Tarih: 27.01.2020 12:08

Hep aynı manşetler: Deprem değil, çürük binalar öldürüyor

Facebook Twitter Linked-in

Her deprem sonrası genelde yıkılan binalar ve enkazlarından çıkarılan cansız bedenlerin sorumlusu çürük binalar olarak ifade ediliyor. Aslında doğru bir tespit. Çünkü yan yana dizilen 5 binadan dördü ayakta duruyorken aradaki bir tanesi kum yığınına dönüşmüşse, ”Deprem değil, bina öldürüyor” değerlendirmesi bir gerçeğin ifadesi oluyor. Ülkemizin deprem kuşağında olduğu ve sık sık depremler yaşadığımıza göre, hatta, sürekli olarak ülkemizin neresinde ne zaman bir depremin olabileceğine dair düşünceler dile getiriliyor ve buna karşı bir tedbir alınması isteniyor. Ancak tüm bu ikaz ve uyarılara rağmen benzer manzaralar devam ediyor. Bu hususta alınabilecek tedbirler de biliniyor. Özellikle yeni yapılan konutların depreme dayanıklı olmasının sağlanması gerekirken, eski binaların da yenilenmesi gerekiyor. Hemen belirteyim ki, bu hususta atılan adımlar, alınan tedbirler var. Ancak yetersiz olduğu da kesin.

Bu noktada alınan tedbirlere rağmen yeni yapılan binaların da zaman zaman yıkılıyor olması işin esas üzüntü veren yanı. Çünkü özellikle İzmit depreminin adından yeni binaların belli bir kalitede yapılmasını sağlayacak birtakım kontrol müesseseleri hayata geçirildi. Yani her yeni yapılan binanın belli standartlara uygun olup olmadığı denetleniyor. En azından denetlenmesi gerekiyor. Böyle olunca hiç olmazsa yeni yapılan binaların depreme dayanıklı olması lazım. Ancak görülüyor ki, tüm bu denetim mekanizmalarına ve getirilen sıkı kurallara rağmen az da olsa bu işten kaçanlar çıkabiliyor.

Şunu hemen belirteyim ki, tüm denetimler eksiksiz yapılmış ve binaların belli bir standarda uygun olmaları sağlanmış olsa bile depremler karşısında hiç yıkılmayacaklar anlamına gelmez. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi medyaya yansıyan haberlere ve görüntülere bakıldığında yan yana dizilmiş 5-6 binadan sadece birisi kum yığını haline gelmiş ise ortada bir eksiklik, daha fazla kazanmak için malzemeden çalınma söz konusudur. İşte sıkıntımız da burada ortaya çıkıyor ve hemen her depremin ardından aynı şikâyeti dile getiriyoruz, "Deprem değil, bina öldürüyor” ya da, “Kalitesiz yapıların bedelini toplum ödüyor”. Yani bazı insanların para hırsı insan hayatının önüne geçiyor, kazanç hırsı insanların gözünü bürüyor ve adeta bu halleri ile kan emen vampirlere dönebiliyorlar.

Hemen belirteyim ki, sadece konutların sağlamlığını kontrol bakımından değil, hayatın her alanında arzu edilmeyen olayları önlemeye yönelik yasal düzenlemeler yapılıyor. Ancak bu yasal düzenlemelerin uygulanmasında sıkıntılar ortaya çıkıyor. İş geliyor insana dayanıyor. Herkesin peşine bir polis tayin edemeyeceğimize göre, kalplere Allah korkusunun ve insan sevgisinin yerleştirilmesi gerekiyor. Bunun da sadece yasalarla sağlanması mümkün değil. Bu hususta topyekûn manevi değerlerin insanımız tarafından özümsenmesini sağlayacak bir eğitime ihtiyaç var. Elbette hukuki düzenlemelerin suç işlemeyi caydırıcı bir işlevi vardır. Ancak çoğu zaman bazıları hırslarının esiri olabilmekte, onlar için de insan hayatı önemini kaybetmektedir.

Bu noktada deprem felaketi karşısında toplumsal kucaklaşma ve devletin tüm kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının hassasiyeti, kurtarma ve yaraların sarılması hususunda tek vücut olması toplumumuz bakımından başarılı bir sonuç verdi. Bu bakımdan kurtarma ve yaraların sarılmasında ortaya konular kucaklaşma yanında beklenen depremlere karşı alınan tedbirlerin yetersiz kaldığı da görüldü. Deprem sonrası ortaya çıkan birlik ve bütünlüğün birtakım siyasi ve ideolojik hesaplar uğruna bozulmaması gerekiyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —