Donald Trump bir süredir yaptığı açıklamalarla, benimsediği politikalarla müttefiklerini rahatsız ediyordu. Ama ilk kez bu kadar yoğun tepki aldı, ilk kez bu kadar sert eleştirildi. Theresa May´den Heiko Maas´a kadar bir çok Avrupalı siyasetçi tepkilerini açıkça dile getirdi, Deustche Welle´den France 24´e kadar pek çok medya kanalında ağır eleştiriler yer aldı. Nedenini biliyorsunuz; Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin´le Helsinki´de buluşması, iki saatten fazla bir süre baş başa konuşması. Ve tabii ki yaptığı açıklamalar, attığı sosyal medya mesajları.
AB´yi hasım, Rusya´yı rakip olarak görmesi onları üzmüş. Bir yandan Almanya´ya boru hattını kapat, silahlanma harcamaları arttır derken diğer yandan Rusya´yı müttefikten öte bir statüye getirmesi tepki duymalarına yol açmış. Ukrayna konusunda da tereddütleri var. Birleşik Krallık Başbakanı May´e Brexit konusunda verdiği tavsiyeler de AB ülkelerinde yeni şüphelerin doğmasına neden olmuş. DW için yazan Bernd Riegert Cumhuriyetçilere Trump´ı ?yazdığı mecraya pek de yakışmayan sıfatlarla- daha ne kadar destekleyeceksiniz diye sormuş.
***
Muhtemelen yolun sonuna, yani Trump´ın dönemi bitene kadar Cumhuriyetçi Parti Başkanı´nı desteklemeye devam edecektir. Ancak ABD içinden gelen eleştiriler de hiç az sayılmaz. Senato´nun ağır topları Rusya´ya bu kadar fazla yakınlık gösterilmesinden bariz bir şekilde rahatsız. Onları en çok rahatsız edense Başkanları´nın kendi istihbarat örgütünden çok Putin´e güvenmesi. New York Times, Washington Post gibi gazetelerde ağır eleştiriler var. Arizona Senatörü John McCain de sert konuşmuş. Yine de bizim Trump´lı Amerika ile bir süre daha yaşayacağımız varsayımından hareket etmemizde yarar var.
Kaldı ki Trump gitse bile zihniyeti hakimiyetini sürdürecek, yerine kendisinden çok da farklı olamayan Başkan Yardımcısı Michael Pence geçecek. O, belki Rusya ile bu kadar yakın durmayacak, Avrupalı müttefiklerini sosyal medya mesajlarıyla böylesine taciz etmeyecek, Kanada ile ilişkileri bu denli germeyecek, ticaret savaşlarını tırmandırmayacak, ama bizi, daha doğrusu güvenliğimizi doğrudan ilgilendiren konularda muhtemelen daha sert bir politika izleyecek. Suriye ve İran dosyalarını büyük bir olasılıkla sadece İsrail penceresinden bakıp değerlendirecek. Üstelik de Pence Trump kadar pazarlığa açık olmayacak.
Ancak bunlar şimdinin değil geleceğin konuları. Gelişmeleri, daha doğrusu Trump´ın Başkan olarak kalıp kalmama sürecini etkileme potansiyelimiz çok fazla olmadığı için sadece farklı olasılıklara göre senaryolar düşünebilir ve onlar üstünde konuşabiliriz. Mesela Pence´i daha iyi anlamaya, onun üstünde etkili olabilecek insanları ve grupları tanımaya çalışabiliriz. Ama ondan önce düşünmemiz gerek iki önemli konu var. İlki üyesi olduğumuz Batı İttifakı´nın geleceği. İkincisiyse iki liderin Suriye konusunda nasıl bir uzlaşmaya vardıkları.
İlkinden başlayacak olursak, daha önce de yazdığım gibi NATO ve geniş anlamıyla Batı İttifakı ciddi sarsıntı geçiriyor. NATO üyelerinin kendisine olan güvenini yitirmesine yol açıyor. Giderek artan bir şekilde çatışma halinde ABD´nin kendilerinin yardımına gelmeyeceğine olan inanç güçleniyor. NATO alan içi savunma örgütünden, görece risksiz müdahalelerin yapıldığı ve yapılacağı alan dışı öncelikleri olan bir örgüte dönüşüyor.
Yakında ?şu ülkeyi ya da bu ülkeyi savunmak için neden kendimi yok etmeyi göze alayım? şeklinde ittifakın özüne ilişkin tartışmalar da başlayacaktır. AB ve özellikle Almanya kendi güvenlik şemsiyesini, yani nükleer caydırıcılığını kendisi sağlamak üzere inisiyatif geliştirmeye çalışacaktır. Benzerinin geniş anlamlı Batı ittifakı için de geçerli olabileceği unutmayalım. Japonya ve Güney Kore´nin Trump´ın Kuzey Kore politikasından hareketle yeni atılımlar yapabileceğini göz ardı etmeyelim.
***
Bu tür gelişmeler ilk bakışta bizi doğrudan ilgilendirmiyor gibi gözükse de siyasi, askeri ve iktisadi sonuçları itibarıyla Türkiye´yi de etkilemeye aday. Neyse ki şimdi değil gelecekte. Kaldı ki NATO´nun krizde olsa dahi krizi atlatabilme potansiyeli var. Avrupalı müttefikler örgütü öldürmeye değil sorunu zamana yaymaya, ABD´yi beklemeye niyetli. Bizi asıl etkileyecek olan Trump ve Putin´in Suriye ile İran konusunda yapacakları, uzlaşmaya varıp varmadıkları, hepsinden önemlisi de vardıkları uzlaşmanın içeriği.
Helsinki´de yaptıkları açıklamalardan, İsrail basınına sızan bilgilerden iki liderin İran´ın Suriye´deki etkisinin azaltılması karşılığında ABD´nin Suriye´den çıkmayı kabul ettiği anlaşılıyor. Görünen o ki İran´ın nükleer programı konusunda uzlaşma yok. İki taraf da bilinen pozisyonunu koruyor. ABD, 2015´de imzalanan metnin yetersiz olduğunu düşünüyor, Rusya da AB ülkeleri gibi metni ve uygulamayı yeterli buluyor. Bu, Rusya´nın herhangi bir İran müdahalesini fiili olarak veto edeceği anlamına mı geliyor bilmiyoruz. Fakat Suriye´deki dengelerin değişmesi sanki kaçınılmaz gibi?