Şuradan başlayalım: Ak Parti yola helalleşme ile çıktı. “Kürt açılımı” devleti Kürt vatandaşlarla helalleştirme girişimi idi. İnanç özgürlüğü hamleleri yine devleti dindar vatandaşlarla helalleştirme çabası idi. Sünni bir siyasi kadro tarafından yapılmış olması hasebiyle “Alevi açılımı” hem devleti hem de sünni toplum kesimlerini Alevilerle helalleştirme adımı idi. Gayrı Müslimlerin hakları konusunda adım atıldı, onlarla barışık bir dünya kurmak için. Ermenilerin üzüntüsü paylaşıldı.
Bunlar gerekli mi idi? Evet, hayati önemdeydi. Değilse her toplum kesiminin “Devletle veya öteki toplum kesimleriyle hesaplaşması” gerekiyordu. Bu helalleşme girişimlerine sert biçimde tepki gösterenler oldu. Onların başında MHP geliyordu.
Kılıçdaroğlu’na gelelim: CHP lideri “Helalleşme yolculuğuna çıkıyorum” dedi. Ardından helalleşme alanlarını saydı. Gerçekten toplum hafızasında acılar bırakan problemli alanlardı. Bunları görmek, acıları paylaşmak, mümkün olan ölçüde acıları hafifletecek adımlar atmak ülkede toplumsal barışa katkı sağlamaz mıydı?
Günlerdir tartışılıyor. “Bazı acılar helalleşme ile sona ermez, hesaplaşmak gerekir” tepkileri var. “CHP’nin Tek parti dönemi ile, bu arada Mustafa Kemal ve İnönü ile hesaplaşıp hesaplaşmayacağı” sorgulamaları var. “Samimiyet, siyasi çıkar hesabı” sorgulamaları var. “CHP’yi sağa çekme” suçlamaları var.
Bunların bir kısmı, CHP içinde ayrışma oluşturma amacını taşıyor, bir kısmı helalleşmeyi siyasi çıkar hesabına bağlayıp değersizleştirme amacını güdüyor, bir kısmı CHP’yi sol ile kavgaya zorluyor…
Kılıçdaroğlu’nun hamlesinde siyasi çıkar hesabı var mıdır, vardır. Ak Parti’nin yukarda saydığım hamlelerinde siyasi çıkar hesabı var mıydı? Tabii ki vardı. Refah Partisi çizgisinden geliyorsunuz ve yeni toplum alanlarına ulaşmak istiyorsunuz, bunun için “Açılım” yapıyorsunuz ve bu size olumlu geri dönüşler sağlıyor. Ama bu getiri, sizin yaptığınız hamleleri değersizleştirmiyor. Çünkü toplumdaki “fay hatları”nı gidermek gibi bir sonuca hizmet ediyorsunuz. Bugünden bakıldığında keşke Ak Parti yüzde 50 artı 1 paniği ile kamplaştırma cereyanına kapılıp o açılım perspektifini kaybetmeseydi, diyorum ben.
Kılıçdaroğlu, partisini klasik CHP tabanının ötesine taşımak istiyor, bu çok açık. Muhafazakar – Dindar camialarla iletişim zemini oluşturmaya çalışıyor. Ben hep “CHP’nin normalleşmesinin Türkiye’nin normalleşmesi için kaçınılmaz olduğu”nu yazdım. Ne demek bu? “Tek parti dönemi kodlarıyla devam eden bir CHP, kurulu düzenin üzerinde vesayet sahibi olduğu zihniyetinde olan bir CHP, bütün partileri CHP’lileştirmeye zorlayan bir CHP, silahlı kuvvetler, yargı, bürokrasi gibi devlet birimlerini tabii müttefiki gibi gören ve halk iradesi üzerinde denetim aracı haline dönüştüren CHP” demokrasi ile yönetilen bir ülkenin partisi olamazdı. Değişmeliydi. Değişmekte zorlandı. Parti yönetimi değişimi zorunlu görse, taban sanki vesayet duygusundan vaz geçmiyordu. Ortada CHP kitlesini diğer toplum kesimlerinden ayrıştıran derin bir fay hattı vardı.
Bu, çok geniş toplum kesimlerinden kopuk hale gelen CHP’yi muhalefete mahkum etmişti.
Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı, ister siyasi hesap sonucu olsun, isterse, diyelim Temel Karamollaoğlu’nun altını çizdiği gibi “samimi niyetlerle” olsun, CHP’yi bir “Açılım”a yöneltiyor.
Mesela ben diyorum ki iktidara, Muhafazakar – Dindar algılanışı ile beni de kapsayan iktidara, “Kamplaştırma yapmayın, bunun için değerleri devreye sokmayın, değerler yıpranıyor, insanlar size mesafe koyarken değerlere de mesafe koyuyor, üstelik siz iktidarsınız toplumsal barış en çok size lazım, oysa kamplaştırma yönelişi, toplumu göbekten ikiye parçalıyor, Cumhurbaşkanı Cumhur’un ortak bileşkesi olsun vs.” Kılıçdaroğlu’nun söylemine iktidar sahip çıksa ya…
Bırakın Kılıçdaroğlu helalleşme hamlesini yürütsün. Bırakın CHP, farklı toplum kesimleriyle barışsın, kaynaşsın. Bunların sadece CHP’ye oy getirip, orada hiçbir değişikliğe yol açmayacağı mı zannediliyor? Kılıçdaroğlu “En muhafazakar parti biziz, çünkü değişime en çok biz direniyoruz” dedi. Bu yapıyı alıp “başörtülü öğrencilere yönelik ikna odaları”nın utancı ya da “Roboski” ile tanıştırmak, “Yapılmamalıydı bunlar” noktasına getirmek neden yanlış olsun?
Olayı sadece “oy kaygısı”na indirgemek, bana bizzat iktidarın “Oy kaygısı”nı değerlerin önüne geçirme refleksi ve “tabanı kaybetme” endişesi olarak görünüyor. Çünkü “Tabandan kaygı” olayı son zamanlarda öne çıkıyor. Çünkü “kamplaştırma siyaseti” toplumu yordu ve daha doğrusu “Cumhurbaşkanının milletin birliğini temsil misyonu” ile bağdaştırılmamaya başladı. Hatta Kılıçdarodğlu’nun “Helalleşme” hamlesi, bizatihi bu “kamplaştırma siyaseti”nin oluşturduğu zeminde doğmuş, ona olan tepkiyi değerlendiren bir hamle.
Ben burada, sayın Kılıçdaroğlu’na sadece bu işin en çok samimiyete ihtiyaç duyduğunu hatırlatmak isterim. Ülkenin evet, barışa, helalleşmeye, birbirinin varlığını kabul etmeye, birbirini dinlemeye, yok edici duyguları terk etmeye ihtiyacı var. Ekmek kadar, su kadar.