Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

İhsan Umun yazdı: AKP’nin totaliterleşme stratejisinin limitleri

İhsan Umun, Çin ile AKP iktidarının otoriterleşme politikalarında farklı noktalarda bulunduklarını; Çin’den farklı olarak Türkiye’nin yönünü Batı’ya dönük olduğunu; bununla birlikte,AK Parti’nin otoriterliği seçtiğini belirtiyor

İhsan Umun yazdı: AKP’nin totaliterleşme stratejisinin limitleri

Son on yılda Türkiye’nin siyasi ve hukuki sisteminde köklü değişiklikler yaşandı. Bu süreçte, totaliterleşme olasılığı ve bunun otoriter yönetim biçimleriyle ilişkisi üzerine tartışmalar yoğunlaştı. Bu yazıda, Çin’in tek partili totaliter sistemiyle kıyaslama yaparak, Türkiye’de AKP iktidarının totaliterleşme eğilimlerini ve bu sürecin sınırlarını incelemek istiyorum.

Yaşadığımız siyasi gerçeklikten baktığımızda, AKP’nin siyasi vizyonunda totaliterleşmenin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Zira bir partinin sürekliliği üzerine kurgulanan devlet, otoriter bir yapıya evrilir.

 

Kuvvetler ayrılığının zayıflaması ve devletin AKP’leşmesi

Son on yılda, kuvvetler ayrılığı ilkesi Türkiye’nin siyasi ve hukuki sisteminde büyük ölçüde etkisini yitirdi. Devlet kurumları, bağımsız birer yapı olmaktan çıkarak AKP’nin siyasi hedeflerine hizmet eden bir organizmaya dönüştü. Parti ile devlet arasındaki ayrım bulanıklaştı; bürokrasi, yargı ve medya gibi temel güç alanları, kamu yararı için hizmet eden bir yapıdan çok AKP’nin iktidarını sürdürmesine adanmış birer araca dönüştürüldü.

Her ne kadar elimizde net nicel veriler olmasa da, devlet bürokrasisinin büyük ölçüde AKP ile uyumlu olduğunu tahmin edebiliriz. 2016 darbe girişimi sonrası, FETÖ ile bağlantılı olduğu iddia edilen 150 binden fazla kamu görevlisi tasfiye edildi (Freedom House Türkiye Raporu). Yerlerine genellikle AKP’ye yakın kişiler atandı. 2018’de 18 bin memurun daha görevden alınması, bürokrasinin parti kontrolüne geçişini hızlandırdı. Kamu istihdamı AKP kadrolarıyla dolduruldu ve sivil hizmet, büyük ölçüde Recep Tayyip Erdoğan’a bağımlı hale geldi.

Ekrem İmamoğlu, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi isimlere yönelik siyasi davalar ile gazeteci ve entelektüellere açılan soruşturmalar, artık hukuk sisteminin AKP’nin siyasi çıkarlarına göre şekillendiğini gösteriyor. CHP’nin büyükşehir belediyelerini kazanması yerel düzeyde bir denge yaratsa da, merkezi bürokrasiyi AKP ve MHP tamamen domine etmiş vaziyette. Bu dönüşüm, devletin bir partinin sürekliliğine dayalı bir yapıya evrilmesi anlamına geliyor ki bu, totaliter bir sistemin temel özelliğidir.

 

Medyanın kontrolü ve bilgi denetimi

Medyanın büyük ölçüde AKP kontrolünde yeniden şekillenmesi, totaliterleşme sürecinin en çarpıcı göstergelerinden biridir. Reuters Institute for the Study of Journalism’in 2023 raporuna göre, Türkiye’deki ana akım medya kuruluşlarının yüzde 90’ı hükümet yanlısı iş insanları veya holdingler tarafından kontrol ediliyor. Demirören, Kalyon, Ciner ve Albayrak gibi gruplar, TV izlenme oranlarının yaklaşık yüzded 70’ini elinde tutuyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke arasında 165. sırada yer alıyor. RTÜK yaptırımlarının yüzde 80’inden fazlası muhalif medya kuruluşlarına yöneliyor.

Google ve X gibi uluslararası platformların AKP’leşmiş hukuk sistemi ile anlaşarak bağımsız dijital medyaya ve muhalif gazetecilere getirdiği kısıtlamalar, muhalif seslerin alanını daha da daraltıyor. Demokrasinin temel unsurlarından biri olan bilgi özgürlüğü, bu denetimle ciddi şekilde tehdit altında. Bilgi kontrol edilirse, seçimler her ne kadar adil görünse de demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. İnsanları tek tip veya sahte bilgiyle siyasi karar vermeye zorlamak, totaliter bir yöntemdir. Gücün merkezileşmesi, seçimlerin işlevini ve meşruiyetini sorgulanır hale getiriyor.

