Tarih: 22.05.2020 17:34

Hendek Ashabı (Ashabu’l-Uhdud)

Facebook Twitter Linked-in

Mekki ayetlerde anlatılır

Mekki bir süre olan, Buruç süresinde anlatılır. Rabbine inanmış, bu yüzden işkenceye maruz kalmış Müslüman bir topluluğun kıssasıdır. Kıssanın,  ilk Müslümanlar ile karşıtlarının kıyamete kadar sürecek öğüt içerir. Mekke’de Müslümanlara işkencenin başladığı bir dönemde inmiş, onlara moral olmuştur.

Müminlere, işkenceye uğrayan “Ashab-ı Uhdud” kıssasındaki müminler örnek verilerek, işkenceye uğrayan müminlere, çektiği eziyetin karşılığı olarak cennetle müjdelenir. Müminlere, eziyet yapan Mekkeli müşrikler uyarılır, cehennemle korkutulur. Ashab- Uhdud kıssasındaki uyarı ve müjde yalnız o dönem yasamış Mekkeliler değil, kıyamete kadar yasayacak herkesi kapsar.

Yer, zaman ve kişi üzerinde durulmaz

Kur’an’da anlatılan Kıssaların öğüt ve ibret veren bir yönü bulunur. Kıssalarda önemli olan; yer, zaman ve şahıs değildir. Kur’an, arka planı olan bilgi birikimi üzerine, kendi bütüncül doğrularını bildirir.

Kıssada;  inançları nedeniyle ateşe atılan, işkenceye maruz kalan insanlardan bahsedilir. Ayetlerde isim, yer ve zaman verilmez. Tefsirlerde bu yer, Arabistan’ın güney batısında kalan Yemen ve Habeşistan’ın Necran topraklarıdır. Şahıs olarak, bu topraklarda hâkimiyet sürmüş olan Yahudi kral Zü-Nüvas olduğu belirtilir. Zü-Nüvas’ın, Hıristiyanlığı seçen topluluğu, ateşli hendeklerde işkence ile katlettiği ve Kur’an’ın iniş sürecine yakın bir zamanda bu olayın yaşandığı rivayet edilir.

Ashab-ı Uhdud kıssasında anlatılanların, Mekke’de yaşayanlardan, bir farkının olmadığı vurgulanılır. Kıssa, geçmişte yaşanmış bu olayı örnek olarak gösterip, Vahiy’e muhatap olan toplumun bundan öğüt almasını amaçlar.

“Tutuşturucu-yakıt dolu o ateş,’ Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı. Ve mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlardan, yalnızca ‘üstün ve güçlü olan,’ öğülen Allah’a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı.” ( Buruc- 1-8)

Mekkeli müşrikler tarafından işkenceye maruz kalan Müslümanların başına gelenler, Ashab-ı Uhdud kıssasında anlatılanlara göre belki daha hafif kalır. Ashab-ı Uhdud kıssasında olduğu gibi Mekkeli Müslümanlara, Allah’a iman ettikleri için Mekkeli müşrikler tarafından işkenceye maruz kalabileceği mesajı verilir.

Ashab-ı Uhdud kıssasında; işkence edilenlerin başına gelenler kıyamete kadar Kur’an’a iman eden tüm inananların başından gelebileceği anlatılır. Müslümanlara, bu gibi müşriklerin işkencelerine karşı hazırlıklı olmaları istenir.

İnkârcılara, inananlara işkence ettiklerinden dolayı gidecekleri yer hatırlatılır. Müminlere, baskı ve işkencelere karşı direnmesi, vahyi insanlara iletmeye devam etmeleri istenir. Bunun karşılığı olarak cennetle müjdeler. Allah, Müslümanlara işkenceye uğradıkları için şu gerçeği beyan eder. “…bunun üzerine Rableri, günahları sebebiyle üzerlerini büyük bir azabla kaplayıp onları dümdüz (ederek yerle bir) etti.” (Şems-14)

İman edenlerin karşısında inkârcı bir topluluk vardı. Bunlar ateşin yanına oturmuş, müminlere yapılan işkenceyi seyrediyordu. Gerçekte bu olayı hiç bir vahşi hayvan yapmaz. Vahşi hayvanlar avına yemek için saldırır. Avının çektiği acıdan haz duymak için saldırmaz.

