Bu, bir nevi cürettir.
?Kimsin sen?´ sorusunu, tahkir maksadıyla soramayız kimseye. Sorarsak, ancak tanışmak için sorarız.
?O da adam mı?´ diyemeyiz.
Herkes saygıdeğerdir.
Ne zamana kadar?
Sınırları aşan bir tekebbürle karşılaşıncaya kadar.
?Kibre karşı kibir´i tavsiye eden gelenek çok güzel.
Cüretin bir başka nev´i de var.
İnsanların yaşına, ilmine, sanatına, insan oluşuna saygı duymamız tabii ki gerekiyor.
Ama onlara insanüstü vasıflar izafe etmek, ululamak, gerçekten ?Yüce´ olana karşı bir cürettir.
İki uç da, bize uygun değildir.
Bu, bir dünya görüşüdür. Veya dünyayı görme şekli.
Aman Ya Rabbi! Bir sütten çıkmış ak kaşık portresi mi çiziyorum?
Çiziyorsam, bu da bir cüret.
Haşa!
Selfi çekmiyorum. Bir resim gösteriyorum. Bu resmi doğru bulduğumu söylüyorum.
Bu ?resm´i doğru buluyorsak dünyaya böyle bakmanın, beşer menşeli bir fikre, bir ?ideal´e intisap etmeye mani olduğunu da doğru bulmamız lazım.
Bunları bir tarafa koyalım, bir gün lazım olabilir.
***
Son günlerde bir ?Atatürkçülük´
tartışması çıktı.
Bu tartışmaya girmeye hevesli değilim.
Kim neci olmak istiyorsa olsun.
Bizler, tabii, Atatürkçülüğün çeşitlerini gördük.
60´ların, 70´lerin Atatürkçülüğü ortanın
hafif solunda bir Atatürkçülüktü.
80 darbesinin Atatürk´ü ise biraz
muhafazakar.
90´ların, yani 28 Şubat´ın Atatürkçülüğü 80´dekinin antitezi gibiydi.
Aşırı laik. Dini tezahürlere karşı
müsamahasız.
Demek ki Atatürk, değişik yorumlara tabi tutulabiliyor.
***
Günümüzde de yeni bir yorum
geliştirilebilir.
Dün Başbakan Binali Yıldırım ?muasır medeniyetler seviyesine çıkmak´ diyordu
Meclis´te.
Bu yorumu makul bulmaya hazır olanlar mevcuttur.
Ben işin yorumunda değilim.
Kırk yıllık kani, olur mu yani...
Ben işin gerçeğindeyim.
Önemli olan yorumun ne olduğu değil, tarihi gerçekliğin ne olduğu.
Fakat, çeşitli sebeplerle gerçeğin ne olduğunu öğrenmek imkansız hale geliyor.
Mesela tabulaştırıyoruz.
Herkesin, kendi seçtiği ?Atatürk´ prototipi tarihi gerçekliğe perde oluyor.
Resmi tarih ?dogma´laştırılıyor.
Öyle ki, çerçevenin dışına çıkan
lanetleniyor.
?Çerçevenin dışına çıkmak´ yanlış
anlaşılmasın.
Aradığımız ?tarihi gerçeklik´ Atatürk´ün ailesiyle, yakın çevresiyle alakalı değil.
Bu tür tecessüsler anlaşılabilir belki, ama hiçbir yaraya merhem olmaz.
Önemli olan, kendi tarihimizi doğru
öğrenmemiz.
Tarihçilerimiz, 1. Dünya Savaşı´nı doğru dürüst bilmiyor.
Muhtemelen İstiklal Harbi´ne ve inkılap tarihine konsantre oldukları için.
Bakın, Kut´ul Amare Zaferi´ni millet yeni öğreniyor.
Başka hangi tarihi gerçeklikler gölgede
bırakılmış olabilir?
Ve hangi tarihi şahsiyetler?
Resmi tarih kimlerin hakkını yedi?
Lozan´da, tarih kitaplarında yazılanların dışında bir şey oldu mu?
Hilafetin ilgasının, bazı inkılapların... Hatta ezanın Türkçe okutulmasının, Türk müziğinin radyolarda yasaklanmasının...
Lozan´la veya başka bir şeyle alakası
var mı yok mu?
Buna benzer daha sayısız başlık
bulunabilir.
Bazılarına göre, ?O-hoo, bunlar
biliniyor zaten!´
Öyle bilmekten bahsetmiyorum. Mustafa Müftüoğlu´nun ?Yalan Söyleyen Tarih Utansın´ından, Rıza Nur´un Hatırat´ından, Murat Bardakçı´nın Şahbaba´sından haberdarım.
Tarih ilminin ciddiyetiyle mütenasip bir şekilde bilmekten bahsediyorum.
Tarihe daha objektif bir şekilde bakabileceğimiz bir özgürlük ortamından bahsediyorum.
Ne olacak bunlar bilinince?
Doğru ya! Ne olacak?
İsterse hiçbir şey olmasın.
Gerçeğin bilinmesi yeterince değerlidir.