Reis deyince bizim neslin aklına Kızılderililer gelirdi uzun süre. Malum Amerika´nın kuruluş döneminin en bilinen çizgi karakterleri Tommiks ve Red Kit´te Büyük Reisler vardı. Oturan Boğa klasik isimleri idi. Barış çubuğu tüttürmek onlar için en önemli ve hedeflenen faaliyetti. Eğer reisi buna ikna ederseniz bir şekilde işleri düzene koyma şansına sahip olurdunuz.
Çizgi romanlar unutuldu. Reis 1990´ların ortasında ülkücü jargon vesilesi ile neşet etti. Bu defa reis olmak bir şekilde ülkücü harekete dahil olmanın parçası olarak kabul gördü. Kurşunu atan ve yiyenin şerefli addedildiği yıllardı. Kurşun adres sormuyordu.
Sn. Erdoğan´ın reisliği tabii ki Belediye Başkanlığının yani Belediye Reisliğinin bir mirası. Hakimlere de reis denir ama belediye reisliğini başka idari mevkilerde pek bulamazsınız.
İstanbul Belediye Reisi olmak Erdoğan´a Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğunda dahi yapışan reis sıfatının gerekçesi olarak artık anımsanmıyor bile.
Reisin çağrışımı bambaşka artık. Sonsuz bir biat imgesi. Her sözü doğru bir hikmetinden sual olmama hali. Yazık ki twitter trolleri ve bolca havuz neşidesinin sahiplendiği bir varoluş.
Bu karşılıklılık ilkesi içinde halkın öyle ya da böyle yarısı için reis iken bakiyesi için pek de öyle etrafında birleşilecek bir ortak vasat olmaktan uzak. Peki bu bir hayal mi?
İstinat ettiği tahakküm dilinden bağımsız belki biraz da ilk başta belirttiğimiz Büyük Reis kıvamında bir etrafına toplama haline tevdi olur mu bu tanımlama?
Zor mu? İmkansız mı?
Son dönemde dillere gelen pastanın kaymağını yeme metaforu ile neredeyse atomu parçalamaktan da güç hale geldiğini söyleyebiliriz o vakit.
Peki zaten daha da mesafeyi açacağı bilinerek söylenen bu sözlerin bu ötekileştirme dilinin arkasında ne var?
İktisadi krizin etkilerini yoğun olarak hisseden Türkiye´de belli ki faturayı birilerinin ödemesi gerekiyor.
Tevafuka bakın ki AKP´nin son krizli günlere kadar, krizin teğet geçtiği günler de dahil kimsenin katkı vermediği ve sadece kendi başına başardığı bir başarı hikayesi vardı. Herşeyi ?Biz yapmıştık biz?. Lakin işler kötü gidince ikinci ve üçüncü çoğul kişiler akla geldi.
Siz pastanın kaymağını yediniz. Onlar bizi baltaladı. İşleri biz iyi yaparız, siz ve onlar bozarsınız. Bu basit akıl yürütmenin sonucunda biz, siz ve onlardan ibaret takımları kurup maç ettirmekten daha güzel bir lig düzeni de akla gelmiyor.
Lakin irrasyonelliği aşikar olan bu tutumun bir de başka boyutu var. Velev ki herkesin AKP´ye oy verdiği hipotetik bir seçim olsun. Olmaz ya velev ki oldu. O zaman ne olacak? Bu tuhaf talep Amerika´da Cumhuriyetçilerin Demokratları, İngiltere´de Muhafazakarların İşçi Partisini istememesi ile eş değer.
Bu konuya dair ötekileştirici tutumdan nasibini HDP kriminalize olmakla alıyor. Daha dişli olan CHP ise bunun kıyısında geziyor.
Geçenlerde bir devlet memuru dostum benim muhalifliğime atıf yaparak hadi bakalım Kılıçdaroğlu´nun Almanya ziyaretini de yaz diye mesaj atmış idi. Malum Kılıçdaroğlu´nun görüşmesine dair eleştiriyi de aşan ifadeler kullanılmıştı iktidar cenahında. Almanya parlamentosuna Alman halkının iradesi ile seçilmiş bir vekil için ?Türkiye´de bunları hapse atıyoruz? şeklinde ifade kullanılması ise işin daha da sorunlu bir yönünü ifade ediyordu.
Demokratik teamüller açısından bakıldığında Merkel´in bu konuda söyleyecek sözünün çok olduğuna şüphe yok.
Bırakın kendi ülkemizi Almanya´da dahi farklı düşünen insanların seçimlerine saygı göstermekten imtina eden bir tutumun reisliği ancak kendi taraftarının saflarını sıkılaştırmaya yarıyor.
Geronimo büyük bir Kızıderili Reisiydi. Bakın kendisi hakkında neler diyor, Reisliği nasıl tanımlıyor? Belki de Geronimo´nun bu sözlerini anımsayıp yolu yeniden çizmek lazım. Mümkün mü değil mi göreceğiz:
?Ben şef değildim ve olmamıştım, fakat başkalarına göre daha derinden haksızlığa uğradığım için, bu onur bana verildi ve ben de ona layık olduğumu kanıtlamaya karar verdim.?