Hadisin tefsiriyle

“… O çukurları, alev alev yanan ateş çukurlarını hazırlayanlar mahvolmuşlardır! Hani o sırada ateşin başında oturmuşlar, inananlara yaptıklarını seyrediyorlardı. Aziz, övgüye lâyık, göklerin ve yerin mâliki olan Allah’a inandıkları için, yalnızca bunun için müminlerden öç aldılar. Allah her şeye şahittir.” ( Buruc- 1-8)

Ayette geçen Ashab-ı Uhdud’un  kim olduğunu Rasulullah (a) tefsir etmiş. Hz. Süheyb (ra) anlattığı rivayette; Kral,  kâhin,  rahib ve çocuk vardı. Kral hendekler kazdırdı. Hendekleri odunla doldurup ateş yaktırdı.  İnsanları toplayıp: Her kim dininden dönmezse bu ateşe atılacaktır diye ilan etti. Sonra insanları bu ateş çukurlarına atmaya başladı….” (Tirmizi (3/184-5)

Bilir ki Allah izin vermedikçe O’na ölüm yoktur. Bu genç, hayatın ve ölümün Allah’ın elinde olduğunu bilip, iman etmiş. İmanı ve Allah’ın onu tekrar dirilteceği inancıyla kendi ölümüne yol açsa bile Krala kendisini öldürmenin yolunu göstermiş.

“İnsanlar, biz de onun Rabbine iman ediyoruz” dediler. Burada topluca bir teslimiyet vardır. Çocuğun Rabbi Karşısında Kralın aciz kaldığını gören insanlar Krala “hayır” dedi. “Sen ilah olamazsın.  Eğer olsaydın bu çocuğu öldürmekte acze düşmezdin” dedi. Kral ve etrafındakiler:  “üç kişi senin Rab oluşuna karşı çıktı diye mi telaşlandın. Şu anda tüm insanlar sana karşı çıkıp delikanlının Rabbine iman etti” dedi.

Allah’ı Rabb tanıyan kim varsa onlar her zaman yok edilmek istenir. Üç kişinin iman etmesinden korkanlar,  her zaman onları ateşe atmak ister. Hakkı söyleyen üç kişi gerçekte çoktur. Bu üç kişi, bir cemaattir. Hakkı dillendiren üç kişinin her devirde neler yapabileceğini bize gösterir.

 

Kur’anın “Nice az topluluk çok topluluğa Allah’ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir” (Bakara Suresi-249) ayetini bu doğrultuda düşünülmeli. Nitelikli az sayıdaki topluluk niteliksiz çok sayıdaki toplulukları yenmiştir.

Bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekindi.  Çocuğu:  “Anneciğim sabret. Zira sen hak üzeresin! Dedi.” Allah’ın İlahlığına inanan bu insanlar, çocuklarıyla ateşe atılmaktan çekinmedi. Allah’a iman iddiasında bulunan bu günün Müslümanları, bu kadın tavrını bir kez daha düşünmeli.

Rasulullah (a)’ın anlattığı bu kıssadan hareketle, toplu bir değişim olmadan, Allah toplumda bir değişim başlatmaz. Biz kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizi değiştirmeyecektir.  Değişim, “La ilahe İllallah” sözüyle başlar. Aynı şekilde Efendimiz (a)  ve Ashabı gibi bir söylem ve eyleme sahip olursak, bu gibi sonuçlarla karşılaşacağız. Bu durumda bunun sonuçlarına katlanmaya da hazır olmalıyız. Bu söylemden emin olanlar için ateş çukurları kazılır. Kur’an “Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz.” (Rad-11) demektedir. Bir hadisi şerifte Efendimiz (as) “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz”  sözü bunu teyit eder.

