Hüda Par Genel Başkanı İshak Sağlam 2018 seçimlerinde Cumhur İttifakı’na değil, yalnızca cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’a destek verdiklerini belirtti.
Hüda Par Genel Başkanı İshak Sağlam, Independent’e gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Sağlam, 2018 seçimlerinde Cumhur İttifakı’na değil, yalnızca cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’a destek verdiklerini belirtti.
Röportajın tam metni:
HÜDA PAR'ın nostaljik İslamcılık söylemleriyle siyaset yapmaya çalıştığı yönünde eleştiriler yapılıyor. Bunu aşmanız gerektiğini düşünüyor musunuz?
‘Nostaljik İslamcılık' diye tanımlanan kavram bizim için bir idealdir. Şunu söylemek isterim ki meselelere seküler materyalist bir yaklaşımla yaklaşmıyoruz. Bir inancımız ve bir medeniyetimiz var. Biz programımızı, çalışmalarımızı ve ilkelerimizi bu inanç ve değerler üzerine kuruyoruz. Tarihe baktığımızda dünyanın adaletle huzur içerisinde yönetildiği dönemlerin peygamberler ve onların takipçilerinin yönettiği döneme denk geldiğini görüyoruz.
Yaratılışa inanan insanlar olarak şunu da biliyoruz ki yaratan en iyi şekilde kuralı koyacak olandır. Peygamberler ise bunu en güzel şekilde uygulamışlardır. Özellikle İslam'ın ilk dönemlerinde en güzel şekilde bunu uyguladıktan sonra maalesef insanlar İslam'ın bu ilkelerinden uzaklaştılar. Uzaklaşınca da dünya bugün gördüğümüz gibi adaletten yoksun ve zulüm içerisinde bir hal almaya başladı.
Bizim şu anda yapmaya çalıştığımız insanların huzur ve güven ortamına tekrar kavuşmasıdır. Bunu en güzel şekilde peygamberler yapmıştır, İslam yapmıştır. Biz de bunu tekrar insanlığa sunmak istiyoruz. Bugün dünyada insanlığın övündüğü insani değerler olarak hukuk devleti ilkesi, insan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, hayvan hakları, çevre koruma hakkı, mesken masuniyeti ve eşitlik ilkesi, bunların her biri İslam peygamberinin en güzel şekilde hayatında uyguladığı ilkelerdir ve bunları insanlığa kazandırmıştır.
Eğer bugün biz bu ilkelerden yoksunsak İslam'ın gösterdiği bu ilkelerden uzaklaştığımız içindir. Dolayısıyla biz bu ilkelerin ulaşılması gereken ilkeler olduğu düşünüyoruz. Bu 'Nostaljik İslamcılık' diye tabir ettiğiniz hususları aşmayı değil, belki buna ulaşmak için gayret ediyoruz. Bu konuda yaptığımız çalışmamızın ve parti programımızın doğru olduğuna inanıyoruz. Sadece bu konuda biraz anlaşılma sorunu var. Türkiye'de maalesef siyasetin geldiği nokta itibariyle belki bazı konular tam izah edilemiyor. Biz belki bunu yaşıyoruz. İnşallah gelecek dönemlerde bu söylemlerimizin ne anlama geldiğini pratik olarak Türkiye'ye gösterme imkanımız olur.
"Hedeflere ulaşmada iktidarı yönlendirmek gibi bir hedefimiz var"
HÜDA PAR'ın iktidar olma gibi bir hedefi var mı?
Siyasi partiler iktidar olmak için varlar. Yani ülkeyi idare etmek için siyasi partiler kurulur. Ciddi bir şekilde ortaya çıkan tüm siyasi partilerin hedefleri bulunur. Bu hedeflerin arasında ülkeyi idare etmekte yer alıyor. Elbette bizim de bu anlamda ülkeyi idare etme gibi bir hedefimiz ve amacımız var. Yalnız bizim bu konuda bir farkımız da var. Bize göre, partilerin asıl amacı ülkeye hizmet etmek, huzurlu ve güvenli bir toplum inşa etmektir. Bunları yapmak için illa iktidar olmak gerekmiyor. Yani muhalefetteyken de birtakım çalışmalar ve iktidarla olan ilişkilerle birçok hususu iktidara yaptırabilirsiniz. Yani kendimizi sadece iktidar olmayı hedefleyen ve başka amacı olmayan bir parti olarak görmüyoruz. Muhalefetteyken de gerek parti olarak yaptığımız çalışmalar gerekse de iktidara yönelik yaptığımız çalışmalarla iktidarın yönlendirme ve bizim amaçladığımız hedeflere ulaştırma açısından iktidarı yönlendirmek gibi bir hedefimiz var.
