işaret ediyor, fakat iktidardan gelen başka işaretler de var ve onlar, iktidarın bu çaresizliği bir ‘baskın seçim’le çareye dönüştürme inancını yansıtıyor gibi…
Muhalefete gelince… Orada sanki baskın seçim ihtimalinin ortadan kalkmış olmasına, önünde daha uzun süre olduğuna inananların rehaveti var gibi…
Konuyu sırasıyla önce iktidar, ardından muhalefet açısından ele alalım…
Baskın seçim ‘yarın’ değil, gerekli adımları attıktan sonra ‘öbür gün’
İktidarın şu sefalet koşullarında bir baskın seçimi kazanma ihtimalini aklından geçirmesi ilk bakışta tuhaf görünebilir. Fakat iktidarın muhtemel bir baskın seçim hesabını, öbür seçim alternatifleriyle (mesela 2023’te, zamanında yapılacak bir seçimle) birlikte mütalaa edince, işte o zaman bu tercihte bir ‘akıl’ bulunabilir. Yani burada, iktidarın, önündeki bir dizi ‘kötü’ seçim alternatifinden hangisinin kendisi için ‘en iyi’ olduğuna karar vereceğini bulmaya çalışıyoruz.
Benim şu an itibariyle gördüğüm, iktidarın kendisi için ‘en iyi’nin baskın seçim olduğuna kanaat getirdiği yönünde.
Buraya döneceğiz, fakat şimdi bir parantezle zamanında ya da ondan biraz önce yapılacak bir seçimde iktidarın şansı üzerinde duralım. İktidar açısından bunun iyi bir alternatif olduğunu düşünenler, tıpkı Erdoğan gibi ‘yeni ekonomik model’in refah yaratan sonuçlarını ‘altı ay sonra’ göreceğimize inanıyorlar demektir (Erdoğan tabii ki inanmıyor buna).
Çin modeli, Kore modeli… Bunların bugünün Türkiye’sinde işleyip işlemeyeceği bir yana, sonuç vermesi için uzun yıllara ihtiyaç olduğunu aklı başında herkes biliyor ve yazıyor.
Yani altı ay sonra ‘yeni ekonomik model’ sayesinde insanların hayatında bir değişiklik olmayacak. Dolayısıyla Erdoğan’ın bir yıl, bir buçuk yıl sonra yapılacak bir seçimi ‘yeni ekonomik model’ sayesinde kazanabileceğine inanmak saçma olur, ki dediğim gibi buna o da inanmıyor. Fakat “altı ay sonra” vaadi çok önemli. Buraya bir mim koyunuz; çünkü bu vaat bir-bir buçuk yıl sonraki bir seçimde işe yaramaz ama muhtemel bir ‘baskın seçim’de kuvvetli bir propagandayla işe yarar. Neden öyle olduğuna biraz sonra geleceğim.
Buraya kadar söylediklerimden, Erdoğan’ın mesela yarın yapılacak bir seçimin kendisi için ‘en iyi’ olduğuna kanaat getirdiği sonucu çıkmasın. Şu koşullarda böyle bir şeyi savunmak, yani iktidarın ‘yarın’ yapılacak bir seçimi kendisi için 2023’teki bir seçimden daha avantajlı bulduğunu söylemek saçma olur. Tabii ki bir dizi ‘önlem’in sonucunda açığa çıkacağını umduğu bir umut atmosferi yaratarak gidecek seçime; mesela Nisan-Mayıs aylarında…
Peki, iktidar ne yapacak da kendisinin şu andaki negatif algısını, birkaç ay içinde “altı ay sonra her şey çok güzel olacak”ı taraftarları ve tarafsızlaşmış eski seçmenlerinin nezdinde inandırıcı kılacak ölçüde pozitife çevirecek? Ne yapacak, nasıl bir eylem planı uygulayacak da böyle bir his yaratacak?
Aslında bunun ipuçlarını asgari ücrete, emeklilere, memurlara yapılacağı söylenen yüksek zamlarla birlikte görmeye başladık.
İşleyeceğine inanılan formülün şöyle bir şey olduğunu düşünüyorum: Önümüzdeki bir-iki ay içinde Merkez Bankası’na paraları bastırtıp dağıtacaklar. “6 ay sonra süperiz inşallah” mesajını da zaten baskın seçim bağlantılı olarak okumak lazım. Altı ay sonra süper olunamayacağını bal gibi biliyor Erdoğan da. Bu vaadin çıplak olarak inandırıcı olmayacağını da biliyor. Fakat milletin cebine paraları koyduktan sonra, doğacak iyimserlik hissiyle bu lafın etki gücünün ve inandırıcılığının artacağını düşünüyor. (Söylemeye bile gerek yok ama söyleyeyim: Burada bir his yaratmaktan söz ediyoruz. Yoksa, altı ay sonrasının Türkiye’sinde, asgari ücrete, emeklilere vb gelecek ücret-maaş artışlarıyla sağlanacak pansuman etkisinin kaybolacağı ve bugünküne benzer bir geçim sıkıntısının yaşanacağı açık. Fakat hesap, ‘atı alanın altı ay dolmadan Üsküdar’ı geçmesi’ üzerine kuruluyor. Ondan sonrası tufan; eh, iktidarın onları düşünecek hali yok, onun derdi ne yapıp ne edip seçimi kazanmak.)