Söylemimizde ve imanımızda sadık mıyız diye belalara tabi tutuluruz. Yoldan çıkar mıyız, çamura batar mıyız diye mal ve cana dokunan sıkıntılara maruz bırakılırız. Rabbimiz emanetin yükleyeceği topluluğu ortaya çıkarmak için imtihan eder, belalara maruz bırakır. Belalara uğramak rabbimizin bir yasasıdır. Bedir savaşına katılanların, hendek savaşına götürmesini bu açıdan anlamalıyız. Yol arkadaşlarının ortaya çıkarılması, onlarla birlikte özlenen topluluğun kurulması için yol alınması bu tür sınanmayla sağlanır. İmtahan hayatın bir gereği ve gerçeğidir. Verilen emeklerin sonucunu görmek bunu gerekli kılar. Eğitim ortamında bile anlatılanların ne kadar verildiğini görmek için öğrenciler sınava tabi tutulur.

“İnsanlar,“İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Ad olsun, onlardan öncekileri sınadık”( Ankebut-2)

Alınacak ibretler

Cahili toplumda, vahyin inmeye başlaması ile hak ve batıl mücadelesi başlar. Kur’an inmeye başladığında Müslümanların sayısında artış meydana gelir. Müslümanların sayısal artışı, inkârcıların çıkarını tehlikeye soktuğundan, resulü susturmak, sindirmek ve onlara yol gösteren vahyi söndürmek ve engellemek için yola koyulurlar. Müslümanların sayısal artışı, hâkim düzen yanlılarını tedirgin eder, çıkarlarına zarar vermeye başlar ve onları endişelendirir. Bu yüzden efendimize iftira kampanyası başlatılır. İnanlara karşı baskı ve işkence uygulanır.

Yapılan işkenceler müşriklere karşı hem inananları biler, hem de İslam’a karşı sempati uyandırır. Müslümanlar çektiği işkenceye mukabil, dünya hayatında vahyin hâkimiyeti sağlanmış olur. Ahrette ise mükâfat olarak cenneti satın almış olur. İnananlar, işkence karşısında taviz vermemeli.  Sabrın karşılığını, dünyada olmasa bile, ahirette mutlaka karşılığını alacağını unutmamalı.

Kur’an; bu üslûbu, yorumu ve yönlendirmesiyle, davetin niteliği, insanın rolü ve muhtemel gelişmeye dair bir yol çizer. Allah’ın bilgisi dahilinde bu yolda başına geleceklere karşı hazırlar. Müslümanlar için yoldaki işaret konumundadır.

Müminler, bu anlayışla işkenceye üstün gelir. Zorbaların tehdidine aldırmaz. Ölümüne dininden vazgeçmez. Ölümle yüz yüze gelirken, hayatta kalmak için baskıya boyun eğmez. Mümin topluluk, hendekte acılar içinde kaybolmaz. Azgınlık yapan topluluk ise kurtulamaz.

Kur’an, müminlere başka bir gerçeğin kapısını açar. Onlara uğruna bedel ödediği değerlerinin güzelliğini gösterir. Acı veya tatlı, varlık veya yokluk; hayatta kazanma ya da kaybetmeyi belirleyen değildir. Zafer, zahiren galip olmayla sınırlı değildir. Allah’ın terazisinde değer, akidedir. En büyük zafer, imanın işkenceye karşı kazandığı zaferdir. Bu olayda, Mümin imanından vazgeçip hayatını kurtarma imkânına sahiptir. Bu anlamı terk ettiği zaman ziyana uğrar.

Savaş alanı yalnızca dünya hayatı değildir. Savaşın tanıkları yalnızca insanlar değildir. İlahi irade yeryüzünde olaylara müdahale eder. İnsanlar arasında, yürürlükte bulunan ölçünün dışındaki başka bir ölçüyle onları ölçer.

