Yıl 1994, Ocak ayının 22’sinde Mardin’in Savur ilçesine bağlı Akyürek ve Ormancık köylerine saldıran PKK’lı teröristler 2 korucuyu ve içlerinde bebekler bulunan 20 vatandaşı vahşice katletmişlerdi.
Bölge valisi Ünal Erkan derhal olay yerlerine hareket etmiş, bütün Türkiye ayağa kalkmıştı.
Elbette hadleri bildirilmeliydi. Kapsamlı operasyonlar başlamıştı.
Meclis’te PKK ile ilişkili DEP’li milletvekillerinden 8’inin dokunulmazlığını kaldırmak için harekete geçildi.
Meclis’te PKK’lıların bulunmasının, terörle mücadeleyi zorlaştırdığı ifade ediliyor, Meclis’ten atılmaları konusunda yaygın bir kamuoyu oluşmuş bulunuyordu.
1999 TECRÜBESİ
Meseleye, sırf katliama karşı duyulan haklı tepki açısından bakılıyor, hukuki, siyasi ve diplomatik etkilerinin ne olabileceği konusunda çok kafa yorulmuyordu.
2 Mart 1999’da o zaman adı DEP olan partinin milletvekillerinden Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak, Selim Sadak, Sırrı Sakık, Orhan Doğan, Zübeyir Aydar ve Ahmet Türk’ün dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Bütün basının manşeti bu olaydı. Aşağıda 3 Mart günlü Milliyet’i görüyorsunuz:
Kelepçe vurularak hoyrat bir şekilde götürüldüler, 15 yıla kadar varan hapis cezaları verildi.
Terör hiç olumsuz etkilenmedi, aksine, propagandaya hız verdi. Dokunulmazlıklarının kaldırılması ve tutuklamalar dünyanın gündemine oturdu.
Hapisteki Leyla Zana’ya Zakharov Ödülü verildi.
Türkiye, demokratik temsile imkan vermeyen, seçilmiş vekilleri tutuklayan ülke olarak görüldü…
Anayasa Mahkemesi kararlarıyla da partileri kapatılıyordu zaten.
GERİ TEPTİ
Hem etnik partinin tabanı bilenmişti, kenetlenmişti… Hem terör propaganda imkanı kazanmıştı… Hem Türkiye ciddi bir imaj zedelenmesine maruz kalmıştı.
En büyük sıkıntı parti kapatmaktı.
Demokratik tecrübeler göstermiştir ki, terörle irtibatlı partiyi kapatmak konusunda dikkatli olmak gerekir. Dayandığı nüfus potansiyelini demokratik sistem içinde tutmak en önemli amaç olmalıdır.
Parti kapatarak, demokratik temsili kısıtlayarak demokratik dünyaya ters gitmek hem ekonomi ve diplomasiyi olumsuz etkiliyor, hem örgütün propaganda ve lobi çalışmalarına zemin kazandırıyor.
1994’deki tutuklamaların ve sürekli parti kapatmaların böyle geri tepen sonuçları görüldüğü içindir ki, anayasa değişiklikleriyle parti kapatmayı zorlaştırma cihetine gidildi.
NEDEN ZORLAŞTIRDIK?
Merhum Bülent Ecevit’in Başbakanlığı döneminde, Devlet Bahçeli’nin dahil olduğu koalisyon hükümetinde Hikmet Sami Türk gibi saygın bir hukukçunun bakanlığında parti kapatmayı zorlaştırma çalışmaları başladı.
2001 yılında muhalefetin de desteğiyle anayasa değişikliği yapıldı. Partiyi kapattıracak eylemlerin parti yönetimince tasvibi halinde kapatma kararı verilebilecekti artık. Partiyi kapatmadan, devlet yardımını kesme veya kısma seçeneği de getirildi.
Ak Parti zamanında 2010 referandumunda ise, bir adım daha atıldı. Parti kapatma için Anayasa Mahkemesi’nin üçte iki çoğunlukla karar alması şartı konuldu.
Bunlar, parti kapatmanın beklenen faydayı değil, aksine, öngörülmeyen zararlara yol açtığı görüldüğü için değişik hükümetler döneminde gerçekleştirilmiş anayasal düzenlemelerdir.
Şimdi, bu tecrübeler hiç yaşanmamış gibi mi hareket edeceğiz?
MECLİS ÇATISI ALTINDA
Kaldı ki, 2002 yılında oy yüzdesi 6 olan bu taban, bugün yüzde 10’u aşmaktadır?
Bunun sebepleri üzerinde hiç kafa yorduk mu?
Parti kapatmanın hem Türkiye’nin iç siyasi düzeni, hem dış itibarı açısından ne tür yeni sorunlara yol açacağının farkında mıyız?
Terörle elbette en kararlı şekilde siyasi mücadele…
Parti kapatmak ise terör propagandasını körüklemekten başka neye yarayacak?
HDP’yi değil kapatmak, aksine, demokratik sistemin içine daha fazla çekmek gerekir.
En önemlisi şu: Bu partiye oy veren 5 milyon vatandaşımızın kendilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında hissetmelerine çok dikkat etmek zorunludur.