Gazete Duvar'dan eski Erbil Başkonsolosu ve gazeteci yazar Aydın SELCEN'İN KONUYA DAİR" ANALİZİ...
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün (5 Ekim Cumartesi) partisinin Kızılcahamam Kampı açılışında “Bir taraftan Irak tarafından otuz bin civarında tırı Suriye’ye sokacaksınız, silah-mühimmat yüklü, bunları terör örgütüne teslim edeceksiniz sonra stratejik ortağız diyeceksiniz. Hazırlıklarımızı yaptık, harekât planlarımızı tamamladık, gereken talimatları verdik. Kararı verilen ve süreci başlamış olan barış pınarlarının önünü açma ihtimali belki bugün belki yarın denecek kadar yakın. Hem karadan hem havadan bu harekâtı yöneteceğiz.” diye konuştu.
Erdoğan hafta başında TBMM açılışında, “Kendi yolumuzda devam etmekten başka çaremiz kalmamıştır. Hiç şüphesiz işimiz kolay olmayacak.” demişti. Ondan önce hafta sonu MGK toplantısı ardından yayımlanan bildiride “samimi gayretlerin daha ileri adımlarla güçlendirilmesi” ve “milli güvenliğin sağlanması için gereken iradenin ortaya konulması” gibi çok daha yuvarlak, nüanslı, diplomatik ifadelere yer verilmişti. Ondan sonraysa, MSB Akar keza TBMM açılış davetinde medya mensuplarına ABD ile müzakerelerin istenilen biçimde ilerlemediğini söylemiş ve ültimatom vari biçimde “harekâta hazırız, bu işin şakası yok” uyarısında bulunmuştu.
Aciz bendeniz de konu hakkında konuştum. Aydın Engin yazdı ve Ümit Kıvanç da yazdı. Her ikisinin de sözleri kuşkusuz değerli ve zamanlıdır.
Buna karşılık, geciktirici veya duraklatıcı etmenler olarak iki, ama artık en yetkili ağızlardan söylenenlerden sonra ikisi de cılızlaşmış farklı saatten söz edilebilir. Birincisi, 29-30 Ekim tarihlerinde Cenevre’de ilk toplantısını yapacak Suriye Anayasa Yazım Komitesi ve o toplantının marjında ikincisi gerçekleşecek (özgün önerisi Ankara’ya ait) olan Türkiye-Rusya-Almanya-Fransa dörtlü zirvesi. Diğer etmen, Vaşington’da Başkan Trump’a yönelik Temsilciler Meclisi’nde başlatılan azil süreci. Bir üçüncüsü ise, aksine hızlandırıcı etmen, ki o da 2023’ü beklemeden gerçekleşme olasılığı artan “baskın seçim”.
Saygın gazeteci Cansu Çamlıbel, “azil süreci-harekât” bağlantısını izah ettiği yazısında “Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky’den potansiyel siyasi rakiplerinden birini karalayabilmek için iltimas istediği iddiasıyla hakkında soruşturma açılan ABD Başkanı Trump’ın bugünden sonra başka bir yabancı lidere kişisel çıkarları nedeniyle iltimas geçme ihtimali de iltimas isteme ihtimali gibi masadan kalkmıştır.” diyor. Dolayısıyla bütün uzun topların geriden Trump’a şişirildiği doldur-boşalt diplomasi taktiğinin miadının dolduğuna dikkat çekiyor.
Yeniden savaş arayışı açıkça ortadayken, anamuhalefet CHP ise 28 Eylül’de “Suriye Çalıştayı” yaptı ve bu hafta sonu Abant’ta “kampa girdi”: Ve belki mesele de orada. Neden “mesele”? Çünkü CHP bir STK değil, ülkemizin anamuhalefet partisi ve son belediye seçimlerinin büyükşehirlerdeki galibi. CHP’den beklenen fikir üretmesi, rapor yazması, konferans düzenlemesi değil; muhalif sesi gürleştirmesi, hamasi ve güvenlikçi politikalara alternatif akılcı ve müzakereci somut diplomasi seçenekleri önermesi. Savaş karşıtlığını kitleselleştirmesi; savaşın demokratik, ekonomik ve tarihsel bedellerini sürekli gündeme getirmesi, gündemi belirlemesi.