Allah, her an zalimleri gözetler. İnananlara işkence edenleri, hem dünyada ve hem de ahrette yaptıklarının karşılığını mutlaka göreceği ihtar edilir. İşkenceden vazgeçmelerini ister. İşkenceciler; ahirete inanma salarda, başlarına gelecek bir dünya azabı ile uyarılır. Bu yaptıklarının karşılığını mutlaka alacaktır. Kıssa, inananların yaşayacakları işkence onlar için zillet değil, bu dünyada ve ahiret’te şeref olacağı mesajı verilir.

Günümüzde yalnız Allaha kul olduğu için, yerel ve evrensel baskıya maruz kalan Müslümanların varlığına tanık oluyoruz. Düşüncelerinden vazgeçmeleri için psikolojik ve fiziksel baskı görmektedir. Fikir handelerine atılmakta, savaşların ateş çemberinden geçirilmektedir. Müslümanların yaşadığı ülkelerde siyasal, ekonomik ve savaş yöntemlerine tabi tutulmaktadır.

Küfrün imana galip geldiği görülür. Müslümanların mağdur olması haksız oldukları değerlerinin yanlış olduğu anlamına gelmez. Müslümanların batılılaşma süreci ile başlayan fikri çatışma kıskacına alınarak, kıble sapmasına ve kimlik kaybına maruz bırakıldı. Küresel sermaye,  Mısır’da yapılan seçimlere, ekonomik ve siyasi yöntemler kullanarak müdahale etti. Rusya 1979 yılında Afganistan’ı işgal edip savaş ile ateş çemberinden geçirildi. Cezayir’de seçim sonuçlarına müdahale edilerek ülke Müslümanlar için açık cezaevine dönüştürüldü.

Halkı Müslüman ülkelerde, savaşlar, doğal afetler ve ekonomik sıkıntılar görmekteyiz. Neden bunlar Müslümanların başına geldiği düşünülebilir. Müslüman olduğu için geldiğini kimse söyleyemez. Belki bunun nedeni, Müslüman halkın başında bulunan, halkın değerleri ile barışık olmayan, batıya yaslanmış ve huzuru burada arayan yönetimlerden kaynaklandığı söylenebilir. Belki, Müslümanlar arasında görülen tarihi derinliği olan ayrılıkların, bu durumu körükleyen dış unsurların neden olduğu söylenebilir. Belki de, Yabancı unsurların ekonomik kaynakları ele geçirmesi sonucu doğal kaynakların dengesiz kullanılması doğal afet ve ekonomik sıkıntılara neden olduğu, bu duruma halkın zemin hazırladığı söylenebilir.

Afganistan’da Gülbettin Hikmetyar’ın üniversite yılarında Marksist ideoloji yanlıları mücadelelerinin gerekçesini şöyle ifade eder. “Toplumda görülen adaletsizliğin nedeni, ezenlerden kaynaklanmaktadır. Bizler ezenlere karşı ezilenlerin yanında mücadele ederek ortadan kaldırabiliriz. Bu duruma sizin tanrınız ses çıkarmıyor” der.  Gülbettin Hikmetyar’ın onlara verdiği cevap şudur: “Benim Rabbim her şeyi yarattı. Herkesin istifadesine adil olarak faydalanması için hizmetine sundu. Bazıları başkalarının hakkına el koydu için gelir dağılımında adaletsiz bir durum ortaya çıktı. Biz Rabbimizin sunduğu bu nimetleri ezenlerin elinden alıp ezilenlerin istifadesine adil olarak sunmak için mücadele veriyoruz” diye cevap verir.

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele”. (Bakara-155.) Ayeti müminlerin karşılaştığı ekonomik doğal afetlerin sınanması çerçevesinde ele alınması gerektiğini göstermektedir.

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —