En basit şekliyle, belli bir zaman diliminde bir cismin veya hareketlinin yer değiştirmesi olarak tanımlanan hızın belirleyicisi, birim zamanda aldığı yol olan sürat ile birim zamandaki değişimi olan ivmesidir. Hız, bu iki öğe sayesinde, zıddı olarak tanımlanan yavaşlıktan ayrılır. Bununla beraber hızı en iyi anlatan ve tanıtan da yavaşlıktır. Hız ve yavaşlıkla ilgili bu tanım ve açıklama, bir cismin veya hareketlinin yer değiştirme potansiyeline etkisinin yanında hayatın düşünsel ve davranışsal tüm boyutunu da kapsamaktadır.
Yeni yöntemler, kavramlar, uygulamalar, kurumsal ve toplumsal biçimler, eğitim, bilim, iletişim, teknoloji ve sanayileşme tahminlerin ötesine geçerek kontrol edilemeyen bir düzeyde gerçekleşmektedir. Bu durum yeni yaşam tarzlarını, getirisi belirsiz kentleşmeyi, kırsaldan kopuşu beraberinde getirerek, yaşam alanlarını ve imkânlarını sürekli dönüştürerek bireyselliği, sekülerleşmeyi, akılcılığı hep öne çıkarmakta, tüm konumların ve işleyişin belirleyicisi kılmaktadır. Tüm olaylar ve süreçler içerisinde, geleneğinden, inancından, kültüründen ve temel değerlerinden soyutlanan insan, akrobatikleşerek fonksiyonunu icra etmek zorunda bırakılmaktadır.
Akrobatikleşen insan, icraatlarında; bilimin, inancın, hakkın ve hakikatin hatta merhametin bilinci ile hareket edememekte ve gerçeğin düzleminde yerini alamamaktadır. Yaşamın temel dinamikleri olan özgürlük, seçicilik, çalışma, zamanlama, hükmedebilme, kabullenme veya reddetme gibi kavramlar bireyselleşmenin, sekülerleşmenin, akılcılığın egemenliğinde kifayetsizce yaşanmaktadır. Bu kavramlar, yaşam üzerinde engin ve kapsamlı bir ağ kurmuş ve bu ağın küçüklü, büyüklü damarları içerisinde, yüksek bir hız coşkunluğuyla arzuları, duyguları ve düşünceleri taşıyarak kendini hep aynı kalıpla gerçekleştirmekte ve yaşamda tutmaktadır.
Bütün bunlara uymaya zorlanan karakterler çoğunlukla albinolaşmakta, güdükleşmekte, bedene ve bünyeye tabii olarak tutunamaz hale gelmektedir. Hayatı hipnoz eden, gerçeklikten uzak düşüren hız, şimdinin ve yarının yararına katkı sağlamamaktadır. Böylece hız, etkin olmayan, kendisini ve çevresini gerçekçi bir üslupla sorgulamayan, sadece varlıkların üzerinde kayarak geçen, kolay çözüm yolları arayan ve bulan ya da bulduğunu sanan, uygunluğu değil uydurulmuşluğu tercihe zorlayan, bilinci yüzeysel bir düşünce seviyesine indirgeyen bir usulü yaymaktadır.
Hızın kullanımdaki tayini, hayatın yürüyen aksamıyla daha çok ilgilendiği için, günlük yaşamın aksiyon halinde, bilinç dışı etmenlerin etkisinde seyretmesi de normal karşılanmaktadır. Böyle bir durumda da bazen bilinç gereksiz görülmekte, çoğu kez de bilinç oluşturmaya fırsat kalmamaktadır. Öyle ki, insan ömrü, yaşanan ve gelişen bir hayat olmaktan çıkmakta, boğuşan ve sataşan bir hayat olarak sürüp gitmektedir. Böyle bir hayatın öznesi ister istemez hız olmaktadır. Artık her şey hızıyla gündemdedir. Her şey hızı kadar anlamlı, hızı kadar inandırıcı, hızı kadar makbul, kısacası hızı kadar vardır. Aksi, yokluk kabul edilmektedir.
