Bugünümüz ve yarınımız üzerine bazı düşünceler:
*”Aile içi şiddet” kavramı, ailenin gözetlenmesi, denetlenmesi ve aile bireylerinden birinin sürgüne gönderilerek demografik yapının organik bağlardan arındırılması amacıyla bir enstrüman olarak kullanılmaktadır.
Artık “aile”, şüpheli ve “polisiye” bir kurumdur ve iki türü vardır: Şiddet gerekçesiyle müdahale edilenler ve müdahale edilmeyi bekleyenler. Bugün “kadına şiddet” gerekçesiyle erkek sürgüne gönderilmektedir. Yarın “çocuğa şiddet” gerekçesiyle kadın sürgüne gönderilecektir. Feminizm sadece ileri karakol görevi görmektedir.
Demografiyi disiplin altına alan yeni bir totaliterizmle karşı karşıyayız. Karı-kocanın (ve çocuğun) bulunduğu her ev işaretlidir artık. Bundan kurtulabilmeniz için yalnız yaşayacağınız stüdyo evlere taşınmanız gerekiyor. Hepimizin ya “suçlu” ya da “şüpheli” hale getirildiği bir distopyanın kuruluşunu izliyoruz. Batı’da her iki evden birinde yalnız insanların yaşamasına bir de bu açıdan bakmak gerekir.
Şiddetten kaçamazsınız; ya failisiniz ya da mağduru. Bunun için erkek ya da kadın olarak doğmuş olmanız yeterlidir. Düzen böyle kurulmuş, hukuk böyle inşa edilmiş, herkes böyle ikna edilmiştir.
Bu yeni bir savaş türüdür; kendiliğinden dağılma özelliği gösteren bir savaş türü. Savaşın artık belirli bir cephesi yoktur, her yere yayılmıştır; belediye otobüslerine, mahallelere, sokak aralarına, apartman merdivenlerine, daire kapılarına, yatak odalarına: Her yere! Üniformalar yoktur. Herkes faildir, herkes mağdurdur, herkes casustur. Herkes, herkes için ne zaman patlayacağı belirsiz saatli bir bombadır.
Bu savaşın cephanesi, tanklar ve toplar değildir; ispiyon, iftira ve şikâyettir. Zan, şüphe ve evhamdır. Herkes herkesin ispiyoncusudur. Herkes müfteri, herkes şakidir artık. Kablolar şikâyet için döşenmiş, uydular ispiyon için hazırdır. Bu savaş bize fitnenin katlden nasıl daha kötü olduğunu ağlata ağlata, acıta acıta, dağıta dağıta öğretecektir.
Aileyi yargılayan hakim de, savcı da, avukat da bu savaşın hedefi olmaktan kaçamaz. Cübbesini çıkarıp evine gittiği anda şüphelidir.
Mekân “kevn” kökünden geliyor; var olunan yer demektir. Mekin var olan demektir; “imkân” var olabilme ihtimali. Evler mekân olmaktan, bizler mekin olmaktan, bu ülke bir imkân olmaktan çıkarılmaktadır. Bizim için ilahi var oluşumuzun imkânsız olacağı ve hasımlarımızın istediği şekilde mekin olabileceğimiz yeni mekânlara sürülüyoruz; ya sokaklara, ya fabrikalara, ya ofislere, ya sığınaklara ya da stüdyolara/stüdyo evlere.
Doğmak suçtur artık. Cinsiyet suçtur. Doğabilmiş ve bir cinsiyete sahip olabilmişsek hepimizin sürüleceği yerler sığınaklar olacaktır (onlar sığınma evi diyor). Bugün erkekler için de sığınma evlerinin talep edilmesi, rıza imalatının işlediğini gösterir.
Bütün bir ülke siren seslerinin hiç kesilmediği bir alarm durumundadır. Manşetler, sosyal medya, uzmanlar, açık oturumlar vs. bizi toplama kamplarına çağıran bir siren sesinden başka bir şey değildir.
Artık herkes ve her yer tehlikelidir. Her insani iletişim tehlikelidir. Her insan tehlikelidir. İnsan olmak demek tehlikeli olmak demektir. İnsan olmak demek iğrenç olmak demektir; katil olmak, mütecaviz olmak, sapık olmak... Tek yere çağrılıyoruz: İnsan olmamaya!
Hepimiz reddedemeyeceğimiz bir teklifle karşı karşıyayız: “Şiddet söylemi”. Bu söyleme katılan herkes en yakınlarından birini gözüne kestirecektir. Bu savaşı kurgulayanlar, ordularını bu ülke içinden toplamaktadır. Bu savaşın kazananı olmayacaktır. Bu savaşta herkes herkese karşı konumlandırılmaktadır. Bu savaşın tek bir amacı vardır: Zayiat; olabildiğince büyük, olabildiğince büyük!
Bu savaşta doğruları söylemek yasaktır. Dilimiz imha edilmiştir. Dikkatimiz gasbedilmiştir. Bilincimiz iğfal edilmiştir. Doğruları konuşmak isteyenleri susturmak görevi sadece kamuya verilmemiştir. Bu resmi olduğundan daha çok sivil bir savaştır.
Bu savaşta tek bir “makbul söylem” vardır. Makbul söylemin dışına çıkmak isteyen herkesi susturmak görevi en başta en yakınlarımıza verilmiştir. Bunlar, makbul söyleme lojistik taşıyan taburlar gibidir. Hasımlarımızın kötülüğü değil, bunların “iyi niyeti” bizi yok edecektir.
“Aile içi şiddet” söyleminin amacı şiddeti önlemek değildir. “Aile içi şiddet” söylemi, tarihin en örgütlü şiddet organizasyonu olan Batı tarafından organize edilmektedir. Bu söylem, dünyada her gün 24 bin çocuğu açlıktan öldürenlerin söylemidir. Bu söylem üzerimizde atom bombası deneyenlerin, silaha ve paraya tapanların söylemidir. Bu söylem, tohumu piç edenlerin, toprağı linç edenlerin, dünyayı çöplüğe çevirenlerin söylemidir. Bu söylem, kadın bedenini, çocuk bedenini, erkek bedenini podyumlarda, kulislerde, sahnelerde pâyimal edenlerin söylemidir.