"Bu konuda kendimizi tam olarak anlatamadığımız da bir gerçek"
HÜDA PAR'ın partiden ve politik bir mecradan ziyade cemaatvari bir görüntü arz ettiği yönünde de iddialar var. Öyle olduğunu düşünüyor musunuz? Hizbullah ile bağınız var mı?
İlk günden itibaren Türkiye'deki klasik parti çalışmalarından farklı bir çalışma ortaya koyduğumuz bir gerçektir. Hep müspet siyaset yapacağımızı dile getirdik. 8 yıldır bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bunu bir özeleştiri olarak da alabilirsiniz. Bu konuda kendimizi tam olarak anlatamadığımız da bir gerçek. Müspet siyaset nedir? Az önce iktidara gelme ile ilgili hedefleri açıklarken de söyledik. Yani partiler genellikle iktidar olmak için ellerindeki bütün imkanları kullanırlar. Tek hedef ve amaçları iktidara gelmektir. Biz bundan ziyade olması gerekeni iktidara yaptırmak amacıyla çalışıyoruz. Biz buna müspet siyaset diyoruz. Türkiye'de alışılagelmiş bir siyaset anlayışı var. İktidar kendi yaptığı tüm faaliyetleri en doğru icraatlar olarak görüyor ve muhalefetin eleştirilerini icraatlarına en büyük engelleme olarak görüyor. Bunun karşısında muhalefet partileri de iktidar ne yaparsa yapsın yanlış yaptığı ve durdurulması gereken bir çalışma olarak görüyor. Biz ikisinin de yanlış olduğunu düşünüyoruz. Doğruların her zaman ortaya çıkma gibi bir durumu var. Eğer bir şey doğruysa, yaptığınız icraat yerinde ve halka hizmet amaçlıysa bunun desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
"Andımız' gibi ırkçı bir kavramın olmaması gerektiğini söyledik"
Türkiye'de iktidar bazen bir çalışma veya bir yasal düzenleme yapmak istediğinde maalesef kimi muhalefet partileri programlarında olmasına rağmen ‘siz bunu nasıl yaparsınız' diyerek karşı çıkıyor. Sırf iktidar yapıyor diye buna karşı çıkmak akıl karı olmadığı gibi mantıklı da değil, halka hizmet de değil. İktidar partisi doğru bir şey yaptığı zaman bu doğruyu niye o yaptı, iktidara gelince biz yapardık demeyiz. Doğruysa destek veririz, yanlışsa da yanlış olduğunu söyleriz. Bizim müspet siyasi anlayışımız budur. Bu anlayış ve yaklaşımımız bahsettiğiniz ‘cemaatvari' bir anlayış olarak belki algılanır. Evet, biz bu anlamda mevcut siyasi partilerden farklı bir yerde duruyoruz. Kendimizi sabit bir yerde konumlandırmıyoruz. Yani iktidar doğru bir şey yaptığı zaman doğru olduğunu söylüyoruz. Mesela biz parti programımızda ‘andımız' gibi ırkçı bir kavramın olmaması gerektiğini, siyer ve Kuranı Kerim dersinin ilkokullarda olması gerektiğini söyledik. Şimdi hükümet bunu dile getirdi. ‘Sen bunu nasıl yaparsın, bunu ben yapmalıydım' deme halimiz yok. Doğru bir şey yapmışsa bunun doğru olduğunu söyler ve yanında yer alırız. Bizim siyasi anlayışımız budur. Bu nedenle müspet siyasetin ne olması gerektiğiyle ilgili belki Türkiye'ye kendimizi tam olarak anlatamadık. İnşallah zamanla sizlerin de aracılığıyla bunu hem kamuoyuna hem de diğer partilere anlatacağız.
"Ben bu konuda yeterince cevap verildiğini düşünüyorum"
Yani Hizbullah ile bir bağınız yok diyebilir miyiz?
Doğrusu kuruluş döneminde de arkadaşlarımız defalarca benzer sorularla karşılaştılar. Bu konuda yeterince cevap verildiğini düşünüyorum. Artık bu meseleleri gündeme getirip işte HÜDA PAR bu konuda şunu dedi, yok bunu söyledi demekten ziyade misyonumuz, faaliyetlerimiz ve ilkelerimizin konuşulması gerektiğini düşünüyoruz. Bunu aştığımızı artık benzeri soruların muhatabı olunmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bizim parti sitemizde yaptığımız açıklamalarda bununla ilgili onlarca cevap var.
"Hiçbir şekilde Cumhur İttifakı'na bir destek vermedik"
Cumhur İttifakı'na destek vermeniz kimi taraflarca eleştirildi. İttifaka destek verirken hangi ilkeleri esas aldınız, hareket noktanız neydi?
