İki Fenomen Adam: Necip Fazıl ve Musa Anter

Şakir Diclehan Yazdı;

İki Fenomen Adam: Necip Fazıl ve Musa Anter

Toplum içinden sıyrılarak kendisini büyük ideallere adamış insanların çok renkli ve farklı bir karakter yapısı ve dünyaları vardır.  İnsan, kainâtı aşkın bir evrenin özeti gibidir… kainâtın dalgıcı gibi… Hayatın en büyük zorluklarını ve çetin sıkıntılarını göğüslemek zorundadır her zaman… En realist, en natüralist çizgilerini de en romantik ve en idealist ufuklarını da göz önünde tutmak mecburiyetindedir…

Ayrı dünya ve hayat görüşlerine rağmen, bu iki fenomenin müşterek noktaları,  ne olabilir acaba? Şeklinde insanın aklına bir soru gelebilir. Yeni nesillerin pek bilmediği bir zamanların çok ünlü-olumsuz yanıyla- Harbiye’deki 38 numaralı hücrede yatmalarıdır.

Dava adamlarının ve kahramanlarının en büyük özelliği, kendi idealleri uğruna çile çekmeleri ve hapis hayatı dahil her türlü sıkıntılara göğüs germeleridir.

Musa Anter kimdir? Kürtlerin “Apé Musa” (Musa Amca) dedikleri Anter, “Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının, yeminli, canlı bir şahidiyim. Hem yalnız bir şahidi mi? Değil! Sanığıyım, mahkûmuyum ve davacısıyım” diyen Musa Anter, 1918 yılında Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Zivingé köyünde doğar. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Anter, 1959 yılında tarihte “49’lar” ve “Devrimci Doğu Kültür Ocakları” (DDKO) davalarında yargılanır.

Bir şifre gibi mahkeme kayıtlarına geçen bu “49’lar”ın özelliği nedir ve kimlerdir acaba? Tarihler 1959’u gösterirken Demokrat Parti iktidardadır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes Genel Kurmay ikinci Başkanı Cevdet Sunay, Devlet Bakanı Tevfik İleri, Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu toplantı halindedirler. O zaman Milli Emniyet’in Kürt sorunu şefi Ergun Gökdeniz’in hazırladığı raporu okunur. Raporun genel hatlarıyla içeriği şöyledir. “1-Eğer Türkiye’de bin Kürt aydını yok edilirse, ülkede Kürt sorunu en az otuz yıl geriler. 2- operasyonda seçeceğimiz Kürtlere komünist demeliyiz. Çünkü Kürtler komünistleri sevmez ve tutmazlar. 3- Bunların siyasi partilerde güçlü yakınları olmamalıdır.

Toplantıya katılanlar arsında fikir birliği sağlanmamasına karşılık 17 Aralık 1959’da 50 kişiye tutuklama emri çıkarılır. Ancak Harbiye’deki hücre sayısı 40 olduğundan 10 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırlar. Hukuk fakültesi öğrencisi Mardinli Emin Batu hücrede vefat edince 49 kişi kalır ve tarihe 49’lar olarak geçer.

Musa Anter’in ifadesine göre, ağzından kan gelen Emin Batu, duvara şunları yazmıştı. “Esaret bahçesinde bir gül olmaktansa, Hürriyet bahçesinde bir diken olmayı tercih ederim.  

Hücre denilince, akla geniş bir oda gelmemeli, buna mezar demek daha uygun olur. Tutuklular, beş ay hücrelerinde mahkemeye çıkarılmayı beklerlerken, 27 Mayıs 1960’ta Türk Ordusu bir darbeyle iktidara el koyar. Başta Adnan Menderes ve Celal Bayar olmak üzere önde gelen DP’liler Yassıada’ya gönderilirler.

Darbeciler 26 Ekim 1960’ta genel af çıkarırlar, ama 49’ların bu aftan yararlanmalarına izin verilmez. 49’lardan tutuklu olanların tutukluluk halleri devam eder. Yaklaşık 14 aylık tutukluluk döneminin ardından davanın görülmesine 3 Ocak 1961’de başlanır. İsnat edilen suç, “Yabancı devletlerin desteğiyle Türkiye’yi bölmek”tir. 

