Corona virus salgını insanlığı kâhir ekseriyetiyle evine kapattı. Herkes şaşkınlık içinde. Bu durumun ne kadar süreceği bilinmiyor. Bâzı otoriteler aylar sürebilecek bir tecritten bahsediyor. Târihsel tesiri derin günlerden geçiyoruz. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler çoğaldı.
Bu lâfı ilk defâ Irak’ın Kuveyt’i işgâli sırasında işittiğimi hatırlıyorum. Susurluk günlerinde de bu tarz konuşanlar çoktu. 1999 Depremi sonrasında da, artık bir ezbere dönüşen bu ifâde yeniden piyasaya çıktı. Nihâyet, salgın aynı söylemi canlandırmış durumda. “Salgın geçecek; ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...” Değişimden çok dönüşümlere inanan birisi olarak benim indimde bu lâfın fazla bir manâsı olmadığını baştan söylemeliyim. İnsanların kriz anlarında yaşadıkları hayâtların sağlamasını yapmaya doğru bir eğilim kazandıklarını biliyorum. Ama bu sağlamaların kriz geçtikten sonra ne kadar karşılık kazandığına bakınca fazlaca ümidvâr olunacak bir tablo görmüyoruz.
İnsan fizikî olarak tabiatın en kırılgan canlısı. Diğer canlılardan iki temel farkımız var. İlki akıl, diğeri ise ellerimizin harika kıvrımlarıyla başardığımız tutma kabiliyetimiz. Ortaya akıl ile el arasında muhteşem bir diyalektik çıkıyor. İlki âlet tasarlıyor, diğeri onu üretiyor. Bu sûretle açığımızı kapatmakla kalmayıp, tabiata hâkim oluyoruz. Medeniyet işte bu bileşim ve zaferin ismi.
Gelin görün ki aklın işleyişinde çok sayıda tuhaflık var. Zaman zaman tutulabiliyor. İçinde karadelikler oluşabiliyor. Bizi âlet yapmaktan çıkarıp, akıl-el diyalektiğinin hâsılası âletlerimize âlet ediyor. Medeniyetin târihi bunun sayısız misalleri ile dolu. Bâzen de akıllar çok kısırlaşabiliyor. Dahası; bu kısırlıkları yücelikler olarak gösterebiliyor bize.
Geçenlerde David Harvey’in Anti-Capitalist Chronicles’da salgın ile alâkalı değerlendirmelerine rastgeldim. Ekonomizm ile salgın arasında kurduğu ilişkiler üzerine yapıyor bu değerlendirmeleri. Bu düşünceler, doğrusu ekonomizmi, kavradığı ilk günlerden başlayarak eleştiri konusu hâline getirmiş birisi olarak beni doyuruyor. Ekonomi biliminin bir dengeler bilimi olduğunu görüyoruz. Ekonomi klâsik târifi îtibârıyla “sınırlı kaynaklar ile sınırsız ihtiyaçları” dengeye getirmeyi amaçlayan bir bilim dalı olarak bilinir. Aslında bu târif başlıbaşına bir dengesizliği veri alır. Ama ters bir kavrayışla. Kapitalizm ki modern ekonomi biliminin doğmasına yol açmıştır; arzın fetişistik büyümesi, ama bu büyümenin talebin bastırılması üzerinden gerçekleşmesi manâsına gelir. Kaynaklar insafsızca kullanılmakta, ama ihtiyaçların tatmini bastırılmaktadır. 19. asır bu dengesizlik üzerine oturur. Getirilen çözüm ise ekonomik değil, siyâsî ve askerîdir. Yâni savaştır. Savaş, Hegel’in felsefî ifâdeleriyle “kara bulutları dağıtır.” Bunu reel olarak arz talep dengesizliğinin geçici olarak dağıtılması diye de anlayabiliriz. Meseleye gerçekten ekonomik bir çözüm bulan ise yeniden bölüşüm üzerinden Keynes oldu. Bu ise uzun vâdede sürdürülebilir değildi. Netice, ekonominin kanserleşmesi ve finansal şişme oldu. Kredi kapitalizmidir bunun adı. Akıl almaz ölçekte ve reel ekonomide karşılığı olmayan; dahası onu beslemeyip balonlaşan bir parasal genişleme ve şişme yaşandı dünyâda. Ekonomizm, yâni insansız ekonomi bakışı kurumsallaştı. Hakkını yemeyelim; ekonomizm reel ekonomilerin tabiat üzerindeki tahribatını gösterdi bize. Ama mesele insan, tabiat ve sermâye arasındaki dengelerin külliyen altüst olmasıydı. Üçüncüsü şişerken, diğer ikisi yaşadığı ağır tahribatlar sönümlenmeye başlamıştı. Ekonomi biliminin buna bir cevap vermesi gerekiyordu. Öyle olmadı, sermayenin finansallaşması üçü arasındaki dengesizlikleri büyütmeye devam etti. Ekonomizm reel ekonomi ile tabiat arasındaki dengesizlikleri gösterdi; ama insan-sermâye arasındaki dengesizlikleri örttü. Ekonomizmin kurduğu sözüm ona dengeler bu genel dengesizliğin içindeki avunmalardır aslında. Süreç insanlığı âdetâ sarhoş etti. Bencillik, fırsatçılık, basitçilikler ve hedonizm galebe çaldı.
Çevrimlerin aksadığı yerde ise, husûsen 2008’den başlayarak, hâlâ içinden çıkamadığımız krizlerin içinde bulduk kendimizi. Daha beteri ise bu dengesizlikleri gidermek için, bizzât bu dengesizlikleri doğuran süreçler çalıştırılıyor. Hâlâ para basmaktan bahsediliyor. Ama artık geri dönüşü olmayan bir süreçteyiz. İşte salgın bizi tam da bu aşamada yakaladı. Karantina günlerinde “sağlık mı, ekonomi mi” diye sormak tam bir basitleme.
Ekonomizmin insanlık üzerinde başka öğütücü tesirleri de oldu. Fırsatçılık, girişimcilik vb motivasyonlar baskın hâle geldi. Büyük anlatıları küçümsedik. Bunları târihin safraları olarak görmeye başladık. Târihsel dâvaların yerini dosya fetişizmi aldı. Oyunlar, tasarım canbazlıkları, uçucu edebiyatlar derin düşünüşlerin yerini aldı. Hâsılı kısırlaştık. Terry Eagleton’ın “büyük fikirlere” çağrısı ne kadar dramatik kalıyor. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demek, fırlatmadan evvel zarlarını öpen bir kumarbazın durumunu çağrıştırıyor. Hepsi bu…