Evren daima yenilenirken, dünyamızın pek çok ülkesinde, şehrinde çocuklar doğar. Birisi de benim kahramanım Ali’dir.
Ali, şanslı bir çocuktur pek çoğuna göre. 17. Yüzyıl başlarında İstanbul’da dünyaya gelir. Annesi Safiye Hanım, İstanbullu bir ailenin kızı, sert mizacı ile tanınan, zarif bir kadındır.
Babası Nuh Bey, İtalyan asıllıdır. Padova Üniversitesinde tıp eğitimi almıştır. Hayalleri onu Türk topraklarına getirir. Osmanlı sarayında Padişah’ın hekimi olarak göreve başlar. Bu topraklarda aşık olur. Evlendikten sonra ilk oğlu kendisi gibi tıp eğitimi alır. İkinci oğlu olan Ali ise farklıdır. Savaşa meraklıdır, cesurdur.
Nuh Bey, al yanaklı, uzun boylu, zarif ve dürüst bir insan olarak takdir görür.
Ali, iyi bir eğitim alarak büyürken Yeniçeri ocağına girer ve orada yetişir. Dönemin Osmanlı Padişahı III. Ahmet, Ali’yi çok sever. Damadı olarak görür, kızı Fatma Sultan’ı onunla evlendirmek ister.
Ali, ilk görevi Topkapı Sarayı’nda Babüsselam bekçiliğidir. Sonrasında Prut Savaşına katılır. Cesareti ile dikkatleri üstüne toplarken Vezir Baltacı Mehmet Paşa’nın ihanetine şahit olur ve dürüstlüğü ile de göze girer.
III. Ahmet, Ali’yi damadı olarak alacakken bazı oyunlar döner ve Ali’nin ilk yolculuğu başlar. Ali, Zile, Türkmen Voyvodalığı’nda karısı olacak Mahsune ile tanışır.
Lale devrinin, huzurun yaşandığı bu dönemde İran ile çıkan savaş sonucu Tebriz’e gider. Başarıları orada da dikkat çeker.
III. Ahmet’in, tahtan indirilmesi sonrasındaI.Mahmut, III. Osman’ın veziri olur. Üç sefer Vezirlik dışında üç kez de sürgüne gönderilir.
İran sonrası Balkanlar’da Bosna’nın fatihi olur.
Askeri başarıları dışında Cerrahpaşa semtinde adını verdiği camii yaptırır. Cami, tekke ve kütüphaneden oluşur. Sebil ve çeşmeleri ile de meşhurdur.
1732 yılında Kabataş semtinde, Beyoğlu, Galata, Fındıklı semtlerinde su dağıtan asrın şahanesi çeşme ile de günümüze kadar gelir.
