İbrahim KİRAS; Türkiye IŞİD’i destekledi mi?

IŞİD liderinin vücudunun ortadan kaldırılmış olması muhakkak ki yönettiği örgütün akıbetini etkileyecektir. Ama temsil ettiği zihniyetin akıbetini etkilemesini beklememek gerekir.

İbrahim KİRAS; Türkiye IŞİD’i destekledi mi?

​​​​​Türkiye IŞİD’i destekledi mi?

IŞİD liderinin vücudunun ortadan kaldırılmış olması muhakkak ki yönettiği örgütün akıbetini etkileyecektir. Ama temsil ettiği zihniyetin akıbetini etkilemesini beklememek gerekir. Zira bu zihniyeti meydana getiren şartlar ve aktörler yerinde duruyor. Bazıları IŞİD veya El Kaide gibi örgütlerin varlığını yalnızca dinin katı bir yorumunun eseri sayma eğiliminde.

Oysa radikal politik hareketler topluma ve otoriteye karşı tepkilerini, öfkelerini ifade etmek isteyen kesimlere bir “dil” sağlar. Belki bir meşruiyet zemini verir. Tıpkı 1960’larda, 70’lerde Marksizm’in yaptığı gibi… 

Radikal politik hareketler içinde yer alan hiç kimse inandığı dinin veya benimsediği teorinin gereği bunu yapmaz. Onu kişisel dünyası buna zorlar. Radikal politik hareketleri besleyen din veya ideolojiler değildir. Toplumsal sorunlardır. Kişileri buraya yönelten de kendi kişisel sorunlarıdır.

Bugün başta IŞİD olmak üzere birtakım terör gruplarının ortaya çıkışına sebep olan problemler aynı zamanda çağdaş medeniyetin krizine yol açtığı düşünülen problemler. Dünyanın kuzeyi ile güneyi arasında oluşan ve giderek derinleşen refah farkının bugünün küreselleşme şartlarında artık tolere edilemez seviyeye gelmiş olması… Batı ülkelerini yöneten kesimlerin küreselleşme realitesini hesaba katmadan 19. yüzyıldan kalma bir dış politika anlayışına saplanıp kalmış olmaları… Özellikle ABD’nin Ortadoğu’ya züccaciye dükkânına giren fil gibi girmesi…

Sadece dış politika vizyonu değil… Avrupa ülkeleri 1980’li yıllardan itibaren zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olmasını öngören ekonomi politikalarına yöneldiler. Liberal demokrasi insanlık için “mutlu bir yarın” öneremez hale gelirken sosyal demokrasi de iflas etti. Demir perdenin yıkılmasının ardından ise sosyalizm de bir ümit olmaktan çıkınca “nihilizm” bir anlamda alternatif ideoloji haline geldi. Bugün gerek IŞİD gerekse bizdeki PKK gibi yapıları besleyip büyüten ideoloji aslında nihilizmdir. Yani çaresizlik, ümitsizlik, öfke ideolojisi…

***

Böylesi toplumsal yapıların politik maksatlarla kullanılması problemin çapını büyüten ciddi bir konudur elbette ama bunun yanısıra bölgesel özellikler, sosyolojik sorunlar, kitlesel huzursuzluklar, sistemik arızalar ve tarihten devralınan zihniyet/kültür zemini bütün olarak bir sebep-sonuç diyalektiği çerçevesinde değerlendirilmeli. Meselenin ne olduğu anlaşılmadan esaslı bir çözüm bulunamaz çünkü.

Ne var ki bu örgütün varlığını “Amerika kurdurdu, işi bitince tasfiye etti” diye açıklamak daha kolay geliyor birçoklarına…

Bir de “Türkiye kurdurdu” veya “Türkiye YPG’ye karşı IŞİD’i destekledi” versiyonu var bunun. Türkiye’nin Suriye politikası hatalıydı, evet… Bu bakımdan Türk dış politikasının IŞİD gibi örgütlerin ortaya çıkıp güçlenmesinde “dolaylı” yoldan bir günahı olduğunu söyleyebilirsiniz belki ama “doğrudan” bu günaha karışmış ve IŞİD belasına ebeveynlik etmiş olan güçlerden değil Ankara.

Peki, Türkiye’nin IŞİD’e destek verdiği iddiası nereden çıktı? 2013’ün başlarında örgüt Suriye’nin kuzeyinde askerî gücünü artırıp geniş bir bölgede egemenlik kurdu. Bu bölgedeki en büyük rakibi ise aynı topraklar üzerinde müstakil bir Kürt devleti kurma planları yapan PKK/YPG güçleriydi. 2014’de Kuzey Irak’a doğru ilerleyip Musul’u da ele geçiren IŞİD’in özellikle ülkedeki azınlıklara yönelik eylemleri batı dünyasında infial doğurunca ABD öncülüğünde uluslararası IŞİD karşıtı askeri koalisyon oluşturuldu.

IŞİD’le mücadele koalisyonu içinde “yerel güç” olarak “PKK’nın Suriye kolu” olan YPG/PYD örgütüne yer verilmesi Türkiye’de eskiden beri kuşku ve kaygı oluşturan “ABD’nin Kürt devleti projesi”nin hayata geçirilme girişimi olarak algılandı. IŞİD’den boşalacak alanı PKK’nın doldurmasına yönelik bir oyun olarak gördü Ankara bu girişimi. Sadece Ankara’nın algısı veya kuşkusu değil, anlaşılan Kandil’in gelişmeleri değerlendirmesi ve beklentisi de bu merkezdeydi. Nitekim, o günlerde PKK “İkinci Çözüm Süreci”nin başlangıcında ilan ettiği ateşkesi bitirip terör eylemlerini yeniden başlattı. Çözüm sürecinin sağladığı kazanımları berhava etme pahasına…

“Kobani olayları” işte bu sürecin eseriydi. IŞİD tarafından kuşatılan PKK kontrolündeki Kobani’de sivil halkın katliamla karşı karşıya olduğu, Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği iddiası ortaya atıldı. Bu dezenformasyonun kaynağı olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kobani düştü düşüyor” şeklindeki sözleri kullanılıyordu. Yani bu sözün bir memnuniyet ifadesi olduğu, Türkiye’nin Kobani’yi IŞİD’in ele geçirmesini arzu ettiği ve bunun için bu kanlı terör örgütüne destek verdiği söyleniyordu. FETÖ’nün Suriye’ye yardım götüren MİT tırlarına yönelik iddiası da aynı doğrultudaydı zaten.

Oysa Erdoğan spekülasyon nesnesi yapılan konuşmasında şunu söylüyordu: “Sadece havadan bombalamak suretiyle bu terörü sona erdiremezsiniz. Aylar geçti herhangi bir netice yok. Şu anda Kobani de düştü düşüyor.”

Erdoğan’ı eleştirmek, Suriye siyasetinin yol açtığı problemlere dikkat çekmek başka şey ama tam aksi yöndeki sözlerinin içinden “Kobani düştü düşüyor” kısmını cımbızlayarak IŞİD’e desteğin kanıtı diye göstermek isteyenlerin derdinin terör karşıtlığı olmadığı ortada.

Böylesi ortak problemler bu şekilde siyasi çıkar konusu yapıldığı için çözüme bir türlü ulaşılamıyor zaten. Hem içeride hem dışarıda…