Hayrettin Karaman üzerinden bir tahlil

Taha Akyol, geçmişte ictihat vb. alanlarda yenilikçi düşünceleri ile bilinen ve günümüzde ise, var olan iktidarın yanlışlarını dahi eleştirmeyi uygun görmeyen Hayreddin Karaman hocanın gelmiş olduğu noktaya dikkat çekiyor.

Hayrettin Karaman üzerinden bir tahlil

Hayrettin Karaman yetkin bir fıkıh profesörüdür. Geçmişte yenilikçi düşüncelere öncülük ediyordu, bugün ise ilahiyat dünyasında siyasi tavırlarıyla ön planda…

Bir bilim ve düşünce insanının böylesine siyasallaşması tahlil edilmesi gereken bir durumdur.

Karaman 1970’lerde İslamî kesimde “içtihat” ve “tecdit” (yenilenme) düşüncesinin öncülerinden biriydi. Nesil dergisinde Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman Uludağ, Saim Yeprem gibi isimler, değişen çağa göre İslam’da yeni “içtihatlar” yapılmasını, düşüncenin yenilenmesini savunuyorlardı.

Karaman’ın 1975’te yayınlanan “İçtihat” adlı kitabı cesur, ufuk açıcı bir eserdi. Cemaatler büyük tepki göstermişti. Medrese geleneğinden merhum Ahmet Davutoğlu “Din Tahripçileri” adlı kitabıyla Karaman’a saldırmış, Necip Fazıl da Karaman’ı ağır sözlerle yüklenmişti…

MODERN MÜSLÜMAN’

Karaman’ın 2009’daki şu satırlarına bakın:

Bir zamanlar ‘içtihat kapısının kapalı olduğu, bundan sonra müctehit yetişmeyeceği, eskilerin içtihatlarının uzay çağında bile yeterli olduğu, onları tekrarlamaktan başka bir şeye ihtiyacın bulunmadığı’ söylenir dururdu…”

Ama 2000’lerde “bu ilme ve dine aykırı hurafe” yıkılıyordu… (Yeni Şafak, 7 Haziran 2009.)

O dönemde Karaman onuruna düzenlenen bir yemeğe ben de katılmış, Milliyet’teki köşemde yazmıştım: Karaman’ın Batı hukukundaki “kamu-özel hukuk” ayrımını fıkıh usulüne taşımak, “recm”i reddetmek gibi fıkıhta yaptığı açılımları anlatmıştım.

Karaman’a “modernist Müslüman” diyebilir miydik?

Şu cevabı vermişti:

Ben ‘ist’ten pek hoşlanmam, ‘modern Müslüman’ diyebilirsiniz.”

Karaman ‘modern’ dediği için de camiasında hayli eleştirilmişti… Milliyet’teki yazımı şöyle bitirmiştim:

Değerli hocam Hayreddin Karaman’a bu vesileyle saygılarımı sunuyorum.” (4 Aralık 2009)

Doğan Grubu’nda daima özgürce yazmışımdır.

Hayrettin Karaman’ın en önemli yenilikçi tespitlerinden biri, “fıkıhta müstebit hükümdarlar yüzünden kamu hukukunun gelişmediği”dir. (Anahatlarıyla İslam Hukuku, I, s. 165)

Bu yüzden de iktidarların denetlenmesi ve hukukla sınırlanması fikri gelişmemiş, menkıbeler düzeyinde kalmıştı.

Karaman o zaman siyasete, Milli Görüş’e mesafeliydi. Fakat Ak Parti iktidarının destekçisi olduktan sonra adeta başka bir Hayrettin Karaman oluştu: Kamu hukukunu savunmayı aklına getirmeyen, hatta iktidarın eleştirilerle denetlenmesini bile doğru bulmayan, ‘politik fayda’ odaklı bir Karaman…

İktidarın yanlışlarını söyleyip “Doğrucu Davutluk” yapmamak gerekirdi! Çünkü “düşmanın, zalimin, kötü niyetli kimselerin işine yarayacak doğruyu söylemek fazilet değildi!” (23 Haziran 2019)

Fakat İslam tarihinde aynı sebepten, yani iktidarları “düşmana, zalimlere, fitnecilere, kötü niyetlilere” karşı koruma tavrı yüzünden kamu hukuku teorileri gelişmemiştir.

Eleştirilemeyen, denetlenemeyen, dengelenmesi mümkün olmayan iktidarların nasıl yozlaşıp zalimleştiği konusunda Halil İnalcık, Ahmet Yaşar Ocak gibi büyük tarihçileri okumak lazım.

SİYASET UĞRUNA

Karaman’ın iktidarı destekleme ve muhalefeti “düşman” diye niteleme tutkusuyla bırakın hukukun inceliklerini, insan vicdanının kabul edemeyeceği yanlışlara bile destek veren yazılarının listesini yazacak değilim.

CB sistemine evet oyu vermenin “farz”(!) olduğunu yazarken bu sistemde kamu haklarının, denetim ve dengenin, yolsuzlukları denetleme kanallarının ne durumda olduğunu araştırmak aklına bile gelmedi!

Partizanlık böyle bir şey… “Bulgur, pirinç” tartışması üzerine, Yeni Şafak’taki köşesinde “ufukta daha iyisinin görülmediği iktidarımızı; düşmanlarından ve kıt düşünceli dostlarından, nasıl koruyacağımızı konuşmalıyız” diye yazabildi! (26 Eylül)

Bakış açısı bu olunca, iktidarı savunmak için gerekçeler icat etmekten, “yolsuzluklar bin yıldır var” demekten, “kurtlu bulgur”a razı olmaktan başka bir yol kalmıyor!

Son sözü merhum hocam Erol Güngör’e bırakıyorum:

İslam aydınlarının kendilerini yıpratan, enerjilerini büyük ölçüde boşa çıkaran siyaset çekişmelerinden mümkün olduğu kadar uzakta kalmaları, günlük hadiselere tepeden bakarak kalıcı çözümler üzerinde kafa yormaları gerekiyor. Herhalde bu davaya en büyük kötülüğü yapanlar, onu günlük siyaset kavgalarında taraflardan biri haline sokmaya kalkanlardır…” (İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yay, s.209-210.)