Oytun Orhan(*)
Suriye rejiminin Rusya ve İran desteği altında İdlib´e operasyon düzenlemesinin kaçınılmaz olduğunun düşünüldüğü bir ortamda, Türkiye ve Rusya inisiyatif geliştirerek ateşkes durumunun devamını öngören Soçi mutabakatını hayata geçirmişti. Bu mutabakat önemli bir diplomatik başarı olsa da sahada uygulanması konusunda ciddi zorluklar içeriyordu. Zira anlaşma ile özellikle Türkiye tarafı, belli bir takvime bağlanmış ve uygulanması son derece zor sorumluluklar üstleniyordu.
Mutabakatın en temel maddesine göre İdlib çatışmasızlık bölgesi sınırlarında, 20 km. derinliğe sahip bir alanda silahsızlandırılmış bölge oluşturulması öngörülmüştü. Silahsızlandırılmış bölge içinde kontrol sahibi olan ılımlı muhalif grupların savaşçıları bölgede kalmaya devam edecek ancak ağır silahlarını iç bölgelere çekecek, HTŞ ve onunla bağlantılı gruplar ise bütün unsurları ile bölgeden ayrılacaktı. Türkiye ılımlı muhalif gruplar üzerindeki etkisini kullanarak belirlenen zaman dilimi içinde ağır silahların bölgeden geri çekilmesini sağladı. Ancak İdlib bölgesinin en güçlü grubu olan ve Türkiye´nin yönlendirme kapasitesinin sınırlı olduğu HTŞ ve onunla bağlantılı grupların bölgeden tamamen çekilmesi, belirlenen zaman dilimi içinde gerçekleşmedi. Rusya tarafı taahhütler zamanında yerine getirilememiş olsa da sürecin olumlu yönde ilerlediğini kabul etti. Buna karşın Rusya tarafı da Suriye rejimini Soçi Mutabakatı´na uyması konusunda gerektiği gibi baskılayamadı. Mutabakatın imzalandığı günden bu yana Suriye rejimi güçleri batı Halep ve kuzey Hama´daki muhalif bölgeleri hedef alarak onlarca ihlal gerçekleştirdi. Sahada rejim ve muhalifler arasında gerginlikler yaşansa da tepede Türkiye-Rusya işbirliğinin devam ediyor olması, gerginliğin büyümeden düşürülmesini sağladı. Her iki aktör de mutabakatın sonlandırılmasının maliyetinin daha ağır olacağını bildiği için sahadaki bazı sıkıntılar konusunda toleranslı davrandı. Bu durumun istisnası olarak Rusya, muhaliflerin kimyasal silah kullandığı yönündeki tartışmalı iddiası üzerinden sınırlı bir hava harekatı düzenledi.
Sonuç olarak Soçi mutabakatı son derece kırılgan bir zemin üzerinden ilerlemekte. Bunun üç temel sebebi olduğu söylenebilir. Birincisi Suriye rejiminin gerçekleştirdiği ihaller. İkincisi başta HTŞ ve Nureddin Zengi grubu arasında baş gösteren rekabet olmak üzere muhalif grupların İdlib´de kendi arasında yaşadığı çatışmalar. Üçüncü risk faktörü Hurrasuddin gibi grupların Soçi mutabakatını kabul etmemeleri ve süreci baltalama yönünde pozisyon almış olmaları. Yani her iki kanat arasında da oyunbozanlar söz konusu. Ancak muhalifler kanadındaki oyunbozanlar marjinal ve istisnai iken diğer tarafta Suriye rejimi ve hatta İran ile bağlantılı milis güçlerin istikrarsızlık unsuru olduğu görülüyor.
