Hicret’in düşündürdükleri

Mustafa Çağrıcı, Nebevî hicret ile herhangi bir sebepten ötürü yapılan yer değiştirmenin aynı olmadığını, ama özellikle de Müslümanların batı ülkelerine yönelik göçleri konusunda düşünmemiz gerektiğine işaret ediyor.

Hicret’in düşündürdükleri

Merhaba aziz okuyucular. Bir aylık sürpriz bir memleket ziyaretinden sonra bilgi ve düşüncelerimi yeniden görüş ve yorumlarınıza sunma fırsatını bana bahşeden Yüce Allah’a şükürle başlayayım.

***

Geçtiğimiz Cumartesi günü hicrî 1444 yılına girdik. Hepimiz için hayırlara vesile olsun! Bu takvimin “hicrî” diye adlandırılması Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göç (hicret) etmesine dayanıyor ve o yıldan başlıyor. Tıpkı miladi takvimin Hz. İsa’nın doğum (milad) yılından başlaması gibi...

Hicret, Hz. Peygamber ve Sahabe çoğunluğunun, Mekke’nin putperest aristokrasisinin baskı ve zulümlerinden kurtulup, inançlarının gereklerini özgürce yaşabileceklerine inandıkları Medine’ye yaptıkları göçün adıdır. Göç edenlere muhacir denir. Peygamber Efendimiz, hicret öncesinde iki kez Medineli heyetlerle görüşüp antlaşma (biat) yapmış, onların ve onlar vasıtasıyla başka bazı Medinelilerin Müslüman olmalarını sağlamış, bu suretle kendisi ve diğer Mekkeli Müslümanlar için güvenli bir sığınak hazırlamıştı. Miladi 622 yılında, yani bundan 1400 yıl (ay takvimine göre 1444 yıl) önce gerçekleşen bu olayda Medineli Müslümanlar, Muhacirleri bağırlarına basmış, yüreklerini ve mallarını onlarla paylaşmışlardı. Kur’ân-ı Kerîm’de Haşir 59/9. ayet onların bu özverilerini anlatır.

Osmanlı Devleti’nin toprak kaybetmeye başladığı ve nihayet çöktüğü yıllarda yaban ellerde kalan evlâd-ı fâtihân ile oraların yerlisi olan Müslümanlar da hâkimiyetimizde kalan topaklara hicret etmişlerdi. Kendi ülkelerinde gördükleri dinî, kültürel, hukuki, ekonomik baskı ve zulüm yüzünden ülkemize göçen son muhacirler, 1980’lerde Bulgaristan’dan gelen kardeşlerimiz olmuştur. Onlardan sonra da bazı “İslam” ülkelerinden ülkemize pek çok sığınmacı gelmişse de, genellikle bunların amacı Türkiye’yi geçit olarak kullanıp Hıristiyan-Batı ülkelerine ulaşmaktır.

“Hicret” kelimesinin anlamı ile önceki peygamberlerin, Hz. Muhammed (a.s.) ve arkadaşlarının hicretleri hakkında bilgi edinmek isteyenler ilgili kaynaklara (mesela internetten T. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin “Hicret” maddesine) bakabilirler. Ben, konunun günümüz Müslüman dünyasını ilgilendiren daha farklı bir boyutuna değineceğim.

***

Her ne kadar sömürgecilik ve köle ticaretinin başladığı beş yüzyıl öncesinden zamanımıza kadar bazı sömürge ülkelerinden sömürgeci ülkelere, köle olarak satılmak ve iş gücü olarak kullanılmak üzere çok sayıda insan taşınmışa da bu tür insan hareketlerinin hicretle ilgisi yoktur.

Takriben 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra belirgin biçimde hissedilen ve halen artarak devam eden, hicretle mukayese edeceğimiz bir göç süreci daha yaşanmaktadır. 1400 yıl önce Hz. Peygamber ve arkadaşları gibi bugün de kısmen onlarınkine benzer amaçlarla; fakat onlardan farklı olarak Müslüman ülkelerden Müslüman olmayan ülkelere yoğun göç olayları yaşanmaktadır.

Bu insanların göç etme nedenleri ayrıca değerlendirilebilir; hatta eleştirilebilir de. Fakat sonuçta onlar kendi ülkelerinde geleceklerini görememekten şikâyet etmektedirler. Kendi ülkelerinde başarılı olmaları, mutlu ve huzurlu yaşamaları konusunda haklı kuşkuları var. Neredeyse bütün Müslüman toplumlardan pek çok insan, ülkelerinin yönetim, yargı, ekonomi, eğitim ve öğretim gibi kurumlarına güvenmiyor; zihinlere ve vicdanlara baskı yapıldığını düşünüyorlar. Mesela bizim, ta İttihad Terakki’den beri rövanşist uygulamalardan bir türlü kurtulamadığımızı görüyorlar. Belirtilen alanlarda Hıristiyan-Batı ülkelerine daha çok güveniyor ve huzuru oralarda arıyorlar.

Müslüman halkların, özellikle gençlerin aradıkları, İslam tarihinin ilk muhacirleri olan Hz. Peygamber ve arkadaşlarının aradıklarından az veya çok farklı olabilir. Fakat –kanaatimce- bu farklılıkları vatan hainliği gibi görmek yerine, zamanın icapları saymalı; dışlayıcı söylemlerle onları ülkelerimizden ve toplumlarımızdan soğutmaktan sakınmalı, masum ve meşru taleplerinde onlara hak vermeliyiz. Ve –hepsinden önemlisi- ülkelerimizi aradıklarını bulacakları bir adalet, özgürlük ve refah ülkesi seviyesine yükseltmeliyiz. Dürüst, adaletli ve gayretli faaliyetlerimiz, yüksek ahlakımız, ayırımsız sevgi ve şefkatimizle tüm halkımıza, özellikle gençlerimize ve her alandaki uzmanlarımıza güven ve ümit vermeliyiz. Başkaları bunu başardıysa biz de başarabiliriz.