Sanırım 2018'deki milletvekili seçimlerini kast ederek söylediniz. 2018 Haziran seçimlerinde biz cumhurbaşkanı adayı göstermedik. Parti olarak bizim adayımız yoktu. Ama Türkiye'nin 81 ilinde seçimlere katıldık. İki ilde bağımsız adaylarla, 79 ilde de partilerin adaylarıyla seçimlere katıldık. Seçim meydanlarında propagandamızı parti kimliğimizle yaptık. Cumhur İttifakı'yla yapmadık. Bu hükme varılması nedeni cumhurbaşkanı adaylarından Recep Tayyip Erdoğan'a destek verilmesidir. Biz aday çıkarmadığımız için mevcut adaylar içerisinde Sayın Erdoğan'ı destekleyerek oy verdik. Bundan ‘Cumhur İttifakı'na destek verildi' anlamı çıkmaz. Bu mantıklı bir yaklaşım değil. Nitekim Millet İttifakı dediğimiz blok da yer alan partilerin kendi cumhurbaşkanı adayları vardı. Ve adaylarına destek vermekle beraber ayrı olarak milletvekilleri seçimlerine de katıldılar. Tekrar dile getirmek istiyoruz. Biz hiçbir şekilde Cumhur İttifakı'na bir destek vermedik. Kendi adaylarımıza destek verdik ve bütün Türkiye'de seçimlere katıldık. Ama arkadaşlarımız mevcut adaylar arasında Cumhur İttifakı'nın ortak adayı olan Sayın Erdoğan'a oy verdi. Bu anlamda ilke ve duruşumuzdan taviz vermedik. Cumhur İttifakı ile hiçbir zaman ortak hareket etmedik.
"Milliyetçilik bölücülüktür, yıkıcılıktır"
AK Parti ve MHP koalisyonunun milliyetçi söylemi güçlendirdiği ve Kürtlerin hareket alanını daralttığı yönünde yorumlar var. Seçmeninin neredeyse tamamına yakını Kürtlerden oluşan HÜDA PAR'ın bu yöndeki eleştirilere cevabı nedir?
Bu milliyetçi söylemlerin çok ileri gittiği ve ülkeye zarar verdiğini konusunu yıllardır dile getiriyoruz. Özellikle MHP ile olan ittifaktan sonra mevcut iktidarın söylemlerinde değişiklikler olduğu bir gerçek. Bu bariz bir şekilde görünüyor. 2002'de AK Parti iktidarından sonra bu ret ve inkârcı politikada yumuşama oldu. İyi adımlar atıldı ve sorun çözülecek diye insanlar umutlandı. Kürtlerin varlığını kabul eden ve bazı haklarının olması gerektiğini konusunda ciddi söylemler oldu. Bizde bu iş olacak diye ümitlendik. Ama mesele yanlış yoldan ele alındı. Yani yaklaşım tarzı yanlış olunca akim kaldı. O çözüm süreci ile ilgili olumsuzluklara fazla girmek istemiyorum. Akim kalınca MHP ile bir ittifak oldu ve yavaş yavaş eski söylemlerden uzaklaştılar. Biz bunun ülkeye zarar verdiğini düşünüyoruz. Ülkenin huzur ve güvenliği, bütün vatandaşların kendisini birinci sınıf vatandaş olarak görmesiyle olur. Bunu sıklıkla dile getiriyoruz. Milliyetçi ve inkârcı söylemlerin ülkeye fayda vermediği, milliyetçilik ve vatanperverliğin bu olmadığını ısrarla dile getiriyoruz. Milliyetçilik ve vatanseverlik ülke vatandaşlarının önemli bir kısmını inkâr etmek değildir. Bu olsa olsa bölücülüktür, bu yıkıcılıktır. Ülkeyi yıkıma götüren şey bu milliyetçi söylemlerdir. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkan da bu zihniyettir. Osmanlı İmparatorluğu'nun hükmü altında 70 ırk yaşıyordu. Müslim, gayrimüslim, bütün vatandaşların kendini vatandaş ve insan olarak gördüğü bir sistem kısa bir sürede milliyetçi söylemler yüzünden yıkıldı. Darmadağın oldu. Milliyetçi söylemler ülkeye yıkımdan başka bir şey getirmez. Buna mutlaka son verilmesi gerekir. Irkı ve dini ne olursa olsun bütün vatandaşların kendini birinci sınıf vatandaş olarak gördüğü yeni bir sistemin inşa edilmesi gerekir. Hükümet bir an evvel bu söylemlerden vazgeçmeli.
