Pazar günleri daha çok şairlerle vakit geçiriyorum. Bilhassa beraber ekmek yiyip su içtiğimiz şairlerle. Bir de tabii tanımasam da, aynı masada, aynı sofrada oturmuşluğumuz olmasa da hatta aynı devirde yaşamış olmasak da şiirinden lezzet aldığım, kam aldığım şairlerle.
Bu, itiraf edeyim, bir kaçış.
Aktüalitenin, herkesi birer tahterevalliye oturtan ve biteviye aşağı yukarı indirip kaldıran saçma sapanlığından.
Ne oldu çıktınsa yukarı?
Yükseldin mi? Başın göğe mi erdi?
Birazdan inersin, yere değersin.
Sen kendin mi çıkıyorsun? Çıkartıyorlar.
Sen kendin mi iniyorsun? İndiriyorlar.
Bu iniş çıkışlara takılıp kalırsan, kedi gibi, kafan bir yukarı, bir aşağı, manyak olursun.
İyisi mi, hiç olmazsa ara sıra şiire, edebiyata kaç kurtul.
Ara sıra, kitabı postadan elime ulaşan şairlerle de meşgul oluyorum.
Hiç birini kaldırıp kenara atmıyorum, okuyorum mutlaka.
Bir keşif gibi, şiirlerin arasında yakası açılmamış bir mısra veya yeni, en azından benim için yeni bir söyleyiş bulmak.
“Çekip çekip karanlığı içime
Ne zormuş uykudan karşıya geçmek” böyle bir şey mesela. (Yan Tesir, Hüseyin Akın.)
Bosnalı Sabit’in meşhur
“Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat” beytinin uzaktan akrabası.
Hüseyin Akın ‘Yan Tesir’i getireli bir yılı geçmiş. (Şule Yayınları.)
Yakınlarda, galiba ‘korona günleri’ başladığı sıralarda “Babam İle Mersedes” de geldi. (Şule)
Biz ‘Yan Tesir’den devam edelim.
Bir şiirde ‘anne’ görürsem dururum. Burada da durdum.
“Her hayat tuvalinde bir annenin eli var
Büyük kitaplar buna kader deyip geçse de
Annemin defterinde o bir iğne oyası”
Diş Bileyciler Çarşısı da güzel.
“Bildikleri tek dua yemek duası
Yetim malını, kul hakkını, kardeş etini”
Hamaset devrinde böyle mısralarla karşılaşmak güzel:
“Şimdi karaya indik, şimdi sıra dağlarda
Düşmanı döke döke yer kalmadı denizde”
‘Sinop/sis’te bir incelik.
“Sönünce bir deniz feneri gibi sönsem
Sönmeden önünü göremiyor insan”
Doğru söylüyor Hüseyin Akın.
Ama günümüzde galiba görmemek daha makbul.
Görmesin diye herkesin gözüne el feneriyle yapma ışık sıkmak.
Bu da hayatın içinden:
“Rahat mı sıkıyor seni dedi kadın
Otur oturduğun yerde dedi adama
Öyle sıktı ki rahat adamı
Düğmelerinden birini çözdü hayat”
Söylemesem olmaz.
Bir ritmi var, Hüseyin Akın’ın. Uzun uzun okuduğunuzda daha iyi fark ediyorsunuz.
Galiba o ritmi bulduğunda lisanı çözülüyor.
Harfi, kelimeyi kaldırsan, yerine notaları koysan belki de yorulursun.
İnişleri, yükselişleri, şairin, o ritim olmadığı zamanki sesini de duymak istiyor insan.
Başka şairlerde çok rastlamadığım bir deneme yapmış Hüseyin Akın.
“Kur’an kursunda koro, kahrolsun kalpazanlar
Kanaviçe kursları kriptocu kızlara
Kamp kuruyor kabeye kamyonet kasasında
Kovalıyor kaçtıkça katalogda kısmeti
Kalemleri kırılmış kavram kargaşasında”
Erbabı anlar elbet kripto, kamyonet, katalog göndermelerini.
Deneme dediğim başka bir şey. Bütün kelimeler ‘K’ harfiyle başlıyor.
Daha ileride aynı şeyi ‘Sin’ harfiyle yapmış.
Bu bir hüner.
Böyle denemeleri yadırgamıyorum.
Eğer şiiri hiç eksiltmeden yapabilirsen harika olur.
“Babam ile Mersedes”e sıra gelmeden yazı bitti.
Halbuki bugün, bir görüşe göre babalar günü.
Benim için önemli. Anneciğim gittikten sonra bir tek babalar günümüz kaldı.
Güzel bir baba var, Babam ile Mersedes şiirinde.
Birkaç mısra alalım, Rahmete vesile olur inşallah.
“Ağzında gül taşırdı avucunda kalbini/Karışırdı susunca acı bir ney sesine”
“Sıkı sıkıya tembih etmişti ona hayat/Kravat olma diye devletin paçasında”
“Durup durup bakardı portakal yokuşuna/Ey yoksulluk geri git alıştık sana derdi/Babamla hiç gezmedi bir kerecik Mersedes”
Bütün güzel babaların babalar günü güzel olsun.