Hilafet Din Kurumu mu, Siyaset Kurumu mu?

Hilafet iddiasında olduğu gibi herhangi bir hilafet tasarımı içinde olmak, İslam’ın bir meselesi olmayacağı gibi, hamaset ve ham hayalcilikten öteye de geçemeyecektir.

Hilafet Din Kurumu mu, Siyaset Kurumu mu?

Gerçek Hayat Dergisinin en son sayısında hilafet isteği ile ilgil bir yazı yayımlanmıştı. Bizde, DİB'e bağlı olan "dinibulten.com" adlı sitede, konu ile ilgili olarak yayımlanan bir yazıyı, konuya açıklık getirmesi için, mezkur yazıyı, siz değerli okurlarımız için iktibas ettik.

Yavuz Sultan Selim, Osmanlı hâkimiyetini kabul etmeyen Müslüman Mısır Memluk Sultanlığına karşı, 1517’de kazandığı Ridaniye Savaşı sonrası Mısır’ı fetheder. Yavuz, bu galibiyetiyle Memluk Sultanı Tomanbay’dan sadece Kahire’yi değil, halifeliği de almış; bundan böyle İstanbul hilafetin de başkenti olmuştur. 3 Mart 1924 ise hilafetin kaldırıldığı gün olarak tarihte yerini alır.

2014’e gelindiğinde IŞİD lideri Ebu Bekir Bağdadi, Irak ve Suriye’de yönettiği topraklar üzerinde dünyadaki bütün Müslümanların yegâne Halife’si olduğunu iddia ederek hilafetini ilan etmiş ve bütün Müslümanları kendisine biat etmeye çağırmıştır.
***  
“Birinin yerine geçmek, ardından gelmek, vekâlet veya temsil etmek” gibi anlamlara gelen hilafet kelimesi; biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki kullanım alanına sahiptir. Dar olan alanında hilafet, Hz. Peygamber’den sonraki İslami devlet başkanlığını ifade eder. Halife olmanın geniş anlamı ise Kur’an-ı Kerim’de zikredilir ve yeryüzünde sorumluluk emaneti yüklenmiş olan her insanın ilahi konumunu tanımlar. (Bakara, 2/30; Araf, 7/74; Neml, 27/62; Sad, 38/26)

Bu yazı; hilafetin dar anlamı, yani peygamber sonrası Müslüman halkların başına geçen devlet başkanları için kullanılan anlamı üzerinde duracak ve bu kısmın siyasi mi, yoksa dini mi olduğunu tartışmaya çalışacaktır.
***
İslam kültür ve medeniyet tarihinde devlet başkanlığını tanımlamak için “hilafet” ve “imamet” kavramları kullanılmıştır. Kelam kitaplarında konu, “imamet” başlığı altında ele alınır. Geç dönem kaynaklarında bunu, cemaatle namaz kıldıran kişi olan imamdan ayırt etmek için imamet-i kübrâ/uzmâ (büyük imamlık) tabirleri kullanılır. Şii edebiyatında “imamet” kavramı, sünni kaynaklara göre, çok daha güçlü ve yoğun bir kullanım alanına sahiptir.

Müslüman toplumlarda devlet başkanına halife denmesi, peygamberlik görevi hariç olmak üzere, Hz. Peygamber’e vekâlet etmesi, din ve dünya hükümlerinin uygulanmasını sağlaması ve takip etmesi, insanların dünya işlerini tanzim etmesi anlamına gelir. (Avcı, 539) Hz. Ebu Bekir döneminde peygamberin halifesi anlamında “Halîfetü Resûlillah” denilirken, Hz. Ömer’le birlikte inananların yöneticisi anlamında “Emîru’l-Mü’minîn” denmeye başlanmıştır. (İbn Sa’d, III, 281) Dört halife döneminden sonra h. 41/m. 661’de hilafet makamına gelen Muaviye ile Emeviler devri başlamış ve hilafet kurumu saltanata ve koyu bir milliyetçi Arap devletine dönüşmüştür. (Bkz. Aycan, 156, 172-173)
***
İslam, bir yönetim tarzı koymamış; bu meseleyi yaşadıkları çağın gereklerine uygun olarak geliştirmeleri için insanların iradelerine bırakmıştır. Buna göre yönetim modelinin adının krallık, saltanat, şeflik, cumhuriyet, başkanlık ya da monarşi olması önemli değildir. İslam buna benzer bir devlet tarzı telaffuz etmemiş; ama istişare ve adaletten ayrılmayan, zulme ve zalimlere arka çıkmayan, dini, ekonomik ve girişim özgürlüğünü savunan, halkın sorunlarını çözen, ilerlemeci, gelişimci, evrensel bilişim ve yönetişim ilkelerine bağlı, Allah’ın iradesine saygılı ve ahlak kurallarına sahip bir yönetim modeli önermiştir.