İran ve Suriye her ne kadar Soçi mutabakatından memnuniyetlerini açıklamış olsalar da Rusya´nın tavrından dolayı hayalkırıklığı içinde oldukları söylenebilir. Zira her iki aktör Rusya´nın hava desteği altında İdlib´in tamamen kendi kontrolleri altına geçmesi beklentisi içindeydi. Ancak Rusya, Türkiye ile sürdürdüğü iş birliği sürecinin bozulmaması adına İdlib sorununa daha uzun vadede çözüm bulunacak bir formülü kabul etti. O tarihten bu yana Suriye ve İran sürecin altını oymak ve Rusya´yı operasyon düzenlemeye yönlendirmek için sahadaki gerginliği yüksek tutmaya çalıştı. Rusya ise Soçi´nin devamı yönünde pozisyon alsa da Suriye ve İran tarafının muhalifler ve dolayısıyla Türkiye üzerindeki baskıyı canlı tutmasını da olumlu karşıladı. Rusya bu şekilde Türkiye´nin İdlib´de kendini çok da rahat hissetmemesi ve zaman zaman ?operasyon kartını? oynama imkanını elde etti.
Bütün risk faktörlerine rağmen İdlib´e dönük bir operasyon ihtimalinin halen düşük olduğu söylenebilir. Zira aksi bir senaryo hem Türkiye hem de Rusya açısından aşırı maliyetli olacak. Taraflar ihlaller konusunda uyarılarına devam edecek, karşı taraf üzerindeki baskıyı canlı tutmak isteyecek ancak bu gerginliği masayı devirecek bir noktaya taşımak istemeyecektir. 28-29 Kasım tarihlerinde gerçekleşen son Astana Zirvesi´nin sonuç bildirgesinde de Soçi mutabakatına bağlılık ve bu konuda üçlü koordinasyonun güçlendirilmesi vurgusu yapıldı.
Türkiye İdlib sorununu en azından ertelemeyi başardıktan sonra dikkatini Fırat´ın doğusuna doğru yönlendirdi. Türkiye´nin Suriye´de birinci önceliğinin YPG ile mücadele olduğu düşünüldüğünde bu anlaşılabilir bir durum ancak İdlib´de yaşanacak bir kazanın Türkiye´nin Fırat´ın doğusu ve genel anlamda Suriye masasındaki konumunu aşırı oranda zayıflatacağı unutulmamalı. O nedenle İdlib konusunda kazanılan zaman etkili bir şekilde kullanılmalı. Türkiye´nin İdlib´de başarı sağlaması gelecekte bir askeri operasyon düzenlenmesi olasılığını tamamen ortadan kaldıracak. Mülteci akını, istikrarsızlığın Türkiye´ye yayılması gibi riskler düşünüldüğünde, operasyon ihtimalinin ortadan kaldırılmasının Türkiye için ne kadar hayati bir konu olduğu açıktır.
Türkiye´nin İdlib´de başarı sağlaması ile kast edilen, bölgede sayıca az ama etkili olan terör unsurlarını zayıflatacak ve en nihayetinde elimine edecek tedbirlerin alınması, yerel ve uluslararası düzeyde meşruiyeti olan ve işleyen bir yerel hükümetin kurulması, bölgede istikrarı bozan muhalif gruplar arasındaki çatışmalara son verilmesi ve uluslararası toplum ile birlikte yerel halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda var olan çabaların artırılarak sürdürülmesidir.
