İhlâs’a dair

Abdulaziz Tantik yazdı;

İhlâs’a dair

İhlâs, kişinin samimiyet testinden başarı ile çıkmasının zeminidir.

İstikametin tam olarak belirdiği ve gereğinin yapıldığı bir yaşam alanında varlığını açığa çıkaran ihlâs, kişinin kendi tamlığını inşa etmede de en belirgin kaynağı haline dönüşür. Kişinin kendi tamlığını inşa ederken başvuracağı şey, eğilim, niyet ve yöneliminin bir birlik ve bütünlük içinde var olmasıdır. İhlâs, parçadan bütüne doğru bir yönelim içinde süreklileşen bir samimiyetin aralıksız sürdürülmesi ile sağlanabilecek bir duygusal ve düşünsel zemini işaret eder. Arada düşülen hatalardan hemen pişman olarak vazgeçmeyi kararlılıkla yürürlüğe koyarak kesintiye zemin oluşturmadan sahici bir yolculuğu daimileştirmek samimiyetin ve ihlâsın perçinlenmesine imkân tanır.

İhlâs, her türlü farklılığa rağmen birliği ve bütünlüğü işaret etmektir. Kişinin yaratılışın temel amacına matuf hareket etmeyi bir karakter haline dönüştürmesi ve ilkesel bir buyruğa tabi olur gibi düşünsel ve eylemsel bir boyut kazanmasıdır ihlâs… Düşe kalka yol yürürken, her düştüğünde yeniden kalkabilmenin istidadıdır ihlâs, kalktığında ise ilahi rızaya tabiiyeti bir şahsiyet haline dönüştürmedir.

İhlâs, yaşamın insan açısından ulaşacağı bir sonuçtur. Bu sonuç ise kişiyi insan kılarak ona yüklenen misyonu yerine getirdiğinin işareti olarak algılanır. Dünya bir imtihan dünyası ve bu imtihanı kolaylıkla verecek olanın olmazsa olmaz özelliğidir ihlâs… Şeytanın ve nefsin kötülüğü emreden boyutuna karşı ihlâs insanın en önemli korunağıdır. Kendisini sürekli aşağı doğru çekmeye çalışan dünyevi zevklere karşın uhrevi yaşamı içselleştirerek varlık kazandıran ve kendisini dünyevi şehevi duygulara karşı bir sigorta olarak ihlâsı seçen kullar kurtuluşa erenler olacaktır.

İnsan, yeryüzüne düştükten sonra kirlenmeye başlıyor. Yeryüzü bir imtihan ve bu imtihan gereği de iyi ve kötü ile birlikte yaşamayı sürdürmekle yükümlü… İşte bu yükümlülük onu kirleten ve ağırlaştıran bir özellik taşıyor. İhlâs ise mevcudu aşarak ilahi rızaya matuf bir niyet ve istikamet ile mevcudu yeniden düşünmek ve onunla ilişki kurmaya matuf bir zihinsel, psikolojik ve sosyolojik bir gerçekliktir.

İhlâs her türlü kirliliği sağlayan etmenlerden uzak durmak ve kirliliğin her türlüsüne karşı teyakkuz halinde olmaktır. Bedensel hazlar yerine o ruhsal hazlara yönelmek ve ilahi lütfü süreklileştirecek bir niyetin istikamet kazanmasını sağlamaya matuf bir iradenin dışa vurumudur. İhlâs beklentisizliği bir yaşam tarzı olarak hem nefsimizde hem afakta; her türlü varlığa karşı ilişkide belirleyici bir düstur yapabilmektir.

İhlâs, ilahi rızaya matuf bir yaşamın temel kodlarını inşa ederek kişinin ilahi rızaya uygun bir yaşam sürdürmesini kolaylaştırır, onu her türlü bela, musibet ve imtihanlara karşı da dayanıklı kılar, sabır ile her aşamayı geçerek varlığını iman nuru ile aydınlatmasına imkân verir. Kişi, yaşamın her aşamasında karşılaşacağı imtihanı ihlâs vesilesi ile aşmayı başarır. Bu imtihanlar bazen kişiyi, kötü, çirkin ve nankörlüğe düşürür. Ama eğer kişi ihlâsı bir temel karakter olarak inşa etmişse hemen o durumlardan tövbe ederek kendini arındırır.

