Kaotik seçime adım adım yaklaşırken, ABD’nin küresel düzlemdeki hegemonik siyâsetlerinin saat gibi işlediğine daha evvel işâret etmeye çalışmıştım. Pasifik’te yürüttüğü kuşatma operasyonu bir tarafa, ağırlığını, âdeta Soğuk Savaş’ı hatırlatır tarzda Rusya’ya verdiğini tâkip edebiliyoruz. Bunu NATO’nun sıklet merkezini Doğu Avrupa’ya yığarak yaptığını görmek zor değil. Soğuk Savaş “gâlibi” olarak ABD, ne Hazar ne de Karadeniz’de istediklerini tam mânâsı ile elde edebilmiş durumda.. Putin devrinde toparlanmış olan Rusya bu hususta en büyük mâniyi teşkil ediyor. En üst seviyede küresel ABD açılımının aklını oluşturan isimler, gerek Kissenger, gerek Brzezinsky, Avrasya’nın kritik değerine dâir çeşitli ve ısrarlı vurgularda bulunmasına rağmen tablonun ABD için tatminkâr olmanın çok uzağında olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ukrayna ve Gürcistan üzerinden delme girişimlerinde bulundular ama başarılı olamadılar. Şu aralar Beyaz Rusya ve Estonya üzerinden yeni bir teşebbüste bulunuyorlar. Bir diğer delme girişimi de Kırgızistan’da..
ABD’nin Baltık’taki zorlamaya paralel olarak yürüttüğü Karadeniz ve Hazar açılımı ister istemez Doğu Akdeniz açılımıyla örtüşüyor; dahası İsrâil’i de içine alarak büyüyor. ABD-Yunanistan-İsrâil üçlüsü bu açılımın sacayağını teşkil ediyor. Türkiye ise burada apaçık olarak dışlanıyor. Dedeağaç’ta kurulan yeni üs, Girit’teki mevcût üs ile birlikte bu coğrafyanın kritik noktalarını veriyor. Kıbrıs hâlâ muallâkta. Ama yakın zamanda adanın mühim bir gerilim odağı hâline gelmesine şaşırmamalıyız. Âzerbaycan-Ermenistan gerilim hattı ise Levant bölgesinde ise sağlanmak istenen Kürt(PKK) devleti projesi ile eklemlendirilmiş bir şekilde gelişiyor. Bu gerilim aynı zamanda İran’ı da, hiç görmek istemediği bir noktadan, Kuzey’den kuşatıyor. Kuzey Âzerbaycan Türklüğü ile İran’daki Güney Âzerbaycan Türklüğünü birleştirmek üzere yürütülecek süreçler, hiç şüphe yoktur ki İran’ı çok zorlayacaktır. Ermenistan’ın çok zavallı bir konumda olduğunu düşünüyorum. Diaspora’nın baskısıyla bir mâcerâya girdi. Rusya’nın baskısından kurtularak küresel düzene eklemlenmek gayretiydi bu. Kaybetmeleri âşikâr olan bir savaş bunun bedeli olacaktı. Tek çıkış yolları Rusya-Türkiye üzerinden savaşı büyütmek ve uluslararası bir müdahale ile kurtulmaktı. Ama olmadı. ABD’nin yaptığı ise Ermenistan’ı ileri sürerek ateşi yakmaktı. Esas yatırımının Âzerbaycan’a olduğu muhakkak. ABD meclislerinde Yahudi lobilerinin Ermeni lobisini kesmesi, İsrâil’in Âzerbaycan’da ayağına yer etmesi bunun göstergesi sayılmalıdır. Reelpolitik ekseninde başka bir şey beklenmemelidir zâten. Çorak, fakir, eksik nüfuslu Ermenistan ile muazzam kaynaklara sâhip olan zengin ve geleceği parlak Âzerbaycan arasındaki tercihlerini ikincisinden yana yapmaları kadar anlaşılır bir şey olamaz. ABD bu defâ Ermenistan’ı kullanarak İsrâil ile birlikte Âzerbaycan’a müdâhil oluyor. Bu sûretle de Astana Üçlüsü’nün tam da arasına giriyor. Elbette bu Âzerbaycan ve onu candan destekleyen Türkiye için, işgâl altında bulunan toprakların kurtarılması ve “tek millet, iki devlet” denkleminin güçlenmesi îtibârıyla bir fırsat doğuruyor. Ama daha uzun vâdeli bakıldığında olup bitenlerin farklı potansiyeller taşıdığını görmemiz lâzım. Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın Âzerbaycan’ı desteklemesi de olup bitenleri gâyet iyi değerlendirdiğini, Âzerbaycan’daki ABD-İsrâil tesirinin artmasının kendileri için de bir fırsat doğurduğunu kavradıklarını gösteriyor. Sarih bir şekilde ortaya koyalım. Elbette Âzerbaycan’ın başarılarından dolayı mes’uduz. Kafkasya’da Azerbaycan’ın yıldızının parlamasından daha güzel ne olabilir? Ama bu sürecin ABD ve İsrâil’i Kafkasya’ya taşıyan daha büyük bir sürecin parçası olduğunu görmezden gelmemeliyiz.
Rusya elbette boş durmayacaktır. İlk yapacağı şey Paşinyan’ın düşmesine giden yolu açarak veya düpedüz kendisi düşürerek Ermenistan’ı tam mâsıyla kendisine bağlamaktır. İkinci olarak Âzerbaycan’ı ise elde ettikleri ile sınırlandıracaklar; ama Karabağ meselesinin kesin olarak çözülmesine engel olacaklardır. Türkiye-Âzerbaycan yakınlaşması kadar Âzerbaycan’da artacağı belli olan ABD nüfûzunun da Rusya’nın canını bir hayli sıkmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bundan sonra Aliev’in Türkiye, ABD ve İsrâil arasında; Erdoğan -Aliev ikilisinin ise Putin ile geliştireceği siyâsetlerin mâhiyeti belirleyici olacaktır. Eğer iş büyür ve Güney Âzerbaycan- Kuzey Âzerbaycan bütünleşmesine taşınıp İran’ı da kapsarsa çok dikkâtli olmak gerekir. Evet, İran en düşüncesiz karârını Ermenistan’ı desteklemekle yaptı. Hâlbuki tersini yapsaydı, Türk nüfûsundan büyük bir destek alıp rahatlardı. Ama her hâlükârda Rusya’nın haddinden fazla zaafa uğratılması, İran’ın parçalanması Türkiye’nin ne kadar hayrınadır, iki değil, iki bin defâ düşünmek icap eder.
Bir şeyi iyi görmek gerekiyor: Türkiye-Rusya-İran arasında gelişebilecek siyâsetler ABD-İsrâil ikilisinin hareket alanını kısıtlayacak tek sigortadır. Yine dikkât edelim ki, ABD bunu çok iyi görüyor. Libya’da, Sûriye’de bu üç devleti sürekli kendi aralarında sorunlu hâlde tutacak durumlardan besleniyor. Bu sorunlu alanlara Kafkasya’nın da eklenmesini arzu ettiklerini düşünüyorum. Dikkâtli olmak gerekiyor. Hamâsetten ve hissiyattan berî durulması gereken günler bugünler…