“Hudut namustur”

Yasin Aktay, hududun namus olduğunu, ama onu söyleyenlerin büyük bölümünün, kendi haddini, hududunu, yani sınırını; nerede duracağını, nerelerde durulması gerektiğini bilmediğini vurguluyor.

“Hudut namustur”

on derece doğru bir söz. Kimsenin itiraz edemeyeceği, kimseyi rahatsız etmemesi gereken bir söz. Devlet kavramının olduğu her yer ve zamanda devletin varlığını ve egemenliğini ifade eden ilk şart ve unsur sınırdır. Devlete bağlılık seviyesinin yüksekliği oranında vatandaşlar da devletin sınırlarının korunması sürecine bir şekilde katılırlar. Sınır güvenliği, devletin vatandaşa verdiği sözlerden biridir ve devletin gücü ve devamlılığı bu söze sadakatine bağlıdır.

İnsanın bireysel varlığı ve başkalarıyla ilişkilerinin hukukunu da tayin eden, sınırlar ve mesafelerdir. Selçuk Üniversitesi’nden (şimdi Necmettin Erbakan Üniversitesi) Ferhat Tekin on yıl kadar önce benim danışmanlığım altında “Sınırın Sosyolojisi: Ulus Devlet ve Sınır İnsanları” başlıklı bir doktora tezi çalışmıştı. Orada sınır, devlet, kimlik ve vatandaşlık arasındaki ilişkiler bütün içerimleriyle ele alınmıştı. Mesafeler kapatılıp sınırlar ortadan kalktığında insanın bireysel varlığı da kalmamış oluyor. Bu aşamada namus tam da sınırlarla, mesafelerle belirlenen bir kavram oluyor. Bu sınırlar ve mesafeler toplumdan topluma değişim gösterir gerçi, ama tamamen yok olmaz. Yine de “hudut namustur” sözü işitildiğinde “amenna ve saddakna” dedirtecek bir söz olarak kalır.

Peki itiraz edenin olmadığı böyle bir söz Türkiye’de nasıl bir tartışma hatta ayrışma konusu olabiliyor? Hiç kimsenin itiraz etmeyeceği bir söz neden hukuki bir takibat konusu olabiliyor?

Malum bazı gençler bu sözün yazılı olduğu bir pankartı astılar diye gözaltına alındılar. O sözün içeriğini korumak, varlığı o sözün geçerliliğini sağlamaya adanmış güvenlik güçleri bu sözü söyleyenlere müdahale etmek gibi ilk bakışta tuhaf gibi görünen bir durum ortaya çıkardı. Bunun üzerine bu sözü sosyal medya mecralarında kısa sürede bir tarafın diğerine karşı sahiplendiği ve atara dönüştürdüğü bir slogan olarak duymaya başladık.

Gerçekten tuhaf bir durum, çünkü karşısında itiraz eden kimse yok, ama sözün bazı ağızlarda tekrarlanması bir rahatsızlık yaratıyor.

Tabii bu tuhaf durumun anlaşılmayacak hiçbir tarafı yok. Konu sözün münasebetsiz zaman ve yerde tam tersi bir anlama gelebilmesi meselesiyle alakalı.

Göçmenlerle ilgili yaşadığımız tartışmalarda konu bazılarının kendilerine durumdan çıkardıkları işgüzarca roller ve kimliklerin dışlayıcılığı ve bölücülüğü üzerine gelmişti. Gerçekten de karşımızda aslında ancak harici bağnazlığıyla ifade edilebilecek ciddi bir saplantı vardı. Milli haricilik, ideal vatandaşlık için kendi uydurduğu şartlarla herkesi yargılama ve dışlama hakkını kendinde bulabiliyor. Tıpkı müminlerin meşru, seçilmiş ve raşid halifesi Hz. Ali’yi Allah için, istikrar için, devlet için öldüren Hariciler gibi. Onlar da hiç kimsenin itiraz etmediği, Hz. Ali’nin hayatını uğruna ortaya koyduğu “Hüküm Allah’ındır” ayetini bir slogana dönüştürerek Hz. Ali’ye karşı kullanmışlardı.