"Partimizde Türkiye'nin bütün kesimlerinden insanlar yer alıyor"
Kürt Partisi olarak bilinen HÜDA PAR'ın üst yönetiminde Türk var mı? Varsa bu oran ne kadardır?
Öncelikle biz devletlerde olduğu gibi partilerde de kavimle milletle anılan bir kimliğin olması gerektiğini düşünmüyoruz. Bizim partimizin Kürt partisi, Türk partisi veya bir kavim ismiyle anılmasını istemiyoruz. Bizim ilkelerimiz ve parti programımız var. Bu programa inanan, programın gelecek vadettiğini söyleyen herkese kapımız açıktır. Bu yüzden partiye gelenin kimliğini, etnisitesini sormuyoruz. Geçmişte olduğu gibi şimdi de partimizin en üst kurulu olan Genel İdare Kurulu ve Başkanlık Divanı'nda Türkiye'nin bütün kesimlerinden insanlar yer alıyor. Oranını sorarsanız Türkiye'nin demokratik yapısıyla orantılı olmayabilir. Doğrudur belki arkadaşlarımızın büyük bir bölümü Kürtlerden oluşmakta ama aramızda Türk de Arap da var. Doğrusu bugüne kadar böyle bir istatistik de yapmadık. Aslında çokta önemli görmüyoruz. Bizi ilgilendiren husus parti programımıza gönül veren kaç üye ve arkadaşımızın olduğudur.
"Sorunların temel nedeni adil bir yönetimin olmayışıdır"
HÜDA PAR'a göre Türkiye'nin en can yakıcı sorunu nedir? Buna ilişkin çözümleriniz nelerdir?
‘Önce insan öncelik adalet' aslında sorunlara bakış açımız bu sloganımızda gizlidir. Türkiye'nin en büyük sorunu insan merkezli bir politikanın, bir yönetimin olmaması ve işlerin adaletle idare edilmemesidir. Bunu hayatın her alanıyla ölçebiliriz. Sokaktaki insana ‘en büyük sorunumuz nedir' diye sorulduğunda ezici çoğunluğu ekonomi bağlantı söylemlerde bulunacaktır. İşsizlik, faiz ve enflasyonu işaret edecektir. Bu sorunun temel nedeni de kaynakların adil bir şekilde bölüşülememesidir. Öte yandan Türkiye'de Kürt sorunu kadim bir mesele olarak duruyor. Bunun da temel nedeni vatandaşı arasında adil bir yönetim ve bakış açısının olmamasıdır. Biz yönetimimizin merkezine insanı alırsak, işlerimizi adalet, ehliyet ve liyakat ilkeleri içerisinde yaparsak bütün sorunlarımız çözülür. Sorunların temel merkezi adaletsizlikten kaynaklanıyor. Türkiye'de Adalet Bakanı ‘Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun' diyecek duruma geldi. Bu da gösteriyor ki bizim en önemli meselemiz adalettir. Biz adalet ile yönettiğimiz zaman ülkede sorunu kalmaz. Ülkenin yeraltı, yer üstü ve insan kaynağı kendisinden 3-5 kat büyük kalabalık nüfusa adil bir şekilde huzur verebilecek, bakabilecek kapasiteye sahip. Ama adil bir yönetim oluşturulamadığı için bu birçok şeye sorun olarak yansıyor. Onun için biz önce insan öncelik adalet diyoruz.
"Batı hiçbir zaman bizi kendinden bir parça olarak görmedi"
Türkiye'nin dış politikasında eksen değişikliği söz konusu mudur? Örneğin Ankara'nın Suriye, Libya ve Azerbaycan konularındaki politikasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bundan öte, Türkiye'de aslında bir eksen değişiminin olması gerektiğini ve bunun zorunlu olduğunu dile getiriyoruz. Yüzyıla yakındır Türkiye yönünü Batı'ya çevirmiş ve onun bir parçası olmaya çalışan bir görüntü veriyor. 60 yıllık bir Avrupa Birliği (AB) süreci var. Biz AB parçası olmaya çalışırken, onlar kaynaklarımızı sömürüp bizlerden istifade eden bir ülke bir nüfus olarak görmeye başladı. Batı hiçbir zaman bizi kendinden bir parça olarak görmedi. Buna bir yerde son verilmesi lazım. AB'nin iki büyük ülkesi olan Fransa ile Almanya açık bir şekilde bunun bir Hristiyan kulübü olduğunu ve Türkiye'nin burada yeri olmadığı söyledi. Ve biz hala orada yer almalıyız gibi bir yaklaşım içerisindeyiz. Bunun bir kere bitmesi lazım. Türkiye'nin bu Batı eksenli yaklaşımında dış politikada mutlak uzaklaşması lazım. Evet, geçmişte soğuk savaş döneminde Türkiye'yi ileri karakol olarak kullanmak istediler. Belki o dönem askeri veya siyasi olarak destek manasına gelebilecek yaklaşım göstermiş olabilirler. Ama Batı hiçbir zaman Türkiye'nin çıkarını merkeze almadı, hep kendi çıkarını savundu.
