Tarih: 19.11.2019 18:02

HURŞİT ALAM İLE NEPAL’DEKİ MÜSLÜMANLARIN DURUMU ÜZERİNE

Facebook Twitter Linked-in

Hurşit Alam Nepalli bir Müslüman. Hindistan’da İslam Şeriatı üzerine eğitim gördü. Hindistan'da eğitimini tamamladıktan sonra Nepal’e döndü.  5 yıl boyunca Hilal Devlet Okulu’nda müdürlük yaptı. Daha sonra İslam Sangh / Nepal İslam Birliği Organizasyonu’nun Genel Sekreterliğini yaptı. Genel sekreterlikten sonra genel başkanlığa geçti ve şu anda genel başkanlığını yapmaya devam ediyor.

Z.T.: Cemaat-i İslam 1947 yılında Şehit Mevdudi tarafından kuruldu. 1985 yılında ise Cemaat-i İslam Nepal'de faaliyet yürütmeye başlıyor. Bize biraz Nepal'de Cemaat-i İslami'nin oluşumundan bahseder misiniz?

H.A.: Mevdudi 1947 yılında Pakistan ve Hindistan ayrıldığı zaman arkadaşlarıyla birlikte Pakistan'a göçtü ve 1948 yılında Cemaat-i İslami’yi kurdular. Daha sonra Bangladeş ve Nepal gibi diğer ülkelerde de bu oluşum yayıldı. O zamanlar Nepalde'ki insanlar İslam’ın sadece temellerini biliyorlardı namaz gibi, hac gibi. Ama İslami bütünlükten veya İslamcılıktan haberdar değillerdi. Daha sonra Türkiye’de 1924 yılında Hilafetin de yıkılmasıyla gelen süreçte böyle bir organizasyona ihtiyacı duyuldu.

Nepal’de Müslüman nüfus çok az. %5-6 arasında. Ve eğitim seviyesi çok düşük. Aynı zamanda çok ayrı yerlerdeler. Farklı yerlerde yaşıyorlar. Bu nedenle de yani bir arada olamadıkları için de kendilerini güvende hissetmiyorlar.  1985 yılında Cemaat-i İslami’nin kurulmasından sonra, İslam Sangh’ın Nepal’deki amacı toplumu organize etmek, eğitmek, ekonomik ve sosyal anlamda destek sağlamaktı. Müslüman olmayanlara tebliğde bulunmak, Müslüman halkı ıslah etmek ve burada bulunan kast sistemini ortadan kaldırmaya çalışarak insanları bir araya getirmek.

Z.T.: Nepal’de başka cemaatlerin de olduğunu biliyoruz. Daha çok hangi yapılar var ve İslami faaliyetler açısından bu cemaatlerin katkısı nedir. Ayrıca birbirleriyle irtibatı var mı?

H.A.: Burada Selefiler, Hanefiler ve Derbendiler var. Bizim amacımız da bu yapıları bir araya getirmek. Bunlar arasında ortak bir ajanda ile ortak bir gündem belirleyip birlikte işler yapmak.  Farklılıklarımız elbette var ama bu konuda çok tartışıp dikkatleri üzerimize çekmek istemiyoruz çünkü burada zaten çok azız. Zaman zaman önde gelenleriyle toplanıp ortak değerlerimiz konusunda birlik olmaya davet ediyoruz.  Müslümanların ayrı ve bu kadar dağınık olmasının bizlere fayda sağlamadığı konusunda ikna etmeye çalışıyoruz. 2008 yılında krallık yıkılıp yeni bir anayasa çıktığı zaman biz Müslümanlar bir araya gelip burada bulunan ayrı cemaatlerden bizim adımıza bir komisyon oluşturulmasını istedik. Ve anayasanın da buna göre şekillendirilmesini talep ettik.

Mesela 10 hafta öncesinde bir tane selefi medresesini Hindular taşladı. Bunun ardından hükümete başvuruda bulunduk. Hükümet sorunu çözdü. 10 yıl öncesinde de Irak’ta 12 Hindu’nun öldürülmesi üzerine Hindular bütün Müslümanlara, camilere, iş yerlerine yani Müslümanların olduğu her yere saldırmaya başladılar. Yine hükümeti araya soktuk. Ve o zaman sorun çözüldü.

Z.T.: Bangladeş’te Cemaat-i İslami üye ve liderleri birçok zulüm, haksızlık, baskı ve yasaklarla karşılaşıyorlar. İdamlar oldu. Rahman Nizami, Kasım Ali gibi… Bu yaşanılanlar Nepal'e yansıyor mu? Nepal’deki Müslümanlar açısından nasıl bir yankı uyandırıyor?

H.A.: Son on yılda Bangladeş’te gerçekleşen olaylar gerçekten çok üzücü. Ve biz İslam Sangh Nepal olarak bu durumu kınıyor ve kardeşlerimize dua ediyoruz.  Ve bu konuda aynı zamanda endişeliyiz de. Bangladeş’teki Cemaat-i İslami’deki kardeşlerimiz gerçekten çok eğitimli kişilerdi. Zamanın ötesinde kişilerdi. Ve hükümet içerisinde de görev almış, hükümeti şekillendirmiş, bankacılık sistemi, eğitim gibi farklı alanlarda hükümeti şekillendirmiş kişiler bunlar. Şu anda Hasina hükümetinin yaptıkları elbette bizi de etkiliyor. Her yıl Hindular bu konuları bahane ederek bize saldırıyorlar. Normalde buradan Bangledeş’e her sene çeşitli alanlarda (doktorluk, mühendislik…) okumak için 20 öğrencimiz giderdi. Ama artık kendilerini orada güvende hissetmedikleri için ne yazık ki her yıl bu sayı giderek azalıyor. Ve Nepal’deki Hindular da bize saldırıyorlar. Bize burası sizin memleketiniz değil, sizin devletiniz de orada oraya gidin şeklinde tacizlerde bulunuyorlar.  Ve eğer o devlet sizin insanlarınızı öldürüyorsa bu sizin suçunuzdur, demek ki siz bir hata yaptınız ki sizi öldürmek istiyorlar şeklinde saldırılara maruz kalıyoruz.

Mısır'da Muhammed Mursi hapisteyken bile olayları sürekli karıştırıyorlardı. Algı operasyonu yapıyorlardı. Problemin parçası sizsiniz, siz sorun çıkartıyorsunuz, siz Panislamist söylem ile insanları ayırmaya çalışıyorsunuz. Çünkü Panislamizm insanların birbirinden ayrılması ve sadece politik anlamda sizin egemen olmanız anlamına geliyor diyorlardı. Bu söylemler de Müslümanlara karşı olumsuz bir bakış açısı yayıyordu.

Z.T.: Nepal’de 1,5 milyona yakın Müslüman var. Genel nüfusun % 5'ini oluşturuyor. Başkent Katmandu ise Müslüman nüfusun en az olduğu şehir.   Müslümanlar Hükümetten çok fazla baskı görüyor mu? Ya da ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?  Mesela devlet televizyonunda haftada bir gün yarım saatlik program yapıyorsunuz. Bunun işleyişi nasıl oluyor? Ayrıca parlamentoda 9 Müslüman kardeşimiz yer alıyor. Burada da bir etkiniz olabiliyor mu?

H.A.: Aslında genel olarak hükümet Müslümanları hiç umursamıyor. Çünkü Müslümanların yükselmesini ve gelişmesini istemiyorlar. Biz de bunun için mecburen medrese kültürünü kullanıyoruz. Medreseler açarak eğitimimizi orada yapmaya çalışıyoruz. Hükümet bizim medreselerimizde verdiğimiz sertifikaları dahi tanımıyor. Yani bir denklik vermiyor. Evet, doğrudur parlamentoda bizim 9 milletvekilimiz var.  Ama diğer ülkelerle kıyaslarsak Nepal hükümeti Müslümanlara güven sağlıyor. Güvenlikle ilgili destek sağlıyor. Özellikle Hindulardan gelen şiddet olaylarına karşı bize yardımcı oluyor. Bizi koruma altına alıyor. Ama bunun dışında herhangi bir destek almak istesek mesela sağlık, eğitim vb. konularda hükümet asla destek vermiyor. Devlet televizyonunda ise evet haftada bir gün yarım saat program yapıyoruz.  Ama oradaki o yarım saati bile kiralıyoruz. Yani hükümet bir nevi bizim programımızı reklam verir gibi yayınlıyor. Biz haftalık 30 dakikalık program için 187 dolar civarında bir meblağ ödüyoruz.

Z.T.: Nepal’de İslam dinine kadınların ilgi ve teveccühünün daha çok olduğu söylendi. Özellikle de Hinduizmin kadını çok aşağılayıcı tutumunun da bunda etkisi var.  Davet ve tebliğ çalışmalarında kadınlar nasıl bir rol alıyor?

H.A.: Bundan beş yıl öncesine kadar kadınlar eğitimli değillerdi. Ki şu anda bile Nepal’de Müslüman kadınlar arasında eğitimli olanların oranı % 30 civarında. Eğitim seviyesi de en fazla orta öğrenime kadar. On yıl öncesine kadar biz bu konuda çok sıkıntı yaşıyorduk. Şu anda ise bizim bir kadınlar kolumuz var. Ve onları güçlendirmek, eğitimlerini yükseltip çalışmalara katılımlarını sağlamak için uğraşıyoruz.  Ama kadınlar şu anda erkekler gibi saha çalışması yapmıyorlar. Eğer bir kişi gelip kendisi İslam’ı öğrenmek isterse o zaman bir iletişime geçip dinimizi anlatıyorlar. Şu anda kadınlar için bir eğitim programımız var. Bu program sonunda inşallah kadınlarımız da yeterince güçlü ve etkin olacaklar.

Z.T.: Nepal’de İslam’a giren kadınların yaşadıkları serüvenleri duyunca Mekke cahiliye dönemi canlandı gözümde.  Eşinden, babasından, kardeşinden önce İslam’a giren kadınlar Mekke cahili toplumunda birçok zorluklar yaşamışlar. Baskılar görmüş hatta hicret etmişler. Nepal’de de İslam’a giren kadınların benzer hikayeleri var. İslam dinini tercih eden ve ailesi tarafından her bakımdan terk edilen bu kadınlar için nasıl bir ortam sağlıyorsunuz?

H.A.: Nepal’de bir erkek İslam’ı seçeceği zaman bir kadın kadar saldırıya uğramıyor. Kadınlar herkes tarafından; ailesi, akrabaları, çevresi herkes tarafından dışlanıyor. Ve tamamen toplumun dışına itilmeye çalışılıyor. Ve Müslüman bir çevre bulmaları da zor… Çünkü Müslümanların sayısı zaten çok az. Dolayısıyla hiçbir bakımdan güvende de değiller. Gerçekten de aslında bir anlamda Hz. Sümeyye dönemindeki kadınların durumunu hatırlatıyorlar. Bizim bu kadınlarla ilgili yaptığımız planımız şu; HÜDA akademisi var. HÜDA’nın yaptığı çalışmalar tamamıyla dinini değiştirip Müslüman olan kişiler için. Bu kadınlara barınma, gıda, eğitim, Kur'an öğrenimi gibi yardımlar yanında mesleki eğitim veriliyor. Ayrıca bu kadınlara evlilik imkânı da oluşturuluyor. Evlenmek isteyen kadınlara uygun bir eş bulunup aile kurması da sağlanıyor. Son 3-4 yıl içinde 50 evliliğin organizasyonunu yaptık.

İnşaatı sürmekte olan İslam Kültür Merkezi açıldıktan sonrada özellikle bu hizmet binası hanım Müslümanlar için ayrı çalışacak. İslam’ı seçen insanlar buraya gelecekler, kütüphaneden faydalanacaklar, orada mesleki ve dini eğitim alacaklar, sosyal anlamda insanlarla nasıl iletişim kuracaklarını görecekler, insanlara davet ve tebliğ nasıl ulaştırılır bunu öğrenecekler. Dava çalışmalarının nasıl olması gerektiği konusunda tecrübe kazanacaklar. Ve inşallah kendilerine ait bir mekânda iyi bir sosyal hayata sahip olacaklar. 