Bu nedenledir ki, zamanın en popüleri olan teknolojik gelişme, hız kavramıyla özdeşleşmiştir. Bu durumda ihtiyaçlar insana göre dizayn edilmemekte, insan ihtiyaca göre dizayn edilmektedir. Böylece insanlar karşılarına çıkarılanların ihtiyaç olup olmadığını ve gerekliliğini düşünmeye fırsat bulamamaktadırlar. Düşünmeyi sağlayan o yavaşlık fırsatı yaşamdan iptal edilmektedir. Bu gerçeklikte, insanın beklentilerinden sadece birini veya bir kaçını gerçekleştiren hız, birinden diğerine sayısız beklenti aşılamaya devam etmektedir.
İnsanların sayısız ihtiyacı olduğunu öne sürerek, sürekli ümit ve beklenti aşılayan hız, ivmesiyle, süratiyle insanda aldanmayı körüklemektedir. Bu nedenledir ki, muhtaçlara yardım edenlerden ve dünyayı daha güzel yapanlardan çok, insanlara coşkun bir şekilde umut aşılayanlar takip edilmekte, hız ve ilgi de o cihette yoğunlaşmaktadır.
Bu konumdaki hız, fiziki endamı popülerleştirirken, zihni malülleştirmektedir.
Hızın egemen olduğu yaşamda, düşünme şekli gerçekte; bir düşleme, bir beyin tembelliği olmuştur. Konuşulur, haykırılır ama kelimeler, cümleler anlama dönüşmez, adeta kulakta bir ses yırtılması olarak kalır ve zihne ulaşmadan söner. Bakılır ama görülmez. Düşünülür, bilinir ama düşünülen, bilinen; bir fikre, bir bilince dönüşmez. Davranılır, hareket edilir ama benimsenen, kabul gören ve üretken bir davranış oluşmaz. Atılan her adım anın doyumuna ve hazzına atıf yapar. Gerçekte öne çıkan ise düşsel ve beklentisel hayattır. İşte ele avuca sığmayan, bilince tutunamayan hızdır bunun sorumlusu. Olgunluğu, enginliği, doygunluğu, anlamayı temsil eden ve anımsamayla anılmayı hak eden yavaşlığı yok sayan ve ona sırt çeviren hız!
Milan Kundera, “Yavaşlık” adlı romanında, şu hız denen iblisin çoğu zaman unutmayla, pusmayla, yavaşlığınsa hafıza ve yüzleşmeyle ilişkili olduğunu anlatır.
Hız, çoğunlukla unutma, tutkuların ve arzuların peşinden koşma, anlamsızlaşma, kendi gerçeklerinden ve değerlerinden uzak düşme, söyleyeceğini tam söyleyememe, anlaşılamama ve anlayamama, kısacası tüm değerlerin üzerinden geçerek tam yaşayamamayı içinde barındırırken, yavaşlık, dengede kalmaya ve her yönüyle tam yaşamaya daha yakındır. Çünkü yavaşlık, içinde sabrı barındırır, olgunlaşmayı, hatırlamayı, anlamayı ve düşünmeyi barındırır.
Yavaşlık, durmak demek değildir. Zira yavaşlığında belli bir hızı vardır. Tüm değerleri doya doya yaşama ve değerlendirme fırsatı sunan bir hız limitine sahiptir. Aslında olan ve olması gereken; her yaşanan olayda, fiil ve davranışta, düşünülen konuda yavaşlık ve hız kavramlarının herhangi birinde seyretmek yerine ikisinin oluşturacağı bir dengeye tutunmaktır doğru olan.
