Hayreddin Hocam

Durduğunuz yer “Din adına” gibi bir nitelik taşıyorsa, yani sanki dini bağlayan bir duruş sergilediğiniz düşünülüyorsa, daha seçici olmak durumundasınız diye düşünüyorum.

Hayreddin Hocam

Ahmet Taşgetiren yazdı;

Hayreddin Hocama saygımı kaybetmek istemem. Varlığını önemsediğim insandır. Farklı konularda çok çok tartışılmıştır, hem de İslam’la ilgisi konusunda ağır suçlamalara hedef olmuştur, o suçlamaları hak etmediğini düşünmüşümdür.

Ama bu, farklı düşündüğüm şeyleri ifade etmeme mani değil.

İktidarla alakalı duruşunu problemli bulduğumu belirtmeliyim.

Problem şurada ki, açıkladığı fikirler “Dinin görüşü” olarak algılanıyor, iktidarı savunma konumu da, dini iktidarın yedeğine koyuyormuş algısına yol açıyor. Bu da, iktidarla beraber dinin yıpranmasına yol açıyor. “Dinin izzeti” konusunda son derece duyarlı olduğunu bildiğim Hocanın bunu isteyeceğini sanmam. Siyasi iktidarın açık yanlışlarına da meşruiyet kılıfı giydiren bir din algısının genç beyinlerde nasıl bir tahribata yol açacağını Hayreddin Hocanın görmeyeceğini düşünemiyorum. Neden bunun farkında değilmiş göründüğünü de anlayabiliyor değilim.

Konuyu Karar’da ben “Evdeki bulgur” başlıklı yazımla gündeme getirdim. “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma” konusu malum. Benzetme dikkat çekici, o yüzden de “bulgur” üzerine tartışma devam ediyor. Hoca “Dimyata pirince giderken, yani iktidarı eleştirip, başka alternatifler ararken, evdeki bulgurdan olma riski”ne dikkat çekti, ben de şöyle yazdım:

Evdeki bulgura razı olalım?” Yooo olmayalım, o bulgur kurtlandı çünkü, böceklendi, mayası değişti… En azından bunu söyleyelim. Ki bulgurun kurtlardan, böceklerden temizlenmesi mümkünse, mayasının düzelmesi mümkünse o yapılsın.

Sorayım hocalarımıza: Evdeki bulgurun böcekli halinden sizlere yemek yapılsa onu yer miydiniz?”

Burada iki şey var:

1.Bulgur kurtlandı, böceklendi, mayası bozuldu.

2.En azından bunu söyleyelim. Yani bulgurdan kim sorumlu ise onu uyaralım.

Son cümle bir soru: Siz böyle kurtlu bir bulgurdan yemek yapılsa yer misiniz?

Hoca, Yeni Şafak’ta manşetten verilen, yani gazetenin tüm mesajına katıldığını anladığımız yazısında diyor ki:

Yemeyince açlıktan öleceksem daha temizini buluncaya kadar yerdim. Hayatta kalınca da temizlemek için elimden geleni yapardım. Yaparken de iyi olanı da görür “Bu iyi”, kötü olanı da görür “Bu kötü” derdim. Bunu derken de uygun üslup, zaman ve mekânı seçerdim.”

Buradaki kritik ifadenin “açlıktan ölmek” olduğu açık. Hoca bizi “Zaruret” yaklaşımına götürüyor. Fıkha göre “açlıktan ölme riski varsa aslında haram olan başka şeyler bile ölmeyecek kadar yenilebilir” görüşü.

Buradan yola çıkıldığında, “Kurtlu, böceklenmiş, mayası bozulmuş bulgur” iktidarın yanlışlarını ifade ediyorsa, ona tahammül ölüm derecesinde bir zaruretin sonucu oluyor. Yani iktidar eleştirilince, belki değişmesi istenince insanlar ya da memleket ölüm derecesinde bir mahrumiyet içine girer yaklaşımı.

Bu mudur?

Hayreddin Hoca ya da benzeri hocalarımız, şeyhlerimiz vs. kalkıp “Memlekette yaygın adaletsizlik var, devlet malı çarçur ediliyor, insanlar korkunç bir geçim zorluğu yaşıyorlar, birilerine haksız kazanç sağlanıyor, eğitimde şu yanlışlar yapılıyor, muhafazakar bir iktidarın yanlışları insanların dine bakışını olumsuz etkiliyor vs.” deseler, yani doğruları söyleseler, yanlışları söylemek için uygun üslup bulsalar daha iyi olmaz mı? Belki iktidarın daha sağlıklı hareket etmesine imkan sağlanmaz mı? Böyle bütüncül bir tarzda iktidarı onaylayan bir Hocalar – Şeyhler dünyasının İslam’a ödettiği bedel üzerinde azıcık düşünmek gerekmiyor mu?

Hem bu durumda muhterem Hocamıza “nereye kadar?” diye sorulacaktır. Yani kurtlu bulgur iktidar adına yapılan tüm olumsuzlukların sembolü ise ve kurtlu bulgurdan yapılan yemeğe kaşık sallamak bile kabule şayan ise, daha hangi çarpıklık olmalı ki, o noktada “Yooo artık bundan tiksiniyoruz” densin?

Hocama benim kendisinden duyduğum bir değerlendirmeyi hatırlatmak isterim; Demişti ki: Her insanın et kalınlığı farklıdır. Kimisinde et kalınlığı azdır, bıçak kemiğe çabuk dayanır. Kimisinde de bıçak çok derinlere girer, bir türlü kemiğe dayanmaz.

Bunu “haksızlıklar karşısında duyarlılık farkı” sadedinde anlatmıştı.

Ben derim ki, toplumda bıçağın kemiğe çoktan dayandığı insan grupları var. Onları görmek gerekiyor.

Durduğunuz yer “Din adına” gibi bir nitelik taşıyorsa, yani sanki dini bağlayan bir duruş sergilediğiniz düşünülüyorsa, daha seçici olmak durumundasınız diye düşünüyorum.

Eleştirilere yönelik “Yıkıcılık” suçlaması?

Ne kolay, ne toptancı, ne klişeleşmiş sözdür o. Bırakın sadece siyaset alanında kalsın.