Bu konuda yapılan uyarılar, iyileştirme çabaları sonuç vermiyor, insanlar adaletsiz uygulamalardan elem çekmeye devam ediyor. Zalimler, pervasızca zulümlerini sürdürüyorlar. Filistin’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da ve daha birçok yerde mazlumların ahı gökleri kaplıyor, çocukların elleri kolları kırılıyor, insanlara işkence ediliyor, hak ve hukukları ayaklar altına alınıyor, evleri yıkılıp ateşe veriliyor, kadınların namuslarına tasallut ediliyor ve milyonlarca insan yerlerinden yurtlarından sürülüyor. Sosyal medya vasıtasıyla da olsa gündeme taşınan bu zulümler maalesef etkili ve yetkili mercilerde bir karşılık bulamıyor. Sadi Şirazi’nin “Dünyanın bütün nehirleri bir araya gelse adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez.” sözünde ifade edildiği gibi hiçbir çaba, hiçbir tedbir adaletsizliğin açtığı yaraları kapamaya yetmiyor ve zalimler zulümlerini bütün pervasızlığıyla devam ettiriyorlar.
Kendi coğrafyamızın durumu daha da içler acısı… Coğrafyamızın neredeyse tamamında antidemokratik, gaspçı ve despotik yönetimler halkların başına bela olmuş durumdalar. Coğrafya insanı yüzlerce yıldır bir türlü, insan onuruna aykırı şahlık, sultanlık ve krallık gibi rejimlerle hesaplaşmanın ve adaletli, çoğulcu ve özgürlükçü yönetimler inşa etmenin bir yolunu bulamıyor. Ülkelerimiz bu sefih rejimler yüzünden aşağılandıkça aşağılanıyor, yenilgiden yenilgiye, bozgundan bozguna sürükleniyor. En büyük marifetleri, halklarını manipüle etmek ve ülke kaynaklarını sonuna kadar sömürmek olan bu rejimler, coğrafyamızdaki eşitsizliğin, adaletsizliğin ve bütün zulümlerin kaynağını oluşturuyor. Bu gerçeğin görülmemesi için coğrafya insanı, sürekli teyakkuzda tutuluyor, manipülasyon, illüzyon ve operasyonlarla şaşkına çevrilerek kendine gelmesi engelleniyor.
Dünya Ekonomik Forum’u tarafından yapılan bir araştırmada, incelenen 38 İslam ülkesinden sadece 11’i kendi ülkesindeki kabiliyetli insanlara iş dünyası ve siyasette nispeten eşit fırsatlar sunabilmektedir. Bu 11 ülke arasında maalesef kendi ülkemiz bulunmuyor.
Uzunca zamandır coğrafyamız, cemiyetlerin insan yetiştiremediği; entelijansiyanın entelektüel çıkaramadığı; üniversitelerin bilim, meclislerin hukuk, işletmelerin marka üretemediği bir coğrafyadır. En kötüsü ise insan yetiştirme modelimizin çökmüş olmasıdır. Onlarca cemiyet tarafından iyiliği yaymak, kötülükleri azaltmak ve insanlığa örnek olmak amacıyla yetiştirilen yüz binler, hatta milyonların, ne yazık ki, süreçte bir şekilde ideallerimizin tam tersi rejimlerin inşasında birer araca dönüştürüldüklerine şahit oluyoruz.
Analitik düşünme ve eleştirel yaklaşımdan uzak eğitim çalışmaları bizlere pahalıya mal olmuş görünüyor. Göz yapalım derken kaş çıkarmak gibi bir durumla karşı karşıyayız. Zihinsel inkişaf ve siyasal bilinç kazandırmaktan uzak eğitim yaklaşımları, sebep sonuç ilişkilerini kurabilmemizi engellemek bir yana, adeta insanımızın doğasını bozarak ortalama ülke insanının gerisine düşen tepkiler vermemize yol açıyor. Sözgelimi ülkenin genç, eğitimli ve şehirli kesimleri ülkedeki otoriterleşme eğilimlerine, antidemokratik uygulamalara ve bunları kurumsallaştırmaya çalışan sistem denemelerine karşı daha sağlıklı ve doğru tepkiler verirken, bizim cemiyetlerimiz elinden çıkan aynı özelliklere sahip insanlarımızın benzer farkındalığı ve hassasiyeti gösteremediklerine tanıklık ediyoruz.
Bütün bunlar eğitim çalışmalarımızın içerik ve önceliklerinin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Bu marazları aşacak bir eğitim yaklaşımı, ancak bireysel eğitimde zihinsel gelişimi, toplumsal eğitimde ise siyasal bilinci öncelemekle mümkün olacaktır. Böyle bir eğitim projesi;
Ta ki bu eğitimin muhatapları darbelerin neden hep bizim coğrafyalarda vuku bulduğunu; en çok terör örgütünün neden bizim ülkelerde arzı endam ettiğini; tiranların, despotların, şahların ve sultanların neden hep bizim coğrafyayı mesken tuttuğunu; neden gelir dağılımı en bozuk ülkelerin bizim coğrafyalarda ortaya çıktığını; coğrafyamızdaki ülkelerin çoğunun dünyanın en yoksul ülkeleri arasında olmasına rağmen nasıl olup da aynı ülkelerin yöneticilerinin dünyanın en zengin ilk birkaç yüz insanı arasında bulunduğunu; neden dünyanın en yaşlı liderleri tarafından yönetildiklerini ya da neden gelişmiş ülkelerin yöneticileri belli sürelerle değişirken kendi yöneticilerinin ömür boyu kaldıklarını sorgulayabilsinler… ve daha önemlisi iktidar ve mülkün eşit paylaşıldığı bir ülke kurma umudumuz olsun. Vessalam...
HerTaraf