AKP Genel Başkanı, Lütfü Türkkan’ın yaptığı büyük hata üzerinden, İyi Parti’nin üzerine gitmek konusunda son derece kararlı görünüyor.
Erdoğan, “Milletvekilliğinin sonlandırılması dahil, en ağır bedelleri ödemesi için siyasi ve hukuki tüm imkânları kullanacağız” dedi.
Erdoğan böyle söyleyince akan suların durduğunu, sözleri üzerinden yeni hukuk yaratıldığını geçmiş örneklerden biliyoruz.
Nitekim AKP, bu konuda “harekete geçmiş.”
Türkkan hakkında hazırlanacak fezlekenin Anayasa’nın 82 ve 84. maddelerine dayandırılması hedefleniyormuş.
Türkkan’ın hareketi “milletvekilliğiyle bağdaşmayan hâl ve hareketler kapsamında” değerlendirilecekmiş.
Normal bir ülkede yaşıyor olsak, bu hukuk fantezisi karşısında gülüp, geçebilirdik.
Ancak anormal bir hukuk düzeninde yaşıyoruz ve bugün yarın savcının böyle bir fezleke hazırlayıp, TBMM’ye yolladığını görürsek hiç şaşırmayız.
Çünkü Türkiye’de hukuk, Erdoğan’ın istekleri üzerinden şekilleniyor.
Ve seçmenin kullandığı oy, sadece AKP ya da MHP’ye verildiyse değerli, diğer partilerin seçmenlerinin verdiği oy anlamlı değil.
Aysun Kayacı’yı zamanında boşuna linç etmişler; şimdi o sözlerin gereklerini yerine getirmek AKP-MHP koalisyonuna düşüyor.
Kayacı “Dağdaki çobanla, benim oyum bir mi” diye sormuştu. Erdoğan rejiminde “bize verilen oyla, muhalefete verilen oy bir mi” soru cümlesi olmaktan da çıktı, resmen uygulanıyor.
Seçilmiş belediye başkanlarının yerine memur tayin etmekle başladılar, sıra milletvekilliği düşürmeye kadar da geldi!
Muhalefet o günlerde belediye başkanlarının ve onlara oy veren seçmenlerin hakkını korumakta tereddütlü davranmasının bedelini, bugün böylece ödeyecek.
Lütfü Türkkan’ın, provokasyona gelmesi elbette kabul edilebilir bir durum değil.
Ancak bu her halde milletvekilliğinin düşürülmesini gerektiren bir suç da değil.
Ayıplanabilir ama “milletvekilliğinin düşürülmesiyle” cezalandırmak da ne demek oluyor?
Hakarete maruz kalanların haklarını korumak mahkemelerin işi; ancak hakaret suçu, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ya da milletvekilliğinin düşürülmesine neden olabilecek bir suç mudur?
Öte yandan, hukukumuzda “şehit yakını” olmak, insanlara diğer vatandaşlardan farklı bir konum kazandırmıyor.
Elbette yaşadıkları acıyı milletçe paylaşıyoruz, o çocukları ölüme sürükleyen politikaları ve terörü şiddetle kınıyor, eleştiriyoruz ancak bu “şehit yakınlarına” diğer vatandaşlardan daha farklı bir hukuki pozisyon sağlamıyor.
Cumhurbaşkanı, canı her istediğinde bazen genel olarak, bazen de isim vererek bazı T.C vatandaşlarına hakaret edebiliyor.
O vatandaşların, şehit yakınlarından farkı nedir? Kanunlar nezdinde herkes eşit değil mi?
Bütün bunların hiçbir önemi yok çünkü AKP Genel Başkanı’nın hedefi hakarete uğrayan bir vatandaşın haklarını korumak filan değil.
Onun derdi, partisinden ve MHP’den uzaklaşan bir kısım seçmenin yöneldiği bir adresi ortadan kaldırmanın çaresini bulmak.
İyi Parti, daha düne kadar “muhatap almayalım” dedikleri bir parti değil miydi?
Bu parti Akşener’in liderliğinde, merkez sağda güçlü bir alternatif adres haline geldi; onun için hedefte.
Meseleleri şehit yakınları filan değil.
Şehitleri, şehit yakınlarını önemseyen insan “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” demezdi. Şehitlerden “birkaç tane”, “kelle” diye söz etmeyi aklından dahi geçirmezdi.