Asıl soru: ihlâsa ulaşmanın yolu nasıl bulunur? Çünkü ihlâs kucağımızda bulduğumuz ve benimsediğimiz bir durum olarak öne çıkmaz. Zorlu şartların aşılması ve kendisine ulaşılmasına zemin oluşturacak bazı temel duygusal zeminlere sahip olunmayı zorunlu kılıyor. Meseleye en baştan başlamak biraz kolaycılık gibi görünse de döngüsel bir zeminde son ile baş sürekli birbirini besleyen bir süreci işaret eder. Bu süreç aynı zamanda çizgisel bir ilerlemeyi de içerir. Bu çerçeve içinde ihlâs, müslim/teslimiyet, iman/güven ve ihsan/her iş ve olayda Yaratıcıyı dikkate almak, onu görürmüşçesine davranış sergilemeyi başaran kişinin/kulun/muttakinin ulaşacağı mertebedir.

İhlâsı tam bir istikamet diye betimledik; o zaman ilk adım, o istikamete tam bir teslimiyet gereklidir. Teslimiyet, o yolun yolculuğu esnasında ileri sürülen bütün şartlara kayıtsız şartsız teslim olmayı içermektedir. Yani kişinin lehinde ve aleyhinde ortaya konan bütün emir ve nehiylere tam bir içtenlikle teslim olmayı, müslim olmayı ihlâsın birinci basamağı olarak düşünmeliyiz. Müslüman kişi, Elçi aracılığı ile kendisine gönderilmiş ‘Sözü’ ( ilahi sözü) tam bir teslimiyet ile kabul etmek ve ona uygun davranmayı tercih etmektir. Müslüman ne yapacağını ilahi söze dayandırarak varlığını idame ettiren kişidir. Yaşamında ilahi sözün ağırlığı her zaman varlığını sürdürür. Bu sürekliliği ise o ‘söz’e duyduğu iman/güven ile pekiştirir.

İman, tam bir teslimiyetin sonucu olarak oluşan güvenin kişiliğin ayrılmaz bir parçası olarak işlev kazandığı zeminde açığa çıkar. İman elbette ki teslimiyeti içerir. Ama teslimiyet olmadan imanın varlık kazanması beklenemez! Bu yüzden müslim kişi mümin kişiye doğru bir istikamete tabi kılınır. Bu onu mümin kılar. Mümin, teslim olduğu emir ve nehiylere karşı bir güven duygusunu pekiştirerek ona yönelir ve hayatının vazgeçilmezi kılar. Mümin, teslim olduğuna dair şüpheden arî durarak ona tam bir güvenle teslim olarak ‘itminan’ sahibi bir kalbin varlığını gösterir. İşte bu kalp, ilahi söz ile bağı çok güçlü bir zeminde kurmaya ve o sözün derinliğini keşfetmeye matuf bir yönelişi de içinde taşır. Artık o müslim, mümin kul, bir adım öteye sıçrayarak muhsin/Allah’ı görürcesine bir tutuma yükselir. İşte burada kul, teslim olduğu ve güvendiği o ilahi sözün derununa matuf bir ilgiyi canlı tutarak Rabbini sürekli gözeterek davranışlarına yön vermeye başlar.

İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına ona kulluk etmektir. Yani kişi, hayatının her anında Allah’ın varlığını, gücünü, kuvvetini, kudretini, iradesini, ilmini, işiticiliğini, görücülüğünü dikkate alarak adım atmaya liyakat kesbetmesine zemin olur. Rabbi ile hemhal olan kulun tavır ve davranışları kadar düşünceleri de arı duru bir şekil kazanarak ilişkisini sağlam bir zemine yaslandırır.  İhsan mertebesi, kişinin hayatını ilahi davete göre düzenlemesi ve ona göre tercihlerini geliştirmesi anlamına gelir. Böylece muttaki kul, sürekli bir gözetim altında oluşunu bir esaret değil özgürleştirici bir duruş olarak algılayarak doğal bir sürecin teminat altına alınışına imkân tanır. İşte ihlâs bu noktadan sonra tam teşekküllü olarak hayatta bir karşılık bulacaktır. Çünkü teslimiyet, güven ve gözleme dayalı duyarlılık ile sürekli bütün yüklerinden/ağırlıklarından kurtularak arınır, arı duru bir olgu olarak tezahür eder. Samimiyet bu arı ve duru olgunun tezahürü olarak açığa çıkar. Kişi, bu açığa çıkan samimiyet olgusunu karakteri kılar ve muhlis bir kul olmaya liyakat kesbeder.

Devamı >>>