Hız ve yavaşlık birbirinin zıddı olan kavramlar olmakla birlikte, birbirlerine muhtaçtırlar. İnsan ve toplum hayatının bir arada tutulması ve yaşanabilir kılınması için, biri diğerine, sürekli baskın olmadan işlevsel bir dengede zuhur etmelidir. Bu işlevsel denge için insan hareket, hız, yavaşlık ve duruş yeteneklerini yaratılış ölçüleri içinde geliştirmeli ve öncelikle kendi dengesini kurmalıdır. Eğer bu denge kendi içinde kurulmaz, başka etmenlere veya başkalarının yeteneğine devredilirse, insan, insan olarak kalamaz, kendini hatırlayamaz, kendini yaşayamaz ya da yaşadığı, kendi dışında dayatılan geçici hazdan başka bir şey olamaz. Bu durum, süresi ne kadar uzun olursa olsun doğru bir hedefe götürücü değildir. En önemli fonksiyonları bile bitiricidir. Ve bu biticilikte hızın galibi de mağlubu da, yaradılış protokolü gereği sorumluluktan muaf tutulmaz.
İnsan hız yeteneğini bir başkasına veya bir vasıtaya devredince, gerçekte kendi yaşamını durdurmuştur. Ve o, çoğunlukla bunun farkına varamaz. Böyle bir durum bir mekândan başka bir mekân ulaşmak isteyen ve bunun içinde kendini bir vasıtanın hızına teslim eden birinin teslimiyetinden farklıdır.
Belli bir zaman diliminde, sınırlı yaşanmışlıklarla, hedefleri belirlenmiş bireyler hep kazanmak, kar etmek, daima en iyi şartlarda yaşamak ve hep var olmak isterler. Bunları gerçekleştirmek için sürekli hareket ve etkileşim halindedirler. Bu süreci ve sürekliliği sürdürmek için onlara bahşedilen kaynaklar, güç, enerji, zeminin, zamanlamanın kullanımı ve işlevi, salt hız üzerinden tayin edildiği takdirde, ona ilk hareketi veren akıl, süreç içerisinde hızın artışına paralel olarak devre dışı kalır. Bir süre sonra aklın sürekliliğinden ve teferruatından mahrum kalan süreç artık hıza tamamen teslim olmuştur. Bu durumda hızın devinimine kapılan tüm oluşlar, akıldan yoksun kalan duyguların bilinçsiz ikliminde olgunlaşacak zemini bulamazlar. Değerler ve yaşamdaki çeşitlilikler, inanç ve bilinç yetersizliğinden özgürlük, adalet, seçicilik, zamanlama, hükmedebilme, kabullenme veya reddetme, emek tadında çalışma, neşe ve huzur gibi yaşamın temel dinamiklerinden mahrum kalmaya hüküm giyerler.
İnsana ve insanlığa bahşedilen tüm inanç ve değerlerin yaşama girişi, yaşamda kalışı ve yaşamdan çıkışı, sadece hız üzerinden işlem gördüğü sürece, en yüce görünen ve kendinden söz ettiren davranışlar, geriye bir kıymet bırakmayan, ileriye de bir değeri taşıyamayan ruhsal kıvranışa dönüşürler.
Yavaşlamayı, durmayı, düşünmeyi ve akletmeyi artık bünyesinde barındırmayan insanın yaşam serüveni tamamen hızın tahakkümü altında seyreder. Bu aşamadan itibaren hızın akışkan coşkunluğu tüm benliği ve davranışları sarmıştır. Yaşamın işleyişi bütünlük halinde dengeden uzaklaşmıştır. Çünkü yaşamın içinde dengeden yoksun kalan hız, kendi kendini şarj eden bir dinamo gibi kendini yenileyerek tüm süreci sabote etme kudretine ulaşmıştır. Hız tüm duyulara ve duyargalara saldırmış; değerlerin, inancın, fikrin gerçekleşme sürecine ve ete kemiğe bürünerek davranışa yansımasına müdahale etmiştir. Tüm bunları yapan hız, gerçek eşkâlini daima bir hazzın içerisinde gizleyerek yapar.
