Suriye rejim güçlerinin Türkiye’nin askerlerine saldırması ve 8 askeri şehit etmesi, neresinden bakarsanız Suriye meselesinde bütün kartların yeniden dağıtılmasını sağlayacak bir kırılma anıdır. Şehit edilen Türk askerleri Astana ve Soçi süreçlerinde Türkiye, İran, Rusya ve Rejim arasında kararlaştırılmış, İdlib’deki çatışmasızlık alanlarındaki gözlem noktalarını takviye etmeye çalışıyordu. Yani rejim güçleri ve Rusya bir süredir İdlib’de zaten bu mutabakatı ihlal etmeyi yeni bir kazanım haline getirmiş, Türkiye’nin gözlem noktalarının işlevini kadük hale getirmeye çalışıyordu.
Türkiye ise bu emrivakiyi, oldu bittiye getirerek mutabakatı kadük hale getirme çabasını görüyor ve itiraz ediyordu.
Açıkçası Rejim güçlerinin İdlib’e Rus güçleri eşliğinde, desteğinde ve himayesinde bir süredir düzenledikleri saldırılar her şeyden önce Astana ve Soçi’de bir süredir yürütülmekte olan bütün diplomatik çabaları yok sayan, onları açıkça ihlal eden küstahça girişimlerdi.
Türkiye aslında bir çok alanda olduğu gibi Suriye’de de hem Rusya’ya hem İran’a hem de Suriye rejimine siyasi çözüme şans tanıyan politikasını sonuna kadar takip etti. Suriye’de kendi halkından 12 milyon insanın içeriye veya dışarıya göç etmesine yol açan mücrim, katliamcı bir rejim var. Bu rejimin kendi muhalifleriyle baş etmek için bildiği tek yol katletmek ve tehcir etmek, evlerini başlarına yıkmak. Bu dünyada yeri olmaması gereken bu suçlu rejim maalesef hala Rusya ve İran’ın açık desteğiyle ayakta kalabilmektedir.
Aslına bakarsanız Suriye’de yaşanmakta olan yüzyılın insanlık dramının baş sorumluları Rusya ve İran olduğu halde Türkiye bunlarla Suriye’de kanı durdurmak adına Astana ve Soçi’de masaya oturarak bir arayışa girdi. Bu arayışın yeni bir ittifak, yeni bir uluslararası eksen olduğu yönünde kimilerinde çok acil bir beklenti oluştu. Oysa Türkiye’nin genel olarak olduğu gibi bu konuda da temel önceliği meselenin insani yanıydı.
Suriye halkı Esad’dan çok şey istemedi, sadece insanca yaşamak istedi. Bunu kendi halkına çok gören Esat, bu kadarlık bir talepte bulunanları bile soykırıma tabi tutmaya çalıştı. Bu zulmün eseri ortada: Yerinden yurdundan edilmiş 12 milyon insan, bir milyon kurban, milyonlarca yaralı, tutuklu ve kayıp.
Türkiye’nin bu uygulamalara karşı tavrı çok net oldu ama bundan dolayı suçlandı. Suriye’deki çatışmalara taraf olmakla suçlandı. Oysa Türkiye’nin taraf olduğu sadece insanlıktı.
Türkiye’ye bu saatte bile eli kanlı Esat’la anlaşmayı tavsiye edenlere sadece Astana sürecinden beri İdlib’de yaşananlar ders olmuyorsa, kalpler mühürlenmiş, közler kararmıştır.
Türkiye aslında Astana sürecinde en açık şekilde rejimi himaye eden Rusya ve İran’a Suriye’yi zapt ederek muhalefetle daha siyasi bir çözüm noktasına getirmekte anlaştı. Yaşanan onca katliam ve savaş karşısında Suriye’de muhalefetin artık tartışılamayacak bir hak olduğu ve rejime isyan edenlerin terörist sayılamayacağı noktasında da uzlaşıldı. Rejimin zulmü ve gaddarlığı açık bir gerçek olduğuna göre ona isyan da bir haktır ve bu hakkı kullanıyor olmaktan dolayı kimse suçlanamaz. Bilakis ilk etapta suçlanması gereken devlet imkanlarını kendi savunmasız vatandaşlarına karşı bir kıyım aygıtı olarak kullanan rejimdir.
Zaten bir ülkeden bu kadar kitlesel bir göç varsa, göç edenler o rejimin meşruiyetini de haklılığını da beraberlerinde alır götürürler. Bugün Suriye dışındaki en az 8 milyon Suriyeli ülkelerinde bir devletin değil, katil, terörist bir yapının olduğuna şahitlik ediyorlar.
Rusya ve rejim İdlib’deki saldırılarını terörist faaliyetlerin olduğu bahanesine sarılarak yapıyorlardı ama bu arada okullar, hastaneler, fırınlar havadan bombalanıyor ve siviller ölüyordu. Bu saldırılar yüzünden en az bir milyon insan bu bölgeden Türkiye sınırına göç etmek zorunda kalıyor. Gidişat böyle devam ettiğinde İdlib de Suriye’nin diğer bölgeleri gibi tamamen insansızlaştırılarak ele geçirilmiş olacak, ama buradan süpürülen insanlar Türkiye’nin sorumluluğuna yüklenmiş olacak.
Terörle mücadelenin bir sivil halkın tamamına karşı bir soykırıma dönüştürülmesi başlıbaşına bir insanlık suçu, Türkiye ile anlaşmaların ihlal edilmiş olması ise ayrı bir suç.
Öyle anlaşılıyor ki, Rusya için insan yoktur, basitçe nefes alan makinalar vardır. Bir bölgede hakimiyet sağlamak için insanların ölmesi, göç etmesi, bunlardan kaynaklanan korkunç dramların hiçbir önemi yoktur. O ürkütücü soğukkanlılığın insanlık için ne kadar tehlikeli bir hal aldığı görülüyor. Kontrolü sağlamak için fazla zamanı ve uğraşacak hali yok. Karşısında binlerce insanın ortasında gizlenmiş bir muhalif varsa onu yok etmek için gerekirse o binlerce kişiyi de yok edebilir. Suriye’de kontrolü sağlamak için kaç yüz bin insan öldürmek gerekirse onu yapmaya azmetmiş.
Ancak kendi ölçülerine göre terörist dedikleri muhalifleriyle mücadele etmek için başvurdukları insanlık dışı uygulamaların faturasını sivil halk ve Türkiye ödüyor. Kendileri hiçbir bedel ödemiyor.
Türkiye’nin sınırlarına dayanmış olan bir milyon sivil, çoluk çocuk insanın görüntüleri ortada bir terörle mücadelenin değil, vahşi bir soykırımın olduğunun delilidir.
Türkiye buna daha fazla seyirci kalamazdı. Kalmayacak da. Süre çalışmaya başladı.