Bundan bir yıl önceydi. Bir Anadolu şehrinde, hayvan hakları dernekleri birleşip AK Partili belediyenin hayvan barınağına “çıkarma” yaptılar. Barınakta hasta, hatta ölmek üzere olan hayvanları çekip kamuoyuna “burada hayvanlar ölüyor” şeklinde bir açıklamayla “katliama dur de” çağrısında bulundular.
Doğrusu, o görüntülere insanın yüreği dayanmazdı. Hayvancağızlar can çekişiyor, tüyleri gitmiş, bedenleri zayıflamış şekilde kafeslerin ardında melül-mahzun bize bakıyorlardı. Bu görüntülerle o barınak, barınaktan çok bir hapishaneye benziyordu.
İlk anda gözyaşı dökerek izledim görüntüleri. Ardından o şehrin belediye başkanını aradım. Öncelikle bu rezaletin hesabını soracak, peşine de hayvanseverlik konusunda tanıdığım en âkil insan olan Mustafa Şen ağabeyi arayacak, bir şeyler yapmaya çalışacaktım.
Telefonda uzun uzun konuştuğum belediye başkanı bana bazı görüntüler yolladı. Hayvan hakları derneklerinin “burada hayvanlar ölüyor” dediği görüntüler barınaktan değil, barınağın içindeki “rehabilitasyon merkezi”nden, Türkçesi hayvan hastanesindenmiş meğer. Şehirde kaza geçiren ya da hasta olduğu tespit edilen hayvanlar buraya getiriliyor, tedavi ediliyor ve oradan da barınağa alınıyormuş. O görüntülerde gördüğümüz hayvanlar ise ya tedavi sırası bekleyen, ya tedavi sonrası nekahet döneminde yahut da durumları umutsuz olduğu için son günlerini geçiren hayvanlarmış. Ardından barınağın durumunu da anlattı, sokak hayvanları için yaptıkları diğer güzel hizmetleri de.
“İyi de başkanım” dedim, “hayvan hakları dernekleri bundan memnun olacağına niçin size bu kötülüğü yapıyorlar?” Aldığım cevaba çok şaşırdığımı hatırlıyorum zira cevap şöyleydi: “İsmail Bey, başkanlığımın ilk günlerinde şehirdeki bütün hayvan hakları dernekleri gelip hayvanların mamalarını dağıtma işini organize etmek istediklerini beyan ettiler. Ben de buna memnun olup ‘mamalar bizden, dağıtım sizden o halde’ cevabını verdim. Dediler ki ‘mamaları bağış yoluyla biz toplarız, siz zahmet etmeyin.’ Bana çok anlamsız geldi bu teklifleri. ‘Mamaları da, mama kaplarını da biz organize ederiz’ dedim, ‘bu yaptığınız yanınıza kalmaz’ deyip gittiler. Ben de şehirdeki hayvan hakları derneklerinin mama kaplarını toplatıp o kapların 3 katını koydum şehre. Her gün de sokak hayvanlarının mamalarını dağıtıyoruz.”
O telefon görüşmesinden bu yana hayvan hakları dernekleri meselesini dikkatle takip ediyorum. Pek çoğunun insanların en temel hassasiyetlerinden biri olan “hayvan sevgisi”ni iki bakımdan istismar ettiklerine dair de bir kanaat geliştirdim bu süre zarfında.
İlki açık. Adına “mama lobisi’ desek yakışacak bir ekonomik mesele dönüyor bu derneklerin pek çoğunda. “Bir paket mamanın, bir hasta hayvanın tedavisinin lafı mı olur yahu?” diyen hayırsever insanımız, bağış yağdırıyor bu derneklere. Her zaman söylüyorum, yine söyleyeceğim. Dünyada bütün duygular bitse, Türk insanının iyilik yapma duygusu bitmez. Böyle olunca hayvan severler “kolayca istismar edilebilecek bir kitle” olarak görülüyor kimi dernekler tarafından. Üstelik en küçük eleştiride, en küçük soruda, en küçük ‘bu böyle olmaz’ cümlesinde sizi hayvan düşmanı, yetmedi insanlık düşmanı biri olarak tanımlıyorlar.
Oysa hayvan sevmek başka, -başıboş ya da sahipli fark etmez- köpeklerin insan parçalamasına karşı harekete geçmek başka, insanların hayvan sevgisini istismar edip rant elde eden üç kağıtçılara “ne yapıyorsunuz ulan siz?” diye sormak bambaşka.
Bir köpek tarafından parçalanan kız çocuğu için “ne işi vardı parkta, dava açacağız aileye” yazabilen hayvan derneklerinin derdi hayvan sevgisi zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz yani.
“İki bakımdan” dedik değil mi? İkincisi şu. Bu hayvan hakları derneklerinin arz ettiği görüntü, hayvan haklarını savunmak yerine “bir politik kulüp” gibi davranıyor olmaları. Hayvan hakları derneklerinin neredeyse tamamının CHP’li, İYİ Partili, HDP’li belediyelerin hayvan hakları ihlallerine karşı tek bir ses çıkardıklarını göremiyoruz. Daha birkaç ay önce İBB’nin hayvan hakları ihlalleri belgelendi malum. Ses çıkaran tek bir dernek görmüş değilim.
Daha vahim iddialar da var hayvan hakları dernekleri etrafında. İşin bir ucu terör örgütü PKK’ya kadar uzanan iddialar bunlar. Onlara da çalışıyorum bir yandan. Vakti gelince yazarım inşallah.
Dahasını da söyleyeyim size. Türk insanının yüzde doksanı hayvan severdir. Çünkü hayvanlara merhamet etmek tabiri caizse genetik kodlarımızda vardır. “Önemi haiz” diye söylemiyorum ama misalen geçen yaz ofisimin penceresini 2 ay boyunca kapatmadım o kumru rahat rahat yuvasını yapsın da yumurtalarını bıraksın diye. Kafemizin iki tane kedisi var. Biri Şuara, diğeri Menekşe... İkisi de sokaktan geldi. Kimse kimseyi “hayvan düşmanı, insanlık düşmanı” diye sınıflandırmasın diye söylüyorum bunu. Hayvan derneklerinin pek çoğunun durumu buyken ve başıboş sokak hayvanları yahut sahipli vahşi hayvanlar çocuklarımızı, yaşlılarımızı, insanlarımızı öldürürken buna bir çare bulunmasını talep etmek de bizi hayvan düşmanı değil “yaşam dostu” yapar.
“İnsan ölsün yeter ki hayvanlar yaşasın” yazabilecek kadar akıldan müsellah olanlarla değil ama hakiki hayvan severlerle oturup konuşmayı, bu meseleleri derinleştirmeyi çok isterim. Hayvanları tertemiz merhamet duygularıyla, “kendinden zayıf olana merhamet etmeyene insan denmez” şiarıyla seven tüm hayvan severlere selam olsun. İyilik ve merhamet kazanacak, her zaman ve her şartta.