***
İslam tarihi boyunca Emevi, Fatımi, Abbasi, Osmanlı gibi çeşitli hilafet örnekleri görülmüştür. Bu örnekler; dini etkinlikleriyle olduğu kadar, çoğunlukla siyasi, egemenlik ve idari akım ve aktiviteleri ile dikkat çekici olmuştur. Hilafet, bütün Müslümanları her zaman hakikat ve doğruda birleştirici fonksiyona sahip olamamış; aksine hilafetin etkinliğini belirleyen esas faktör, yine siyasi güç ve hâkimiyet olmuştur.

***
Meclisin hilafetin kaldırılması konulu oturumunda kürsüye gelen Adliye Vekili Seyyid Bey (1873-1925); dinî, şer’î ve tarihî delillere dayanan ve saatlerce süren uzun bir konuşma yapar. Sonradan “Hilafetin Mahiyet-i Şer’îyesi” adıyla da kitaplaşan bu konuşmada Seyyid Bey, hilafet konusunu millî hâkimiyet ilkesinden hareketle değerlendirmiş ve ilgasının şeriat meselesi olmaktan çok, siyasi bir tercih ve mülahaza olduğunu savunmuştur. Nitekim İslam hukukuna göre hilafet; milletle halife arasında icab ve kabul ile gerçekleşmiş bir çeşit akid ve vekâlettir.

İlim ve fikir hayatının en verimli çağında, 52 yaşında zatürreden vefat eden Seyyid Bey, bazı Haricilik mezhebi âlimlerinin halife ve imam atamanın gerekliliğine; Şia âlimlerinin de Müslümanların imamı ve halife olacak zatın masum olması gerektiğine inandığını belirtir ve “imamet” bahsinin kelam ilminin önemli meselelerinden biri olduğunun altını çizer.

Hz. Peygamber; ahirete irtihal anlarında bir halife nasb ve tayin etmemiş̧, hatta bu konuda herhangi bir tavsiyede dahi bulunmamıştır. Yöneticilerini belirleme işini, ümmetin öz hakkı olmak üzere kendi seçim ve tercihlerine bırakmıştır. Peygamberimizin vefatından sonra ümmetin ileri gelenleri, Medine-i Münevvere’de hazır bulunan Ashab-ı kiram ufak bir müzakere ve münakaşanın ardından ittifakla Hz. Ebu Bekir’i halife seçtiler.

Seyyid Bey anılan tarihi konuşmasında, Peygamberimizin bu uygulamasına şu sözleriyle de atıfta bulunur: “Hilafet; hükümet demektir, doğrudan doğruya millet işidir, zamanın şartlarına tâbidir... Hilafetten maksat; adalet dağıtmak, hakkı ayağa kaldırmak, haksızlığı ortadan kaldırmak, halkın haklarını korumaktır. Halifenin görevi bu amacı elde etmeye çalışmaktır ve bu aynı zamanda hükümetin de görevidir... Onun içindir ki, Peygamber Efendimiz vefatından önce sahabe hazretlerine bu hilafet meselesini izah etmemişlerdir.”