O dönemde hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bu sözü kullanarak kendilerine durumdan vazife çıkararak Hz. Ali’ye karşı bir isyan hareketini başlattılar. Hz. Ali “çok doğru bir sözü, çok yanlış bir yerde ve yanlış insanlara karşı söylüyorlar” diyerek bu akıl yürütme biçimi hakkındaki en isabetli tespitini yapmıştı. Kendisi insanlık tarihi için bu tespiti yapmış ama bu bağnazlık onun hayatına ve İslâm âleminin en büyük fitnelerinden birine maruz kalmasına yol açmıştı.

Doğru sözlerin yanlış yerde yanlış insanlara karşı kullanılmasında basit bir münasebetsizlikten çok fazla sorun vardır. Münasebetinden kopuk söz her şeyden önce bir haksız iktidar aracına dönüşüyor, birleştireceği yerde bölüyor, parçalıyor.

O yüzden harici bağnazlık sadece aklı kıt olmakla ilgili olarak kalmıyor, çoğu zaman durumdan vazife çıkaranların aynı zamanda iktidar ve başka çıkarlar tahsil etmeleri için de en ucuz en elverişli yol oluyor.

Hz. Ali’yi öldüren Hariciler aslında en geç Müslüman olan kabilelerdendir ama sonradan geldiği halde İslam’ı herkesten daha doğru anladığı iddiasıyla herkesten fazla Müslümanlık iddia etmişlerdir. Tıpkı bugün göçmenlere karşı en radikal tutumu takınarak Türkiye’yi ve Türklüğü savunduğunu söyleyenlerin durumu gibi. Bunlar da hem Türkiye’ye nispeten çok yakın zamanda gelmişlerdir hem de etnik olarak Türk olmadıkları halde baş köşeye yerleşmek için, Türklere liderlik makamını kapmak için en katı Türkçülüğü yapıyorlar. Böylece Türklüğün kalitesini düşürüyor, kendileri Türklere liderliğe kurularak Türk milletini dünyadaki liderlik liginden düşürmüş oluyorlar.

“Hudut Namustur” sözü kim tarafından kime karşı söyleniyor? Bu sözü en son söyleyebilecekler, bu sözü söylemeye en son hak sahibi olabilecekler, bu sözün asla söylenemeyeceği insanlara söyleyerek içini boşaltıyor.

Tutumlarıyla ve tarihleriyle kendilerini ve yönettikleri ülkeyi dünya önünde küçültmekten başka bir şey yapmayanların ağzında bu söz bütün anlamını yitiriyor. Hele bu sözü, gerçekleştirdiği kalkınmayla, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve askeri gücünü bütün dünyaya kabul ettiren bir kadroya söyleme pişkinliği önce sözün namusunu kirletiyor.

Kafalarındaki hudut kavramı kevgire dönmüş, emperyalistlerin çizdiği sınırlara hapsolmuş namussuzlar, ülke sınırlarını bütün gönül coğrafyasına kadar genişletmiş olan namuslu kadrolara söylüyorlar bunu.

Türkiye namus kabilinden sınırlarını koruma konusunda son zamanlara kadar sadece lafta kalıyordu. Sınırların bugünkü kadar iyi korunduğu başka bir dönem olmamıştır. 40 yılı aşkın zaman sınırlarımızı anlamsız hale getirmiş olan terör örgütleri bile son beş yıldır sınır kavramıyla tanışıp hadlerini bilmeye başladılar.

Üstelik Türkiye sınır güvenliği için savunma hatlarını Suriye içinden, Afganistan’a, Somali’den Libya’ya, Azerbaycan’dan Afrika içlerine kadar kurduğu gözlem noktalarıyla temin etme ufkuna ve tedbirlerine sahip şimdi.

Böyle bir ufka, böyle bir tedbire “hudut namustur” sözü ancak harici bir bağnazlık ve münasebetsizlikle söylenebilir.

Hudut namus da, sen haddini hududunu bilmiyorsun ki.