Özetlersem: Seçim sandığına paralar cepte olarak ve bu paraların “altı ay sonra süperiz” vaadinin inandırıcılığını artırdığı bir psikolojik ortamda gitmek… Bence hesap bu ve bunun asla işlemeyeceğini düşünmek sadece iktidarın işine yarar.
Muhalefet baskın seçime hazır mı?
Nisan ayında kaleme aldığım bir yazıda muhalefetin ikna edici olması için en temelde ne yapması gerektiğini ele almıştım. Daha doğrusu Gülay Göktürk’ün Karar TV’de bu soruya cevabının ne olduğunu aktarmış, kendi kanaatimin de bu yönde olduğunu söylemiştim. Göktürk’ün o konuşmasından kısa bir bölümü hatırlayalım (tamamı için: https://serbestiyet.com/featured/muhalefetin-en-guzel-hikayesi-biraraya-gelmek-ve-birlikte-yonetmeye-soz-vermek-57207/):
“Halk şunu soruyor: Bu dört beş parti nasıl olacak da kaos yaratmadan, üç beş gün sonra birbirine girmeden, bakanlık pazarlığı yapmadan bu ülkeyi yönetme becerisini gösterecek? Bence şu anda yüzde 7-8 olarak belirlenen kararsız kitlenin görmek istediği şey bu. Bu demokrasi cephesinin (öyle demeyi seviyorum) Türkiye’yi birlikte yönetebileceği konusunda halkı ikna edebilmesi gerekiyor. Bunun da yolu, muhalefet partilerinin bugünle seçim arasındaki dönemde bir yandan kendi çalışmalarını yürütürken, tıpkı sanki gelmişler iktidara ve birlikte çalışmak zorundalarmış gibi çok ortak çalışma yapmaktan, iletişim kurmaktan geçiyor. Mesela 100 gün programları hazırlanıyor partilerde, bir yıllık programlar hazırlanıyor. Bana kalırsa bütün partilerin ekonomi kurmayları bir araya gelmeli, oturmalı, 100 günlük ekonomi programını birlikte sunmalı. Aynı şekilde birlikte bir dış politika programı ortaya çıkarmalılar. (…) Başarı ancak birlikte olabilir, muhalefet partilerinin bunu anlamaları lazım. Yegâne yol bu.”
Gülay Göktürk’ten yaptığım uzun alıntının sonuna şöyle bir not ekleyerek bitirmiştim yazımı:
“Hani ‘muhalefetin hikâyesi yok’ denilip duruluyor ya. Ben doğrusu bu önerinin kendisinin bir hikâye olduğunu düşünüyorum… Muhalefetin en güzel ‘hikâye’si: Biraraya gelmek ve birlikte yönetmeye söz vermek… Bu kadarıyla bile bir ‘hikâye’ bu… Fakat sonuçta ikna edici bir öneri çıkar, muhalefetin kavgasız gürültüsüz ortak iktidarını yaşarız ve böyle de olabileceği topluma gösterilir: Eh, o zaman da roman olur.”
Bu ‘hikâye’ doğrultusunda hiçbir şey yapılmadı değil, ama yeteri kadar yapılmadığı açık. Fakat artık bundan sonrasında ‘kısa yol’ üzerinde düşünmek lazım. Yani Erdoğan’ın karşısına çıkacak aday üzerinde düşünmek ve bir an önce karar vermek.
Bir ara iktidarın “adayınız bile belli değil daha” kışkırtmalarına muhalefetten “Siz seçim gününü açıklayın, biz de ertesi gün adayımızı açıklayalım” cevabı veriliyordu. Fakat İYİ Parti’den gelen eleştiriler, bunun gerçek olmadığını gösterdi. Açıkça muhalefette hır çıktı başkan adayı konusunda. En son İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Cihan Paçacı, adını vermeden Kılıçdaroğlu’nun adaylığının risk taşıdığını söyledi ve ekledi: Birlikte karar vermeliyiz.
Şimdi artık muhalefet bileşenlerinin ekonomiyi, dış politikayı konuşmak için bir araya gelmesi zamanı değil. Zaman daraldı. Şimdi sadece muhalefetin başkan adayını belirlemek için bir araya gelmeliler. Çok fazla uzatmadan, muhalefete oy verecek insanları fazla sinirlendirmeden…
NOT. Bu yazıyla “Erdoğan’la devletin simbiyotik ilişkisinin özet tarihi” mini dizisine bir ara vermiş oldum. Önümüzdeki yazıdan itibaren devam edeceğim.