Konuşmasına Kur’an-ı Kerim’in iki ayetinin ülke yönetim şekline işaret ettiğini belirterek devam eder. Bu ayetlerden birincisi istişare ve danışmayı emreden Şura Sûresinin 38. ayetidir. Ona göre bu ayet, hür dünyanın devlet yönetiminde tercih ettiği şeklini asırlar öncesinde ilan etmektedir. İkincisi ise devlet ve millet yönetiminde herhangi bir kargaşa ve anarşi meydana gelmemesi için devlet idarecilerine itaatin emredildiği Nisa Sûresinin 59. ayetidir. Seyyid Beye göre Kur’an’da doğrudan idare şekline temas eden sadece bu iki ayet bulunmaktadır. Memuriyetleri ve hükümet görevlerini ehline vermek, hak ve adaletten ayrılmamak gibi konulara temas eden ayetler, ikinci derecede olup konunun özüne ve usulüne ait değildir.

Seyyid Bey konuşmasında; hilafetin dini değil, siyasi bir mekanizma olduğunu sıklıkla savunur:
“Hilafet meselesi dini olmaktan çok dünyevî ve siyasî bir meseledir. Doğrudan doğruya milletin kendi işidir. Onun içindir ki, şer’i emirlerde bu mesele hakkında tafsilat yoktur. “Halife nasıl tayin olunur, hilafetin startları nelerdir, her hal-ü kârda ve her zaman bir halife tayin etmek milletin üzerine vacip midir?” gibi meseleler hakkında ne Kur’an-ı Kerim’de, ne de Peygamberin hadislerinde bir açıklık yoktur. Efendiler! Dikkatinizi çekerim: Tırnak kesmek, sakal bırakmak gibi en küçük görgü kuralları ve gelenekler, sağlık işleriyle ilgili meseleler hakkında birçok hadisler olduğu halde halifenin nasıl tayin edileceği, hilafetin şartlarının nelerden ibaret olduğu ve her zamanda halife tayin etmenin vacip olup olmadığı hakkında açık ve kesin hiçbir hadis yoktur. Bunun hikmeti nedir? Bu dikkat çekici değil midir? Bunun sebebi şudur ki, hilafet öyle sanıldığı gibi asıl meselelerden değildir. Zamana, örf ve âdete göre değişir, zamanın şartlarına bağlıdır. Onun içindir ki, Peygamber Efendimiz hilafet meseleleri hakkında beyanda bulunmamıştır.” (Ekici, 115-163)


***
Sonuç olarak diyebiliriz ki; İslamiyet ruhbaniyet dini olmadığı gibi, onda herhangi bir ruhban sınıfı da yoktur. Bunun yerine Kur’an-ı Kerim sadece, insanlara her zaman hakkı ve hakikati anlatacak, öğretecek ve gösterecek âlimlerin bulunmasını emreder. (Ali İmran, 3/104) Şu halde Müslüman halklar; idarecilerini seçecekler, dinlerini öğrenip iman, ibadet ve ahlak temelleri üzerinde fertlerini ve toplumlarını en iyi şekilde yetiştirip geliştirecekler; böylece ilim, fen, sanat, barış, huzur ve yönetim gibi hayatın her alanında en yüksek örnekliği temsil edecek ve ümmet bilinci doğrultusunda dünyanın neresinde olursa olsun tüm Müslümanları kardeşleri bilecek ve imkânları nispetinde onlara yardım ve destek sağlayacaklardır. Bunun dışında; IŞİD’in sözde hilafet iddiasında olduğu gibi herhangi bir hilafet tasarımı içinde olmak, İslam’ın bir meselesi olmayacağı gibi, hamaset ve ham hayalcilikten öteye de geçemeyecektir. Her şeyi en iyi bilen, ancak Allah Teâlâ’dır.

 

Kaynakça

Avcı, Casim, “Hilafet” Md., Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. XVII, s. 539-546.
Aycan, İrfan, “Emevîler Dönemi İç Siyasî Gelişmeleri (41-132/661-750)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1999, cilt: XXXIX, s. 147-174.
Ekici, Gülhan, Seyyid Bey’in (1873-1925) Kelami Görüşleri ve Hilafet Hakkındaki Düşünceleri, Kayseri 2007, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut 1985, Dâru Sâdır.

Kaynak: dinibulten.com