"Türkiye'nin Avrupa'ya endeksli bu dış siyasetinden vazgeçmesi lazım"
Türkiye Batı yerine 2 milyara yaklaşan nüfusuyla İslam ülkeleriyle bir birlik oluşturmalı. Bu İslam ülkeleri kardeşçe kazan kazan formülüyle bir araya gelmeli ve birliği sağlamalı. Arzu ettiğimiz birliktelik budur. Mesela D8 bunun güzel bir örneğiydi ama akim kaldı ve tam işletilemedi. Ortadoğu'da özellikle İslam ülkelerin oluşturduğu devletlerin bir araya gelebilirse dünyaya her alanda yön verecek bir sistem oluşturabilirler. Bu mümkündür. Geçmişte bunun alt yapıları da oluşturuldu. Mesela devrimden önce 1978 yılında Türkiye, İran ve Pakistan ‘İzmir Anlaşması' adında bir anlaşma yaptılar. Bu AB'nin ortaya koyduğu sistemi öngören ve o tarz bir sistem oluşturma düşüncesiydi. O zaman daha AB yoktu. Çok büyük bir projeydi ama o emperyalist güçler buna müsaade etmediler. İran'da devrim ve Türkiye'de de 12 Eylül müdahalesi olunca akim kaldı. Bu bir başlangıç olabilirdi. Her halükârda Türkiye'nin Avrupa'ya endeksli bu dış siyasetinden vazgeçmesi lazım. Bunun bize faydası yok. Bizim yönümüzü İslam ülkelerine, İslam toplumuna yönlendirmemiz gerekir.
"Devlet Kürtlerden özür dilemeli"
Türkiye'de Kürt sorunu olduğunu söylediniz. Sizce bu sorun nasıl çözülmeli?
Kürt sorunu Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren var olan bir sorun. Yani sonradan oluşan bir sorun değil. İki kurucu halk beraber bir ülkeyi oluşturdu. Bir müddet sonra yönetimde bir halkı yok sayan, yok etmek isteyen bir anlayış ortaya çıktı. Bunun bir kere bu şekilde kabul edilmesi lazım. Sorunun teşhisi koyulmadan çözüme odaklanırsak sonuca ulaşamayız. Öncelikle asıl kurucu 2 halktan biri olan Kürtlerin bu ülkenin kurucu unsurlardan biri olduğu kabul edilmesi, şu ana kadar yapılan haksızlık ve zulümleri kabul edip özür dilemesi lazım. Öncelikle Kürtlerin bu aidiyetini sağlaması için gönüllerini alması gerekir. Bu da ‘evet, biz şimdiye kadar sizi tanımadık ve yok saydık, özür dileriz' diye devletin özür dilemesi gerekir. Bu özür olduktan sonra Kürtler kadirşinas bir toplumdur. Geçmişi unutur. Yeter ki geleceğe doğru adım atılsın. Biz geçmişi bu şekilde temizler, yapılan zulümleri telafi etmek için irade ortaya koyarsak çözülür.
"Milliyetçilik üzerine kurulmayan yeni bir anayasa sorunu çözer"
Türkiye'de şu anda mevcut bir anayasa var. Bize asıl sıkıntı veren, asıl halkların eşitliğini, eşit vatandaşlık sistemini kabul etmeyen anayasadır. Bu anayasanın vatandaşlık tanımını değişmeli. Herkesin kendini kabul ettiği, devletin sahibi ve mensubu gördüğü şekilde değişmeli. Biz bunu değiştirebilirsek Türkiye'de Kürt'ü ile Türk'ü ve diğer kavimleriyle herkes kendini birinci sınıf vatandaş olarak görebilecek. Türkiye maalesef özellikle Cumhuriyet'in ilk yıllarında yapılan kıyımlar ve katliamlarla gerisinde kötü bir tarih bıraktı. Bunun izlerinin silinmesi için Kürtlerin gönüllerinin mutlaka alınması gerekir. Eşit vatandaş olarak oluşturacak yeni bir anayasa ile bunun önüne geçilebilir. Çözüm yeni bir anaysa ve herkesin kendini tarif ettiği, yani ırk tanımı yapmayan, milliyetçilik üzerine kurulmayan yeni bir anayasa bu sorunu çözer.
