Yolsuzluğun bütün toplumu ifsad ettiğini, ‘mütedeyyin’ olduğu söylenen insanlara sirayet etmesinin dini de rencide ettiğini düşünebilirsiniz.
Yolsuzluk konusunda kazandığımız (herhalde ‘kazanım’ derken içten içe bu da murat ediliyor) sürü bağışıklığı bizi aslında yolsuzluğu müdafaa anlamına gelen cümleler kurma kabiliyetiyle de mücehhez hale getirdi.
“Yolsuzluk yapmayan mı var?”
“Onlar da yapıyordu?”
“Yolsuzluk eskiden de vardı?”
Ortamı müsait bulsalar “Biz yapmasak onlar yapacak” da diyebilirler.
“İlle de yolsuzluk yapılacaksa, biz yapmayalım, onlar yapsın” deseniz bu cümlenizin anlaşıldığından emin olamazsınız.
Ters bir cümle.
Anlayabilmek için idrak mekanizmasının doğru tarafını size çevirmesi lazım.
Şu anda imkansız görünüyor, amuda kalkmak gibi bir şey çünkü.
Bu sıralar İslam’ın ilk dönemleriyle ilgili metinler okuyorum.
Ankara Okulu’nun Türkçe’ye kazandırdığı eski eserlerin son zamanlardaki okumalarıma büyük katkısı oldu.
İslam’ın ilk dönemlerindeki Arap kültürünün değişik veçhelerine dair zengin malzeme var.
Okurken, o malzemenin arasında yolsuzluğa dair rivayetler, anlatımlar olup olmadığına da baktım.
Rivayetler doğru mudur veya ‘sahih’ midir?
Böyle metinleri okurken bunu çok fazla gözetemezsiniz.
Vay! Demek sen sahih olup olmamasını önemsemiyorsun, gafil, falan diyecekler çıkabilir.
Tarih okurken okuduğum metnin tam anlamıyla gerçeği yansıttığını tabii ki düşünmüyorum.
Ama yazılanların en azından kıdemleri bakımından bir kıymeti var.
Mesela İbn Abdürrabih’in (Vefatı miladi 940) el-İkdu’l Ferid’i.
Yayınevi ‘Kültürel inciler’ diye bir alt başlık koymuş.
Kitap bin küsur yıl önce yazılmış.
O kitapta okuduklarınıza parça parça başka kaynaklarda da rastlıyorsunuz.
Demek ki bu rivayetlerin dönemin Arap kültüründe ve tabii İslam kültüründe bir karşılığı var.
Kitapta rastladığım yolsuzluk hikayeleri ilginçti. Biri şöyle:
“Ömer b. El-Hattab, Mısır valisi Amr b. El-As’a bir mektup yazdı.
“Allah’ın kulu Ömer b. El-Hattab’dan Amr b. El-As’a; sana selam olsun. Selamdan sonra bil ki at, deve, koyun, sığır ve kölelerden oluşan çok miktarda mal edindiğin yolunda bana haber geldi. Oysa bildiğime göre bundan önce senin (bu kadar) malın yoktu. Bu malın aslının nereden geldiği hakkında bana yaz ve malını gizleme.”
Bugünkü dille söylersek, Hz. Ömer Mısır valisine ‘nereden buldun’ diye soruyor.
Amr b. El-As özetle şöyle bir cevap veriyor.
“Bulunduğum yerde fiyatlar çok ucuzdur. Ayrıca sanat ve tarım ehlinin yaptıkları gibi sanat ve tarımla da uğraşıyorum. Üstelik mü’minlerin emirinin rızkında da bolluk vardır.”
Mektup biraz daha devam ediyor. Özetle, vali olmasa daha rahat edeceğini yazıyor.
Hz. Ömer’in cevabı:
“Şunu bil ki senin anlattığın masallardan ve attığın palavralardan etkilenecek birisi değilim. Nefsini temize çıkarmanın sana faydası olmayacaktır. Ben sana Muhammed b. Mesleme’yi gönderdim. Malının yarısını ona ver. Siz ey emirler topluluğu! Malın başına oturmuşsunuz; sizleri bir özür fakirleştiremez. Malı çocuklarınız için topluyor ve kendiniz için hazırlıyorsunuz. Fakat aslında siz utanılacak şeyleri ve ateşi biriktiriyorsunuz. Ve’sselam.”
Muhammed b. Mesleme Amr İbnü’l As’ın hazırladığı mükellef sofraya oturmuyor. “Eğer bana sıradan bir misafire verilen yemek hazırlasaydın yerdim. Senin yanında su bile içmeyeceğim” diyor.
Sonra da Amr b. As’ın mallarının yarısına el koyuyor.
El-İkdu’l Ferid’de başka yolsuzluk hikayeleri de gördüm.
Şimdilik bir tanesiyle iktifa edelim.
Bu hikayeye bakıp, “Yolsuzluk Hz. Ömer devrinde bile varmış” diyebilirsiniz.
Hz. Ömer döneminde yapılıyorsa şimdi haydi haydi yapılır diyerek bugünkü yolsuzlukları önemsemeyebilirsiniz.
“Hz. Ömer yolsuzluğu yapanın yanına bırakmıyormuş” da diyebilirsiniz.
Yolsuzluğu bir kötülük, bir azgınlık olarak mı görüyorsunuz, yoksa yolsuzluğa mazeret mi arıyorsunuz? Ona bağlı.