Yaklaşık 4 yıl önce (Mayıs 2016) başlayan finansal kriz, 2018 ortasında reel krize dönüştü. Finansal krizin reel krize dönüşmesinin ardından artık finansal göstergelerin hükmü de ortadan kalkmış oldu.
Finansal kriz esnasında bütün korku, bu krizin reel kesime yansıyıp yansımayacak olmasıydı. Ve korkulan olmuştu.
Reel krizin başlaması ile aslında bütün odak noktamız burası olması gerekirken, maalesef bu sefer de finansal göstergelerin durgunluğu ile avunmaya başlamış olduk. Oysa finansal kriz sürerken de şişirdiğimiz reel göstergelerle avunuyorduk.
Hangi gösterge bozulmuşsa, onu artık görmez oluyorduk. Böylece sorunları da görmezden gelerek daha derin sorunlar yaşamaya başlıyorduk.
Şimdi başka yoldayız.
Reel krizi aşmak için yeniden ekonomiyi şişirmeye başladık. Mevduat faizinden bile düşük kredi vererek tüketimi hedefledik. Bu sayede reel kesimde zorda kalan şirketler de nefes almış olacak.
Aslında tablo ilk bakışta gayet güzel. Nitekim birçok inşaat firması bu sayede nefes aldı. Hatta yeniden yapılandırmalar ile bankacılık sektöründe sorunlu kredilerde de düşüş yaşandı. Tabii ki görüntüde...
2019 yılının ilk yarısında yerel seçimlere yönelik kamu bankaları eliyle başlayan parasal genişleme, yılın ikinci yarısında beklentilerin tersine daha da hızlanarak devam etti. İlginç şekilde kaynak sıkıntısı da çekilmedi. Merkez Bankası - Kamu Bankaları eliyle şeffaf olmayan ama fazlaca soru işareti barındıran bir parasal hareketin içine girilmiş olundu.
Kısaca yeniden parasal genişleme ile 2017 Kredi Garanti Fonu (KGF) hareketinin daha serti geldi. Ama unuttuğumuz bir şey var: Altı dolmayan bu tür genişlemeler önce balonu şişiriyor ama balon bir süre sonra patlıyordu.
Şu anda tüm gözümüz şişen balonu seyretmeye dönmüş durumda. 1993 ve 2000 yılında da bir balon şişirilmişti. Ama o dönemlerde bile sadece faiz balonu üzerinden piyasalara meydan okunmuştu.
Şimdi durum daha derin ve daha komplike. Faiz baskısı yanında çok T’li başka piyasalarımız da var. Kur üzerinde MB’nin odak olduğu swap işlemlerinin henüz bir açıklaması bile gelmedi.
Döviz hesaplarında buzlaşmış bir bekleyiş yaşanırken, faiz düşüşü devam edecek mesajları geliyor. Ama diğer yandan onca zamma rağmen yükselmeyen bir enflasyon mucizesi de diğer kenarda bizi bekliyor.
2020 yılına ait borsa beklentilerine baktığımızda A.A.’nın aldığı görüşlerde 130-135 binli rakamlardan bahsediliyor. Demek ki, balon biraz daha şişecek.
İyi ama balon hep şişerek mi devam edecek? Ya da balonun şişmesinden niye korkuyoruz?
Bu konuda geçmiş tecrübelerimiz oldukça kötü anılar barındırıyor. Balonların şişmesinde çok övünen siyasetin, balon patlayınca ortalıkta görülmediğini gördük. Ama bu argüman son yıllarda ‘Dış Düşmanlar’ ile telafi ediliyor. O nedenle şimdiden bir dış düşman yaratmak zorundayız.
Şimdi asıl soruya cevap arayalım:
Balon ne kadar daha şişecek?
Balonun şiştiği dönemlerde başlayan dış ticaret açığı ve cari açık bizi ne zaman etkilemeye başlayacak? Çünkü bu sefer şişen balona dış destek hiç gelmiyor. Hatta tersine, her döviz ihtiyacımız çok daha derin dış faiz artışına yol açıyor.
O zaman ne kadar şişebiliriz? Ne zamanlar patlama tehlikesine gireriz?
İşte 2020 yılı için en önemli süreçler ekonomide bunlar olacaktır.
İnsani boyutta ise maalesef ışık verecek bir gelişme zor. Yatırımların güvene dayalı olduğunu, 2017 yılında bile 3 vardiya çalışan fabrikaların yatırıma gitmediğini hatırladığımızda durum gerçekten umut vermiyor.
Nüfus artışına dayalı ertelenen taleple birlikte kısmi büyüme görülse de, bunun kalıcı bir istihdam artışı ve kişi başına reel büyümeye dönmesi oldukça zor görülmektedir.
O günlerin geri gelmesi için siyasetin radikal bir dönüş yaparak tekrar hukuk adalet vs demesi gerekiyor.
Bu ihtimal ne kadar güçlü ise ekonomideki toparlanma ve kalıcı istihdam olasılığı da o kadar güçlüdür.
Formülü verdik. Sadece işleyişi hep beraber izleyeceğiz.