O kötü şöhrete sahip formülü alıntılarsak, CHP’ye şu şekilde sormak sanırım meşru: “Mesele sadece Fırat’ın Doğusu’na girmek (yahut terörle mücadele) değil sen daha anlamadın mı?” Nitekim, Gaziantep Üniversitesi’nin Bab ve Afrin’den ilahiyat ile iktisadi ve idari bilimler fakülteleri kuracağı açıklandı. Hem de basbayağı KHK ile. Öyle vakıf, yardım kuruluşu filan gibi diplomatik perdeye, aracıya gereksinim duymadan, doğrudan. Adeta bağa, bostana yürüyüp, girercesine.
Acaba anamuhalefet, Suriye’ye üçüncü askeri harekâtın cumhuriyetimizi iki yüz yıldan beri ana yönelimimiz olan Batı’dan hepten kopartmak, üyesi olduğumuz savunma çatısını çatırdatmak, Kürt Sorunu için bir barış sürecini ilanihaye ötelemek, ifade özgürlüğünün üzerine hepten ölü toprağı serpmek, her tür muhalefetin alanını daraltıp, onu işlevsizleştirmek demek de olacağının bilincinde mi? Yoksa, tanımı AB ile uyuşmayan bir terörle mücadele adına, “milli duruş” çağrısını duyar duymaz esas duruşa” mı geçecek AKP’nin ardında?
Aslında belki anamuhalefet değil, Suriye’ye üçüncü askeri harekâtın SDG’den ziyade ana muhatabı olan ABD ne yapıyor, ona bakmalı. Erdoğan’ın yazının başında alıntıladığım sözlerinin ardından IŞİD’e karşı koalisyonun sözcüsü TSK ile sınır boyunda işbirliğinin pek de güzel yürüdüğüne dair paylaşımda bulundu. ABD, Türkiye’yi ciddiye mi almıyor, gaflet hatta düpedüz cehalet mi içinde bilemiyorum. Becerikli Büyükelçi Jeffrey ortadan kayboldu sanki, acaba nerelerde? Büyükelçi Satterfield başkentine ne yazıyor, Ankara’da kimlerle temas halinde?
ABD’nin “Kuzey ve Doğu Yönetimi” diye adlandırdığı alanda topu topu iki yüz Özel Kuvvet mensubu var, bunların cephe savaşına gireceği tabiatıyla yok. ABD’nin TSK harekâtını Akdeniz’den veya havadan durduracak gücü var, ancak bu kıyamet günü senaryosu, olası değil. TSK’ya hava sahasını da açar mı ABD, orası da belli değil. SDG’ye ATGM ve MANPADS dağıtarak TSK’yi durdurmaya yönelir mi, o da bilebildiğim kadarıyla zaten yasa dışı ve esasen buna da hiç ihtimal vermem. Öyleyse, ABD koalisyon güçlerine kenara çekilip seyretmek ve siyasi baskıyı artırmak dışında bir seçenek kalmıyor. Atina’daki Dışişleri Bakanı Pompeo da belki onu yapıyor.
Şu gerçekleri de herhalde hatırda tutmakta yarar var: ABD ve AB ülkelerinde sınır dışı harekâtların “amaç-tanım-kapsamı” çok keskin çizgilerle, siyasi talimat yoluyla belirlenir; askeri varlığın ucu açık olmasından, ebedi savaşlardan kaçınılır. Bizde ise benzer durumlarda, tam aksine önden TSK gidebildiği yere gider, ardından Dışişleri’ne bunun hukuk kılıfını dikmek ödevi verilir. Üstelik oralarda can kaybının ve mali harcamanın artması muhalefeti sertleştirirken, bizde “şehit cenazeleri” muhalefeti hizaya sokmanın ve ifade özgürlüğünün üzerine ilave bir dikiş daha atmanın bahanesi addedilir, seçmen üzerinde de “steroid” etkisi yapar.
“Pusulası olmayan gemi, rotası olmayan uçak nasıl kaybolup giderse medeniyet davası olmayan toplum da aynı akıbete mahkumdur. Kimliksiz, köksüz, rüzgârda sürüklenen bir millet haline gelmemizi bekliyorlar ama buna fırsat vermeyeceğiz.”: İşte Erdoğan açık konuşuyor, anlamak isteyene neden söz ettiği gayet belirgin. Demokratik muhalefet buna karşılık ne diyor, ne öneriyor? İlan edilmemiş OHAL, seferberlik hali, parti-devlet rejimi kökleşecek, cumhuriyetin saati geri sarılacak ve çoktan terk edilmiş dış politika felsefesinin enkazı üzerine de tuz dökülecek. Ama sahi, her şey güzel olacak. Nasıl? Sorma, bekle yeter. Pekiyi, başüstüne.
Aydın Selcen kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.