Bu açılardan Türkiye´nin önünde birkaç meydan okumanın olduğu söylenebilir. Bunların en başta geleni Hurrasuddin başta olmak üzere bazı unsurların hiçbir siyasi çözüme yanaşmayan radikal duruşları. Türkiye, İdlib´de istikrarın bozulmaması adına söz konusu gruplar ile doğrudan karşı karşıya gelmeden süreç içinde zayıflatılmalarını öngören bir yaklaşım benimsiyor. Türkiye söz konusu gruplara muhalifler üzerinden baskı uygulanması ve bu grupların kendi içinde parçalanmasını tetikleme yönünde pozisyon aldı. Ancak Soçi mutabakatının giderek kırılgan bir hale geldiği ortamda, Türkiye´nin bu gruplara karşı zaman zaman zor kullanma seçeneğini gündeme getirmesi gerekebilir. Türkiye´nin radikal gruplarla doğrudan karşı karşıya gelmek istememesi anlaşılabilir. Zira bölgede Türk askeri varlığı var ve bu unsurlar bir anda çok da güvenli olmayan bir ortam içinde kalabilir. Bunun yanı sıra bir askeri mücadele İdlib´de derin bir istikrarsızlığın fitilini ateşleyebilir ve bu da Türkiye´nin İdlib´de düzen kurma çabalarının boşa gitmesi anlamına gelir. Bu noktada Rusya´nın düzenlediği hava saldırıları bazı temel prensiplere uyulması halinde Türkiye´nin işini kolaylaştırabilir. Rusya´nın hava saldırılarının sadece radikal terör gruplarını kapsaması, sivillere hiçbir zarar gelmemesi ve Türkiye ile koordineli yürütülmesi durumlarında Türkiye´nin radikal grupların pozisyonlarını gözden geçirmeleri yönündeki çabaları açısından eli güçlenebilir. Zaten daha önceki dönemde de Türkiye ve Rusya´nın İdlib´deki sınırlı ancak etkili terör gruplarına karşı ortak hareket etmesi gündeme gelmişti.
Türkiye´nin İdlib´de baş etmesi gereken ikinci zorluk el-Kaide ile bağını kopardığını açıklayan HTŞ grubu ile mücadele. HTŞ son dönemde bir taraftan Soçi mutabakatı konusunda Türkiye´nin elini güçlendirecek adımlar atarken diğer yandan İdlib içindeki askeri ve siyasi pozisyonunu konsolide edecek adımlar atmaktadır. HTŞ Soçi mutabakatına koşullu da olsa destek vereceği anlamı çıkan bir açıklama yaptı. Hatta HTŞ sahadaki bazı eylemleri ile Soçi mutabakatının bozulmasına engel olmaya çalıştığını gösterdi. Bunun en çarpıcı örneği Hurrasuddin grubunun rejim bölgelerine düzenlemeyi planladığı saldırının HTŞ tarafından önlenmesi idi. Ancak buna karşın HTŞ ve onunla bağlantılı gruplar halen Cisr eş-Şuğur ve doğu İdlib´deki bölgelerini boşaltmaya yanaşmamakta.
Bunun yanı sıra HTŞ, Türkiye´ye karşı pazarlık gücünü artırmak ve İdlib´in geleceğinde söz sahibi olabilmek açısından çok kritik adımlar atmakta. Bunlar arasında en önemlisi HTŞ´nin Şam ve Halep´i bağlayan M-4 otoyolu ve diğer bazı kritik geçiş noktalarını, Türkiye destekli ılımlı muhaliflerin elinden alarak kontrol etme çabasıdır. Ancak HTŞ açısından en ilginç eğilim, örgütün İdlib´de kendini askeri olmanın ötesinde sivil ve siyasi bir aktör olarak konumlandırma çabasıdır. HTŞ bu çerçevede İdlib´de sivil hükümeti, ekonomiyi, eğitim alanını kontrol etmeye çabalamakta. HTŞ´nin radikal bir çizgiden daha pragmatik bir noktaya doğru evrilmesi belli açılardan fırsat olarak görülebilir. Zira bu durum İdlib´in en güçlü grubu olan HTŞ´ye ve onun içindeki Suriyeli unsurlara nasıl bir çıkış sağlanacağı konusunda yardımcı olabilir. Ancak HTŞ kontrolünde bir İdlib´in ne Türkiye ne de uluslararası toplum tarafından kabul görmeyeceği ortada. Dolayısıyla Türkiye´nin İdlib´de HTŞ´nin askeri ve sivil alandaki etkinlik kurma çabalarını dengeleyecek yönde pozisyon alması gerekmektedir.
_______________________
(*)Oytun Orhan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi´nde (ORSAM) Suriye Çalışmaları Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.