"Kürtçe ikinci resmi dil olması lazım"
Türkiye'de Kürtçe ana dilde eğitimin olması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Bu parti programımızda da var. Sadece Kürtler için değil yeteri yoğunluğa ulaştıktan sonra bütün dillerin mensuplarının ana dilinde eğitim alması gerektiğini söylüyoruz. Evet, Kürtler belki yoğunluk olarak Türkiye'nin yüzde 20-25 nüfusuna sahip. Ek olarak da kurucu bir unsur. Ama Türkiye'de Araplar da var, Balkanlardan gelen Kafkaslar var ve eğer bir yoğunluğa ulaşmışsa onlara da bu hakkı vermek lazım. Ama biz bunun ötesinde bir şey söylüyoruz. Türkiye'de mademki Kürtler bu devletin kurucu unsurudur, o zaman Kürtçe'nin ikinci bir resmi dil olması gerekir. Tüm kurum ve kuruluşlarıyla Türkçe'nin yanında Kürtçe'nin de resmi dil olması gerekir. Resmi dil olduktan sonra zaten ana dilin önü de açılmış olur. Şu anda bunun en büyük engeli anayasadır. Anaysa Irkçı bir yaklaşımla hazırlanmış. Anayasada bir değişiklik yapmadan bu sorun çözülmez. Öncelikle anayasada bunun alt yapısını oluşturmamız gerekir. Bu olursa Kürtçe'nin önünde engel kalmaz. Sadece ana dilde eğitim değil, ikinci bir resmi dil olması gerektiğini düşünüyoruz.
"Kürt partileriyle diyalog içerisindeyiz"
HÜDA PAR'ın da içinde olduğu ve daha çok bölgeden oy alan partiler neden birlikte hareket etmiyor?
Partilerin birlikte hareket etmelerini bir bölgeden oy alma veya bir kavim meselesiyle ilgili olmadığını düşünüyoruz. Partiler ilke ve programlarıyla hareket ederler. Bu çerçevede bir oluşum ve ittifak yaparlar. Bu anlamda biz Türkiye'deki bütün siyasi partilerin birlikte hareket etmesi gerektiğini zaten söylüyoruz. Bütün siyasi partiler kendi programlarında ülkeye hizmet etmek için kurulduklarını beyan ederler. İstisnasız bütün partilerin öncelikli amacı budur. Madem amacımız ülkeye hizmettir o zaman herkesle bir araya gelebilmeliyiz. Bunun için büyük ittifaklar, azami birliktelikler ve ideolojik yakınlıkta gerekmiyor. Doğrusu yakınlık da gerekmiyor. Asgari müştereklerde kiminle bir araya gelebiliyorsanız bir araya gelip, hal etmek istediğiniz meseleyi bir güç oluşturup düzeltmeye çalışabilmelisiniz. Bu konuda en geniş düşünen partiyiz. Herkesle bu konuda görüşmek istiyoruz ve görüşülmesi gerektiğini de belirtiyoruz. Sizin sözünü ettiğiniz ‘bölgede oy alan' ve kendilerini Kürt olarak tanımlayan insanlarla zaten diyaloğumuz var. Ama bunun dışında Türkiye'deki siyasi partilerle de görüşmelerimiz var. Biz yapılmak istenen hizmetler bazında Türkiye'de ne yapılmak isteniyorsa, neyin doğru olduğuna inanılıyorsa partilerin bu doğrular çerçevesinde bir araya gelip ortak hareket etmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Soruyu ‘Kürt meselesi konusunda niye bir araya gelip ortak hareket etmiyorsunuz' amacıyla soruyorsanız eğer biz buna da varız. Yani kendini Kürt meselesine daha çok yoğun adayan ve bu konuda çalışan partilerle de bir araya geleceğimiz gibi Türkiye'nin ekonomik meseleleri gündeme alan, önceleyen partilerle de bir araya geliriz. Bizim hiçbir partiye kapımız kapalı değil. Ülkeye hizmet anlamında partilerin diyalog içerisinde olması gerektiğini söylüyoruz. Kapımız herkese açıktır.
"HDP'nin Kürt meselesi gibi bir derdi yok"
Mesele Kürt sorunun çözümünde HDP ile çalışabilir misiniz?