İstanbul’daki 28. Tümen Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesi’nde, 3 Ocak 1961′de başlayan davanın yargı süreci yaklaşık 8 yıl sürer. Dava ile ilgili son karar 3 Mayıs 1968′de verilir. “milli hisleri zayıflatıcı faaliyette bulunmak”tan kimi sanıklar beraat ederken, kimi sanıklar da çeşitli cezalar alırlar. Verilen bu karar davanın zaman aşımına uğraması sebebiyle kesinleşmediyse de, Kürt aydınlarının bir kısmı Türkiye’nin çeşitli illerine sürgüne gönderilirler.

Necip Fazıl da Aynı Hücrede

Musa Anter, kendi merceğinden Necip Fazıl’ı şöyle anlatır: “Necip Fazıl, aslen Maraşlı ve Dülkadiroğullarından olduğunu söylerdi. Karısı Kürt idi. Bir de büyük bir asabi hastalığa yakalanmış, yani bir nevi deli olmuş, hiçbir tedavi sonuç vermemiş. Onun anlattığına göre, Eyüp’te oturan Şeyh Abdülhakim’in dergâhına iltica edince iyileşmiş. Eh hem Kürt damadı ve hem de bir Kürt şeyhin müridi olunca, Kürtlere sempatisi vardı. Bu arada bana da çok yakınlık gösterirdi. Bir gün bana dedi ki, “Bak Musa Vallah Türküm ama yine de yemin ediyorum ki, Kürtler, Türklerden daha sadık, daha inançlı ve daha iyidirler. Tabii ben ‘Estağfurullah’ dedim. Sıkça görüşürdük. Bir ara gözükmedi. Ben de sormadım. Meğer gözaltına alınmış. Kadıköy vapurunda rastlaştık. Nerelerde olduğunu sordum. Tutuklandığını ve Harbiye’deki ve 38 numaralı hücreye konduğunu, bu hücrede bir gün kaldığını ve hücrenin halinden sabaha kadar İhlas-ı Şerif okumasaymış deli olacağını anlattı. Halbuki 38 numaralı hücre benim hücremdi ve orada beş buçuk ay kalmıştım. Bunu ona anlatınca, şaşırdı. Hatta her bakımdan benden büyük olduğu halde elimi öpmeye kalkıştı. “Birader, eğer orada beş buçuk ay kalmışsan Lalettayin (sıradan) bir adama değil, sana Hazret-i Yusuf ve Hazret-i Eyüp’e bakıyormuş gibi bakmak lazım. Diyerek bana iltifat etti.

 Hatıralarımız ve Necip Fazıl Kısakürek’in maceraları çok. Burada hatıralarım arasında Necip Fazıl’ı uzun süre tutmak istemiyorum”

Musa Anter ve Necip Fazıl gibi insanlar her çağda bir veya iki kişi gelir bu dünyaya üç değil…   

Ben İstanbul’da yapılan toplantılarda Musa Anter’le iki defa konuşmacı olarak katıldığı panelde kendisini dinlemiştim. Pervasızca konuşuyor, müthiş espriler yapıyor ve nüktelerle konuşmasını süsülüyordu. Bir bilge insandı, Hürriyet yazarlarından Oktay Ekşi’yi tanımlarken “Hakikaten kendisi ekşidir” demişti.

Anter’i tanıyanların: “Musa Anter denince, benim aklıma üç önemli niteliği, boyutu geliyor. Sadece duygusallığa değil, akla da dayalı bir Türk-Kürt kardeşliğinin militanı, bir mizah ustası ve nihayet bir gazeteci…

Türk-Kürt kardeşliğinin militanlığını yapan Anter’in bu yanına önümüzdeki dönemlerde çok daha fazla ihtiyaç duyacağız.  O, Marmara denizi ile Van Gölü’nü, Uludağ ile Cudi’yi eşit gören, Ahmet ile Şehmuz’u birleştiren bir düşünce adamı.

Ortadoğu’nun bu hem güllü hem de silahlı dünyasından bıyık altından gülümsetecek öyküler yaratırdı sohbetlerinde, yazılarında. Kürtler kadar acı ve cefa çekmiş bir halkın da gülmeye, eğlenmeye hakkı olduğunu savunurdu hep ve onun mizahı şimdiki gibi şaklaban kakarakikiri cinsinden değildi.”   

 

Kaynak: Farklı Bakış