HDP konusu -bağlantılı olduğu Kürt sorunu ve terör sorunu itibarıyla- iki ucu ayrı kesen bir kılıç.
Parti kapatmanın çare olmadığı doğru… Özellikle HDP hakkında açılan son kapatma davasının hukuki nitelik taşımadığı da doğru… İki yıl önceki yerel seçimlere girmelerinde sakınca görülmediği halde kazandıkları belediye başkanlıklarına bir iki ay sonra iktidar partisi tarafından İçişleri Bakanlığı marifetiyle el koyulması elbette haksızlık… Bunun iddia edildiği gibi “terörle mücadele”ye fayda getirmeyeceği, aksine söz konusu partiye oy veren vatandaşları devletten daha fazla soğutacağı da muhakkak… Son otuz kırk yıldır yanlış siyasetlerin buzdolaplarında korunagelen bu yapay soğukluğu ortadan kaldırmayı değil, bunun üzerinden taban konsolidasyonu yapmayı tercih eden mevcut iktidarın seçim sırasındaki “Yallah Kürdistan’a” söyleminin sonuçları da ortada…
Bugün bile Kürt seçmenin en az yarısının oy vermediği bu partiyi büyütüp ayakta tutan gücün Kürt seçmenin öbür yarısının nasırına basan politikalar olduğu akıldan çıkarılmamalı.
12 Eylülcülerin Diyarbakır Cezaevinde yedikleri haltların vs. neye mal olduğu unutulup 90’lı yıllarda kanlı PKK terörüne karşı verilen mücadelenin siyasi ve sosyal boyutunun eksik bırakılması, teröristler ortadan kaldırılırken o teröristleri ortaya çıkaran kaynağın alabildiğine beslenmesi… sonuçta HDP’yi ikibinli yıllarda yüzde 10 seçim barajını rahatlıkla geçebilir hale getirdi.
***
Ancak bütün bunlar HDP’nin de sütten çıkmış ak kaşık olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Hiçbir siyasi veya toplumsal problemin silah kullanmayı, kan dökmeyi, insan öldürmeyi meşrulaştıramayacağını kabulden uzak durdu bu parti daima. PKK’nın cinayetlerine itiraz etmedi, terörle arasına mesafe koymadı, Türkiye’nin partisi de olmadı…
Şimdi Selahattin Demirtaş’ın Alman haber ajansı DPA’ya verdiği röportajda, “Ne ben ne de partimizin PKK ile doğrudan ya da dolaylı bir bağlantısı veya ilişkisi var” ifadelerini kullanması ileriye yönelik bir niyetin beyanıysa olumlu bir adım. Ancak geçmişin temize çekilmesine yönelik bir girişimse bunun Türkiye’nin yüzde doksanının nezdinde karşılığı olmadığının bilinmesinde fayda var.
Bugün Türkiye’nin -kabaca rakamlarla- yüzde onu terörle mücadele adı altında devlet adına yapılan yanlışları unutmadığı için HDP’ye oy verirken geri kalan yüzde doksan da PKK’nın döktüğü kanı unutmadığı için bu partiye karşı mesafesini bir türlü kaybetmiyor.
İşin kötü yanı, her iki tarafta da aynı hataların ısrarla sürdürülmeye çalışılmakta oluşu… HDP’li belediyelere kayyum atanması, kapatma davası açılması vs. yanlış ama bu partinin daha birkaç yıl önce hendek terörüne verdiği destek de yanlıştı. (Öyle ki kendi tabanının ciddi bölümünü kaybetme noktasına gelmişken, imdadına iktidarın “Yallah Kürdistan’a” retoriği yetişti de taban yeniden toparlandı.) Ama geri kalan yüzde doksan için bu partinin hendek siyaseti de Rojava vandallığı da “açık dosyalar” olarak masada duruyor.
Suriye’nin kuzeyinde bir bağımsız Kürt devleti kurulması imkânı karşısında derhal Türkiye’de çözüm sürecinden vazgeçilip “devrimci halk savaşı” başlatılmasına verilen destek için bir özeleştiride bulunma gereği bile duymayanların bugün Almanlara “PKK ile ilgimiz hiç olmadı” lafları etmelerinin Türkiye’de inandırıcı bulunması zor… Geçmişte çok sıkıştıkları zaman mırıldanarak söyledikleri “Örgüt de devlet de silah bıraksın” gibi manasız lafların şiddet karşıtlığının ifadesi olarak kabul edilmediği de unutulmamalı.
***
HDP’nin en büyük şansı, toplumun ezici çoğunluğunun tepkisini ve öfkesini çeken politikalarına karşılık, kimi aydınların nezdinde sınırsız ve sonsuz bir krediye sahip bulunması.
Çoktandır bu kesimde Millet İttifakı ortaklarının HDP’yi de aralarına almaları gerektiği savunuluyor. Bu çerçevede bilhassa İYİ Parti lideri Akşener’e yönelik suçlayıcı ifadeler kullanılıyor. “Peki, niye hiçbir siyasi parti HDP ile yan yana görünmek istemiyor?” diye sormak nedense akıllarına gelmiyor.
Doğru, başta Mithat Sancar olmak üzere, HDP’nin bugünkü yöneticileri olabildiğince ılımlı bir dil kullanıyorlar, toplumun geri kalanını kışkırtacak tutumlardan kaçınmaya çalışıyorlar ama ne PKK’ya sözleri geçiyor ne de ana muhalefet partisinin lideri “Kürt sorunun çözümünde muhatabımız meclisteki HDP’dir” dediğinde ve ittifak ortağı İYİ Parti’den de buna beklenmedik bir destek geldiğinde “Hayır, sizin muhatabınız İmdalıdır, Kandil’dir” diyen kendi milletvekillerine ve eski eş başkanlarına laf söyleyebiliyorlar.
Dolayısıyla kendilerince ılımlı dil kullanmakla “Türkiye’nin partisi” olma hedefine doğru yol almaları mümkün olmuyor. Keza Almanlara “Biz PKK’dan ayrı bir yapıyız” dediğinizde de bunun kıymetiharbiyesi bulunmuyor.
HDP’nin dostları, Kürt seçmenin yarısının bile oy vermediği bu partinin toplumun genelinin nezdindeki görünüşünü değiştirecek radikal hamleler yapılması gerektiğini söylemek zorundalar. Bunu söylemiyorlarsa dostluklarının sorgulanması gerekir.
Soğuk Savaş ertesinde, 90’lı yılların derin kargaşasında varlık bulmuş olan bu partinin bugünün dünyasına adapte olmaya ihtiyacı var.
Buna karşılık, milletin yüzde doksanını HDP hakkındaki yaklaşımını değiştirmeye çağırıyor bazı sol-liberal (ve İslamcı-liberal) aydınlarımız ısrarla… Ama HDP’yi kendine çeki düzen vermeye bile çağırmıyorlar.
Bu şekilde aslında HDP’ye dostluk değil düşmanlık yapıyorlar.