HDP'yi diğer partilerden ayrı bir yere koyulması gerektiğini düşünüyorum. Evet, 8 yıllık bir partiyiz ama bizler bu bölgenin çocuğuyuz. Burada doğup büyüdük. Bölgeyi çok iyi biliyoruz. 40 yıldır Türkiye'de bir sorun var. Sorunun merkezinde birilerinin silahla bölgeyi dize getirme çalışması var. Silahlı gücüne dayanarak bir şeyi dayatma düşüncesi kabul edilecek bir düşünce değil. Bir kere bunu kenara koymak lazım. Ama işin hazin tarafı bu insanların iradeleri yok. Şimdi iradesiz bir insanla oturup bir şey konuşmanın bir anlamı yok. Çünkü siz oturup konuşur meseleyi bir aşamaya getirirsiniz, onu arkadan yönlendiren insan ‘yok öyle değil böyle yapacaksın' der masaya tekmeyi atar ve çekip gider. Biz bunu yaşadık. Onlarca yıldır yaşıyoruz. Devletle de bunu yaşadılar, diğer oluşumlarla da yaşadılar. Bu nedenle HDP'nin kendi iradesi yok. Bir kulağı İmralı da bir kulağı da Kandil'de. Onlarında kulağı kendilerinde değil. Böyle bir oluşumla oturup Kürt meselesini konuşmanın bir anlamı yok. Ama bölgede kendini Kürt olarak tanımlayan, Kürt meselesine kafa yoran binlerce on binlerce insanımız var ve biz hepsiyle de konuşmaya hazırız. Hakikaten eğer HDP'nin Kürt meselesi diye bir derdi olsaydı geçmişte yakaladıkları fırsatları tepmezlerdi. Böyle bir dertleri yok. Ama Türkiye'de Kürt meselesiyle ilgilenen, gerçekçi yaklaşan ve içtenlikle meselenin hal olmasını isteyen çok insanımız var. Hem örgütsel yapılar bazında hem de fert olarak biz hepsiyle görüşüyoruz. Bu konuda bir sıkıntımız yok.
"Yargı hiçbir zaman güvenilebilir bir unsur olarak kalmadı"
Siz aynı zamanda bir hukukçusunuz da. Son dönemde yargı kararları üzerinde yaşanan tartışmaları değerlendirecek olursak "Türkiye'de yargı tartışmalı hale geldi" diyebilir miyiz?
İsterseniz şöyle başlayalım. Türkiye'de Cumhuriyet'ten günümüze kadar yargının tartışmasız olduğu bir dönem var mıdır? diye sorsanız çok net bir şekilde hayır derim. Türkiye hiçbir zaman yargı tartışmalarından uzak kalmadı. Maalesef hiç hatırlamak istemediğimiz İstiklal Mahkemeleri'nin verdiği ve tutanaklara ‘Sanığın idamına şahitlerin bilahare dinlenmesine' geçen dönemleri biliyoruz. O dönemden beri maalesef Türkiye'deki yargı hiçbir zaman güvenilebilir bir unsur olarak kalmadı. Arada bir oluşturulan algılarla ‘yargıya güven şu kadar arttı, şu kadar azaldı' denilse de genel olarak bu değişmedi. Ben 35 yıllık bir hukukçuyum. Hiçbir zaman yargı ‘tamam bu sefer yerine oturdu, bu iş artık düzenli gidecek' diyebilecek bir seviyeye gelmedi. Muhalefetteyken iktidar yargıyı yönlendiriyor, baskı kuruyor ve yargının üzerinde vesayet oluşturuluyor diye şikayet edenler, iktidara geldiğinde aynı şeyi kendileri yapar hale geldiler. Maalesef bu da bizim bir gerçeğimiz. Gerçek bu olmakla beraber çözümsüz değil ve çözülebileceğine inanıyorum. Bunu yapabilecek olanlarda yine iktidarlardır. Yargı üzerine vesayetçi olmadıklarını bir bir gözlemeleri lazım. Bunu gösterdikleri zaman yargı mensupları da rahat hareket eder hale gelir.
Türkçe'de bir deyim var ‘Şüyuu vukuundan beter' diye. Tabii işin hazin tarafı da bu. Yargıyla ilgili onca adaletsizlik ve vesayetçi olduğuna dair söylemlerin olması aslında bu olmasa bile işin vahametini küçültmüyor. Türkiye'deki bütün hakimler, bütün yargı mensupları vesayetçidir, gözünü, kulağını hükümete dayamış, onlardan gelecek talimatı bekliyor gibi anlaşılmasın. Böyle olmasa bile yargı mensuplarının büyük bir kısmı gerçek, vicdan, kanun ve yasaya göre hüküm veriyor olsalar bile bu ‘Şüyuu vukuundan beter' anlayışı, bu algı ve düşüncelerin olması zaten işin vahametini gösteriyor. Hükümet bunu düzeltmeli. Medeniyetimizde halifeler, padişahlar sıradan vatandaşlarla hakimin karşısına oturmuş, aleyhe kararı alınca da enseyi kaşıyıp gitmişlerdir. Tarihimizde bunun örnekleri çoktur. Biz böyle bir adalet mekanizması bekliyoruz. Devleti yönetenlerin gücü ve kudreti yerindeyken adalet ile ilgili sorunları çözmeli. Çözüldüğünü görünce inşallah ümitvar olacağız."