Her olayda, sürecin sonuna kadar kendini coşkunluğun içinde gizlemeyi başaran hız, tüm süreç boyunca, gerçek eşkâlinin açığa çıkmasını önlemek için, balon duyguları zirvede tutar. “Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur” misali süreç boyunca hazzın dışındaki düşüncelere sınırlarını kapatmıştır. Ancak uçurumun kenarına gelindiğinde de iş işten geçmiştir, çoğu kere geriye dönüş yolu da bulunmaz. Böylece hız, sürecin bizzat yaşayanlarını aldatılmış ve gerçek hedefinden uzaklaştırmıştır.
İnsan hız konusunda hemen her olayda bu aldanmayı yaşar. Bu aldanmadan kurtulan insan sayısı çok azdır. Çünkü hızın unutturma ve yavaşlığın aksine hatırlamayı geciktirme özelliği vardır.
Düşünmeyi ve düşünceyi değil ezberi, taklidi, akışa ve coşkunluğa kapılmayı öne çıkarır. Ta ki nihayetinde ciddi bir uyarıcıyla veya bir zararla buluşana kadar. Hızın hükmü hep aksiyon halinde iken geçerlidir. Ama bu aksiyon çoğunlukla gerçekçilikten uzaktır.
Hız ve yavaşlık, yaşamdaki süreç boyunca, kendi olguları gereği farklı fonksiyonlar icra ediyor olsalar da birinin diğerlerine baskın ve baş edilmez davranması dengenin bozulmasına yetmektedir. Bu durumda denge sadece hızın veya yavaşlığın aleyhine değil tüm kavramların fonksiyonlarının aleyhine bozulur. Böylece kavramların ve değerlerin yaşanabilirlilik dengesi, hayatın ve olayların öznesi olan insanın/insanların aleyhine bozulmuş olur. Sonuç, genellikle insanlığın, kaynakların, zamanın, zeminin ve değerlerin ibretlik bir hüsranla heba edilişidir.
Yaşamın her alanında, itibarı her geçen gün artmakta olan hız, tatmin için mi fayda için mi? Sorusunu ölçü kabul edip, insan hayatındaki tüm değerleri bunun gibi birkaç sınırlı formüle sığdırmaya çalışarak bireyselciliği, faydacılığı, hazcılığı ve karcılığı nasıl azami hale getiririz fikrini yaymaya devam etmekte ve insanları peşine takarak ardı arkası kesilmez, telaşlı bir hayata mecbur bırakmaktadır.
İktisadın, bilinçten yoksun fayda ve tatmin anlayışını önceleyen öğretisinde, herkesin ve her şeyin insan doğasına göre tartılması ve ölçülmesi gerektiği öne sürülmekte, tüm doyumların, sadece niteliksel olarak birbirinden ayrılamaz olduğu kabul edilmektedir. Bu iktisadi anlayışa göre, fayda ve kar hesabı yapılırken her bir kişinin bir diğerinden farkının ortadan kalkacağı şeklinde genel bir toplama işlemine tabi tutulduğu kabul edilse de, paylaşımda ve üretimde yürürlükte olan hız ve onun getirdiği yaşam şekliyle, toplumun bir kısmının yokluk içinde hayat sürmesinin, toplumun daha iyi kesiminde hayat sürenlerin sahip olduğu imkânlarla dengeleyecek denklemin kurulması gerçekleştirilemez. Çünkü bu durumdaki hız sürekli fayda, kar ve tatmin üretmektedir ama bunun paylaşımında eşitliği veya adaleti sağlayamamaktadır, hatta hız, eşitlik ve adaletle ilgilenmemektedir. Bunun yanında toplumda belli değerlere ve ölçülere sahip olanları, o değerleri yaşamak ve yaşatmak isteyenleri de yok saymakta ya da etkisiz bir zemine itmektedir.
Bu süreçte düşüncelerin, fikirlerin, tasavvurların yoğunlaşması ile ruhu da bedeni gibi yorulan insan, durup dinlenme ihtiyacını hissetmekte ancak akledememektedir. Çünkü hız bunu başarmasını engellemektedir.