 

Sandığa güvenin aşınması ve demokrasinin çöküşü

Türkiye’de “AKP’leşme” sürecini sınırlayan en önemli faktör, sandığa olan toplumsal güvendir. Ancak son yıllarda siyasi tutuklamalar, seçim süreçlerine yönelik şaibeler ve muhalefetin baskılanması, bu güveni zedeliyor.

Medya, bürokrasi, sivil toplum ve ekonomik elitler gibi güç odaklarının AKP tarafından domine edilmesi, toplumsal sözleşmeyi zayıflatıyor. Bu, demokrasinin içten aşınması anlamına geliyor. Sandık yoluyla değişim umudunun azalması, halkın siyasete katılım isteğini kırabilir ve bu da otoriter bir rejimin konsolidasyonunu kolaylaştırabilir.

Sandık, bir toplumsal fenomen olarak varlığını sürdürse de işlevselliğini ve meşruiyetini kaybederse, Türkiye dolaylı yoldan totaliter bir devlete dönüşebilir.

Ancak bu sürdürülebilir mi? Elbette değil.

 

Çin-Türkiye kıyaslaması: Türkiye’nin totaliterleşme olasılığı

Otoriter bir rejimle ekonomik başarı elde edilebileceğini düşünenler genellikle Çin’i örnek gösteriyor. Ancak Çin’in geliştirdiği rejim, dünyanın en kapsamlı, sofistike ve gelişmiş totaliter rejimlerinden biridir. Bu rejimin mimarı, Çin’in tek partili sistemidir.

Totaliter sistemler, siyasi rekabeti ortadan kaldırarak iktidarın merkezileşmesine yol açar. Totaliterleşme, merkezileşmiş iktidarın sürekliliğini koruma çabasından kaynaklanır; çünkü muhalefetin yokluğu, gücü dengeleyecek mekanizmaları zayıflatır, sisteme olan toplumsal güveni aşındırır, dolaylı olarak gücü domine eden tarafın toplumsal meşruiyeti çürümeye başlar.

Bu sistemlerde parti, devletin bir uzantısı haline gelir ve sistemin meşruiyetini güvence altına almak için bireylerin hayatına müdahale eden kapsamlı bir denetim ağı kurulur. Totaliter rejimler, ideolojik monopol, baskı ve şiddet, kişisel özgürlüklerin kısıtlanması gibi temel mekanizmalarla sistemlerini pekiştirir.

AKP’nin Türkiye’yi totaliterleştirme arzusu, bazı alanlarda (devlet kontrolünü ele geçirme gibi) başarılı olsa da, Çin’in totaliter sisteminin sahip olduğu birçok temel avantaja sahip değildir.

Çin Komünist Partisi (ÇKP), Marksizm-Leninizm ve Maoizm gibi net bir ideolojik çerçeveye dayanır. Bu çerçeve, ekonomi, dış politika ve toplumsal düzeni kapsayan uzun vadeli bir vizyon sunar. AKP ise ideolojik olarak daha eklektik bir yapıya sahip. Parti, başlangıçta “muhafazakâr demokrat” bir çizgi benimseyerek liberal ekonomi ve AB üyeliği gibi hedefleri desteklerken, zamanla daha milliyetçi ve otoriter bir yöne kaydı. Çin’in aksine, AKP’nin kapsamlı bir ideolojik altyapısı yok. Geleneksel muhafazakârlık ve dini dogmalarla güçlendirilmiş siyasi bir tutum, hatta toplumu harekete geçirebilecek dezenformasyon ve komplo teorileriyle şekillenmiş bir paralel gerçeklik algısı olsa da, devlet yönetimi, dış politika ve ekonomik zorluklarla başa çıkma açısından tutarlı bir vizyon sunan ideolojik bir doktrine sahip değiller.

Çin, gözetim teknolojilerini (yüz tanıma sistemleri, büyük veri analizi, yapay zeka, sosyal kredi sistemi) siyasi kontrolü sağlamak için en etkili şekilde kullanan ülkedir. Bu dijital gözetim altyapısı, geleneksel totaliter rejimlerin hayal bile edemeyeceği bir kontrol düzeyi sağlamaktadır. AKP, medyayı büyük oranda ele geçirmiş olsa da, Çin ölçeğinde bir teknolojik totaliterizm kurabilecek ne yeteneğe, ne etkili bir teşkilat yapısına, ne de buna uygun sosyolojik ve ekonomik altyapıya sahip.

 

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER