Gazeteci yazar Atilla Aytemur Analiz Etti...
Ortada anlamlı bir hukuksal gerekçe olmayınca, Kobani olaylarından 6 yıl sonra gelen, HDP’lilere yönelik gözaltı furyasının ve yedi milletvekiline fezleke hazırlığının sebebi üzerine herkes kafa yoruyor.
Çok haksız da sayılmazlar.
Gündem değiştirme mi, seçime hazırlık için milliyetçilik temelinde güç konsolidasyonu mu, iktidarın yol vereceği bir Kürt partisine yer açma mı, Suriye’deki ABD girişimine yanıt mı, muhalefeti yumuşak karnından vurma mı her neyse, AK Parti iktidarının bu işin arkasında ne tür hesapları olduğunu zaman içinde daha iyi anlayacağız.
Hatırlamaya çalışalım; Suruç’un iki adım ötesinde, Kuzey Suriye’de, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Kobane’yi (Kobani) IŞİD kuşatınca, hem Selahattin Demirtaş, hem de HDP MYK’sı, AK Parti hükümetini sınırları açmaya zorlamak üzere, yurttaşların sokağa çıkması, meydan ve alanlarda toplanması, gösteri yapmaları ve siyasal tepkilerini ortaya koymaları için çağrı yapmıştı.
Demirtaş ve HDP MYK’nın bu çağrıları eleştiri ve dava konusu oldu; çıkan olaylar ve yaşanan ölümler bu çağrılara bağlandı. Belki o kritik siyasi şartlarda, daha dikkatli ve sorumlu davranıp, “alan tutulması” falan gibi farklı anlamlara çekilmeye müsait yanlış kavramlar yerine, daha net ifade ve kelimelerin kullanılması daha iyi olabilirdi.
IŞİD’in işgal ve katliam endişesi yüksekti
O çağrının yapıldığı zaman dilimi içerisinde HDP, Kobani’nin IŞİD’in eline geçmemesi için dönemin başbakanı, içişleri bakanı, emniyet görevlileri ile üst düzey devlet görevlileriyle sürekli görüşme halinde olan, demokratik siyasetin bütün imkanlarını devreye sokmaya çalışan bir partiydi.
Aynı anda, sınırda toplanmış, IŞİD’in katliamına engel olmak için Kobani’ye gitmek isteyen binlerce insanın baskısını da üzerinde hissediyordu.
Barış ve Çözüm Süreci’nin yarattığı zeminden hareketle, HDP ile AK Parti hükümeti arasında bir süredir siyaseten yakınlık oluşmuştu. Bunun bilgisine sahip olan Kandil, parlamentoda üçüncü büyük parti olan HDP’yi radikal bir dil ve üslupla sınır kapısının açılması yönünde hükümete baskı yapması için zorluyor ve radikal eylem çağrıları yayınlıyordu.
IŞİD’in katliam ve işgal tehdidini hemen yanı başlarında hisseden Suriyeli Kürtler ise bir yandan temsilcilerini Türkiye’ye gönderiyor, diğer yandan da Kürt kimliğinin temsilcisi olarak gördükleri HDP’nin hükümetle sürdürdüğü diplomasiyi dikkate alıp, sınırların açılması için devreye girmesini ve hükümeti ikna etmesini istiyorlardı.
İktidar sınırı açmakta istekli değildi
İnsani, etnik, dini, siyasi ve ahlaki boyutları de bulunan acil çağrı ve isteklerin baskısını hisseden yalnız HDP değildi. Bu, farklı bir boyutla AK Parti hükümeti için de geçerliydi.
Ama iktidar, daha farklı politik hesaplarla farklı bir yaklaşım sergiliyor; Kobani’nin düşmesine ve ağır bir Kürt katliamı yaşanmasına seyirci kalacakmış gibi bir izlenim veriyor ve sınırları kapalı tutma ısrarı sergiliyordu.
Hele Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 günü yaptığı “Kobani düştü düşücek” açıklamasındaki içerik, dil ve eda, gözleri ve kulakları onda olan Kürt seçmende inanılmaz ölçüde hayal kırıklığı, öfke ve olumsuz etki yarattı.
Türkiye’de gerilim ve çatışmalar özellikle ikinci gün artma temayülü gösterince, yine çıkış yolunu iktidarla birlikte arayan ve bu amaçla kaosun önüne geçmeye çalışan görüşmeler yapan parti de HDP idi.
İktidar, HDP’yi müsebbip değil, kendi partneri olarak görüyordu
Bu süreç içerisinde, iktidar partisi ve yöneticilerinin HDP’ye dair düşünce ve algısının çağrılar nedeniyle olumsuz olduğuna dair kayıtlara geçmiş ve kamuoyuna yansıyan hiçbir şey yoktur.
İktidar HDP’yi olayların müsebbibi değil, kendisiyle birlikte demokratik siyasal yollardan olayları önlemeye çalışan bir partner olarak görmüş olmalı ki, onlara yönelik o dönemde takdir içerikli olumlu bazı açıklamalarda bulundu.
Özetle, IŞİD Kobani’yi ele geçirip Kürt vatandaşların yakın akrabalarına yönelik bir katliama girişmesin diye, HDP’nin nasıl bir olağanüstü çaba gösterdiğini AK Parti yakından izlemiş; zamanın başbakanı, içişleri bakanı, önemli bürokratları ve emniyet yetkilileri de buna yakından tanık olmuşlardı.
Bundan dolayı da, bırakın “Kobani olayları” hakkında HDP’ye ve sorumlularına dava açmayı, HDP’liler, çatışmaların yatıştırılması konusunda sergiledikleri sorumluluk nedeniyle iktidar çevrelerinde ve iktidara yakın medyada takdir dolu ifade ve değerlendirmelerle anılmışlardı. Sonra açılan davadan da kayda değer bir sonuç çıkmamıştı.
Aradan hayli zaman geçtiği için, hafıza tazelemeye ihtiyacı olanlar ve iktidarın tavrının neden bu kadar kuşkuyla karşılandığının ayrıntılarına vakıf olmak isteyenler, bu konuda Yıldıray Oğur’un dönemin belgeleri üzerinden hazırladığı kapsamlı yazısına ilişikteki linkten ulaşabilirler. (https://serbestiyet.com/yazarlar/gelinen-asama-itibariyle-41796/)
Dosya yıllar sonra devreye sokulunca…
Siyasi şartlar değişip politik ihtiyaçlar farklılaşınca, bazıları için gerçeklere bakışta ciddi yamulmaların olduğu görülebiliyor. Bu dava ve son gözaltılar konusunda da galiba böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Savcılık, yıllar sonraki bu şüpheli hamlesinin yaratacağı haklı soruları kısmen bertaraf etmek ve dosyaya biraz meşruiyet kazandırmak adına Kandil’in önde gelen PKK’lılarını ve dağda olduğu ileri sürülenleri de konuya dahil etmiş görünüyor.
Lakin, dosyayı meşhurlarla süslemek soruları ortadan kaldırmıyor ve işin ardında politik hesaplar bulunduğu yönündeki şüpheleri izale etmiyor. Bu kapsamda yargıyı politik araç olarak kullanmaya dönük mükemmel bir örnekle karşı karşıyayız. Devlete, kurumlarına ve kurallarına güvensizliği artırmak da işin bonusu.
HDP’nin değerlendirmesi ve beklentisi
Gözaltıların başladığı gün bazı HDP yöneticileriyle olayın mahiyeti hakkında görüşme fırsatım oldu.
İktidarın bu operasyonunda herhangi bir haklı hukuksal boyut görmüyorlar. Zayıflama ve ciddi ölçüde daralma trendine girmiş olan AK Parti’nin, çaresizlik süreci içinde başvurduğu hak ve hukuk tanımaz atak olarak değerlendiriyorlar.
Asıl niyetlerinin, muhalefetin giderek daha fazla güçlenmesini önlemek için, özellikle bu noktada kritik bir öneme sahip olan HDP ve etrafındaki dinamik kesimleri dağıtmaya çalışmak; yeni gündem bombardımanıyla zihinlerde politik bulanıklık yaratmak olarak değerlendiriyorlar. Özetle, demokratik siyasetin ve hukukun zerresiyle alakası olmayan, siyaseten kötü niyetli bir girişim olarak görüyorlar.
Muhalefet partilerinin ve toplumsal muhalefetin bu konuda gösterdiği tepki ve dayanışma, bu ağır şartlarda elbette memnuniyet yaratmış durumda. Ancak, bu hukuk dışı girişimin aynı zamanda iktidarın ömrünü uzatma ve toplumun muhalif kesimleri üzerinde baskı kurma amacı taşıdığına dikkat çekerek, destek ve dayanışma girişimlerinin genişletilmesi ve sürekli kılınmasının son derece önemli olduğuna dikkat çekiyorlar.
HDP ne zaman rahat bırakılacak?
Yazıyı bitirirken bir iki noktayı daha belirtmek isterim: Dünya üzerinde HDP kadar iktidarın baskısına maruz kalan, mağdur edilen bir parti var mı, bilmiyorum. Herkes gibi ve hatta daha da kötü şartlarda seçimlere girip, halkın iradesiyle seçiliyorlar ama ne milletvekilleri ne belediye başkanları doğru dürüst o koltuklarda oturamıyorlar.
Parlamentonun üçüncü partisi ve Kürt sorununun demokratik çözümü için elinden ne geliyorsa yapmaya hazır bir örgüt. Akıl alır gibi değil ama yasal siyaset platformundan söküp atmak için, akla gelen ve gelmeyen her şey yapılıyor.
Hükümetin başbakanı, bakanları ve yetkilileriyle birlikte “Barış ve Çözüm Süreci” götürüyorlar, ama gün geliyor bu çabaları nedeniyle yargılanıp cezaevlerinde ömür tüketenler yine onlar oluyor. IŞİD katliam yapmasın diye didinip duruyorlar, ama iktidarın politikası değişince, gözaltı furyasına muhatap olanlar yine onlar. Bu nasıl iş? Hukuk ve adalet bunun neresinde?
Bu parti ne zaman rahat bırakılacak?
Bildiğim, Kürt sorununun tarihi çok eski ve çok da iktidar eskitti. Bunun farkına varan bir iktidar görecek miyiz, bilmiyorum.