"Türkiye'de ekonomi mekanizması da iyi idare edilmiyor"
Erdoğan'ın ‘Ekonomi ve hukukta yeni reform dönemi başlatıyoruz' açıklamasını nasıl okuyorsunuz?
Türkiye'de ekonomi de adalet sisteminden aşağı değil. 2002'de Kürt meselesinde olduğu gibi ekonomi, sosyal ve siyasi meselelerde güzel gelişmeler oldu. Bunun hakkını vermek lazım. Güzel işler de yaptılar. Özellikle ilk iki dönemde ekonomide gözle görülür, vatandaşın hissedebileceği işler oldu.
Ama adaletten ayrılıp işin merkezinde liyakat ve ehliyet kalmayınca işler bozuldu. Gerçekten Türkiye ekonomisi, sistemi, yapısı ve idare edenleriyle uğraşan güçler olduğunu kabul etmek lazım. Böyle bir güç var. Ama bu bozulmanın ana nedeni bunlar değil. Türkiye'de sadece adalet mekanizması değil ekonomi mekanizması da iyi idare edilmiyor. Pansuman tedbirlerden ziyade sistemin çok doğru oturtulmadığını düşünüyoruz. Türkiye'de kapitalist ekonomik sistem var. Şu anda dünyada tek ekonomik sistem olarak dile getiriliyor. Zaten işin yanlışı buradan başlıyor. Kapitalizm deyince işin işine faiz giriyor. Bir kısım insanlar parayı bir yerlerden bulmuş ve onu çalıştırıyor. Hiçbir emek harcamadan, devlet bano ve ihaleleriyle veya bankaya yatırarak faiz olarak paradan para kazanıyor. Öbür tarafta elinde parası olan insan ben üretmeye yönelik çalışacağım, istihdam sağlayacağım, mal ve hizmet üreteceğim diye ortaya çıkıp kendini riske atmak istemez. Türkiye'de iktisadi anlamda eğer bir reform yapılacaksa bir kere faizi gündemden çıkarılmalı. Bizim önümüzde İslam'ın iktisat modeli var. Yani paraya endeksli olmayan iktisat modeli. Bunu uygulamamız gerekir. Tarih boyunca belki bin yıl bu başarılı bir şekilde uygulandı. Dolayısıyla ekonomide reform yapılırken bu hususlar göz önünde bulundurulmalı.
"Seçime gitmenin koşulu Erdoğan'ı ikna etmektir"
Meclis dışı bir parti olarak yaşanan erken seçim tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Erken seçim olmalı mı?
‘Erken seçim olmalı mı olmamalı?' sorusundan ziyade erken seçim olur mu, böyle bir ihtimal var mı? asıl bunu konuşmak lazım. Eski parlamenter sistemde Meclis çoğunluğu istediği zaman ülkeyi seçime götürebilecek bir mekanizmaya sahipti. Ama başkanlık sisteminde erken seçime Cumhurbaşkanı'nın kendisi veya Meclis'in 3/5 çoğunluğu buna karar verir. MHP desteğini çekse bile sistematik olarak ülkeyi seçime götürecek bir mekanizma bulunmuyor. Türkiye'de mevcut şartlarda seçime gitmenin yolu Cumhurbaşkanı'nı seçime götürmeye ikna etmektir. Meclis'ten böyle bir kararın şu an için çıkma ihtimali çok düşük. Yani erken seçim çok olası bir ihtimal gibi görünmüyor.
"Pandemiye karşı tedbiri elden bırakmayalım"
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Maalesef sadece ülkemizde değil bütün dünyada pandemi nedeniyle büyük acılar yaşıyoruz. Kendi yakın çevremizden de değerli insanlar yitirdik. Hala hasta olanlar var. Bizi izleyen bütün insanlara hastalığı ciddiye almalarını gerektiğini, inananlar olarak tedbiri elden bırakmamız gerektiğini hatırlatmak isterim. Bu hastalıktan dolayı vefat edenlere de Rabbimden rahmet, hastanede şifa bekleyenlere de acil şifalar diliyorum. Ülkemiz hem insan hem de yeraltı ve yer üstü kaynakları itibariyle kendinden 3-5 kat daha fazla nüfusa sahip bir ülkeyi de besleyebilecek bir kapasitedir. Adalet, liyakat ve ehliyet ilkelerini tam olarak hayata geçirebilirsek müreffeh, rahat ve huzurlu günlere kavuşabiliriz. O günlere kavuşmak dileğiyle tüm izleyenleri Allah'ın selamıyla selamlıyorum…