Z.T.: Nepal’de nüfusun büyük bir kesimini de gençler oluşturuyor. Ki Nepal Hippiler Cenneti olarak tanımlanan bir yer.  Peki, gençlerin İslam’ı tercih etme oranı nedir ve onlar için de bir programınız var mı?

H.A.: İslam, hamdolsun ki kendi başına yeterli çekme gücüne sahip bir din. Ve gençler aileleri ile arkadaşları ile dışarı gidip eğlenip, her istediklerini yaptıktan sonra yine de içlerinde bir boşluk hissedip ve o iç huzuru bulmak için bir arayışa geliyorlar. Ve en nihayetinde mescide geliyorlar. Mescide geldiklerinde, bir iç arayışa girdiklerinde biz onlarla konuşuyor, onlara kitaplar veriyoruz. Bu şekilde iletişim başlamış oluyor. Bir diğer şey ise; Nepal’de genç kızlar kesinlikle güvende değiller. Her kız büyük bir ihtimalle tacize uğrar ve bu sürekli olur. Ve dolayısıyla kendilerini güvende hissetmezler. Onlar için kendilerini güvende hissedecekleri, biraz dinlenebilecekleri, rahat edebilecekleri bir yer ararlar. Ve en nihayetinde onlar da mescide gelirler. Ve o rahatlığı, güveni İslam’da bulmaya çalışırlar. İslam’ın kendilerine bu rahatlığı vereceğine inandıkları yani ikna oldukları zaman da zaten Müslüman oluyorlar. Yani İslam’ın kendisi gençleri zaten kendine çekiyor.

Yeni jenerasyonda ise şöyle bir durum var: Buradaki iş imkânlarının kısıtlı olması nedeniyle genelde Körfez ülkelerine gidiyorlar. Orada 5-6 yıl kaldıkları süre boyunca Müslümanlarla iletişime geçtikleri için kendi ülkelerinde gördükleri din ile İslam dini arasında mukayese edebiliyorlar. Ve İslam’ın bir şeylere tapınmaktan ibaret olmadığını sadece Allah'a ibadet etmek ve bununla iç huzurun sağlandığını fark edip kendi ülkelerine döndüklerinde ise bize gelip İslam ile ilgili bilgi almak istiyorlar. Ve biz de onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Z.T.: Nepal en fakir ülkelerden birisi… Ve Müslümanların %41'i açlık sınırında yaşamaya çalışıyor. Ve ne yazık ki yapılan yardımlar da çok sınırlı. En çok yardımın Türkiye’den geldiği söylendi. Türkiye dışında hangi ülkelerden yardım geliyor?

H.A.: Genel olarak Türkiye dışında destek aldığımız yerler Körfez ülkeleri Katar, Birleşik Arap Emirliği... Ama bunlar destekleri bizim aracılığımızla değil, kendileri oluşturdukları kanallarla yapıyorlar. Özellikle Suudi Arabistan bizimle iş yapmıyor. Çünkü Cemaat-i İslami’yi hiç sevmiyor. Hatta düşman diyebilirim. Onun için bizim aracılığımızla iş yapmıyorlar. Almanya Vefa'dan destek geliyor. Orada Sara Hanım var, o bize destek oluyor. Şu anda 42 tane yetime sponsorluk yapıyor. Avusturya’da  Human Appeal destek veriyor. Özellikle iftar ve kurban programları yapıyorlar.  Ama bizim en büyük destekçimiz Türkiye. Türkiye içindeki en büyük destekçimiz ise İHH. İkinci olarak ise Türkiye Diyanet Vakfı… Diyanet Vakfı iftar programları yapıyor, gıda dağıtımında bulunuyor. Aynı zamanda Nepalceye çevrilmiş Kur’an’ın mealli basımını yapacaklar inşallah. Kendilerine dijital halini gönderdik kontrol edip onay verdikten sonra 5 bin tane basmalarını istedik. Şu anda süreç devam ediyor. İnşallah tamamlandığında 5 bin tane Nepalce meal basılmış olacak.

Z.T.: İlk Nepalce meal ne zaman basıldı?

H.A.: İlk Nepalce meali 2009 yılında basabildik. İlk önce 2 bin baskı yapıldı. Ardından 5 bin ve daha sonra da 3 bin baskı yaptık ve toplamda on bin Kur’an ve meali basmış olduk. Ve tabi ki birçok kitabın çevirisi var.

Z.T.: Ebu’l Al’a el-Mevdudi’nin bütün kitaplarının çevirisini yapabildiniz mi  ve özellikle  Tefhim’ul Kuran tefsirinin de çevirisi var mı?

H.A.: Aslında bizim kitaplarımızın % 90’ı Mevdudi’nin eserleri. Ama ne yazık ki henüz tefsirini çevirmedik. İnşallah bir sonraki aşamada onunda çevirisini yapma imkanımız olur.

Z.T.: Son olarak bizlerden beklentileriniz nedir ve Türkiyeli Müslümanlara ne gibi tavsiyeleriniz olur?

H.A.: Öncelikle birlik olmak Müslümanlar için kaçınılmazdır. Allah bize 1923 yılına kadar hilafet gibi bir imkânı, ittihad-ı İslam’ı verdi. Ve biz onu kaybettik. Bizim umudumuz yeniden birlik olmak. Şu anda Türkiye’nin konumundan dolayı dünyanın neresinde olursa olsun ister Burma’da, Filistin’de, Mısır’da hangi mesele olursa olsun tüm ümmetin gözleri önce Türkiye’ye çevriliyor. Türkiye hükümeti ne söyleyecek, ne yapacak, Türkiye halkı ne yapacak diye. Dolayısıyla dünyanın ve ümmetin gözü Türkiye’de... Ve biz ilk önce oradan gelecek sesi bekliyoruz. Önce Türkiye’ye bakıyoruz.

Yapılması gereken şey Allah’ın da Fetih Suresi 28. ayette de belirttiği gibi İslam diğer dinler üzerinde üstündür. Ve bizler bu üstünlüğü kullanabilmeliyiz. Bunun için de Müslümanların birliği çok önemli. Bu konuda da sorumluluk gene Türkiye’ye düşüyor. Çünkü konjonktürde hiçbir ülke bu konuda sorumluluk almıyor. Türkiye yükselişe geçmiş bir ülke bu nedenle Müslüman ülkelerle bir münakaşaya girmemesi önemli. Katar, Kuveyt, Mısır... Bunlarla beraber olup bir duruş sergilemesi önemli.

Ayrıca Türkiye hükümeti bir şey yaptığında eğer o doğru bir şey ise Müslümanlar hükümetinin arkasında durmalı, ona destek vermeli ama yanlış bir durum varsa da Türkiyeli Müslümanlar onu düzeltmek ve uyarmakla yükümlü olduklarını bilmeliler. Şu anda dünyada iki blok var; Amerika, Yahudiler, Hindular vb., diğeri ise Müslümanlar. Müslümanlar ise ne yazık ki biraz dağılmış durumdalar. Yapmamız gereken şey bir araya gelebilmemiz. 

Bir de Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinden bir beklentimiz var. Herhangi bir ülkeye yardım götürdüklerinde oraya sadece yardım götürmesinler.  Yardımla beraber mutlaka bir mesaj da götürsünler. O mesaj da kardeşlik mesajı olmalı. Eğer bu mesaj verilirse sonraki nesillerde de karşılığını bulacaktır.

Z.T.: Bizi sizlerle buluşturduğu için öncelikle Allah’a şükrediyorum. Ve buna vesile olduğu için İHH' ya ve sizinle olan söyleşimize tercümanlık eden Büşra Üney Öztürk kardeşime de ayrıca teşekkür ediyorum. İnşallah sizlerle, Nepal’deki Müslüman kardeşlerimizle yeniden buluşmak nasip olur.

H.A.: Biz de sizlere çok teşekkür ediyoruz ve aynı duyguları taşıyoruz. Temennimiz o dur ki bir sonraki gelişinizde kadın topluluklarımız sizleri karşılar. Artık onlar sizlerle görüşür ve karşılıklı paylaşımlar olur. 

Zehra Türkmen’in Nepal’deki gözlem ve izlenimlerini konu alan yazısı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —